Abdullah Cevdet tebâbetten ziyade siyasetle uğraştığı için hekimlikte mesafe alamaz. Buna rağmen İttihatçılar onu "Sıhhat ve İçtima-ı Muavenat Umum Müdürü" yaparlar. Koltuğa oturunca ilk işi genelevlere yeşil ışık yakmak olur, fahişelere vesika pazarlar. Rüşvet, yolsuzluk söylentileri ayyuka çıkınca görevden alınır. Ama işgalcilerin (İngilizlerin) baskısıyla makâmına dönmekte zorlanmaz. Bu arada "Din-i Mübin-i Muhammediye'ye tecavüzden" iki sene hapse mahkum olur, İjcdihat kapatılır. Lâkin arkası kuvvetlidir, derhal "İştihat", "İşhad", "Cehd" dergilerini çıkarır, saldırılarının dozu artar. Yetmez gibi İkdam ve Hak gazetelerinde başyazarlık yapar. Masonlar tarafından korunup kollandığı için işleri tıkırındadır, kimse onun nasırına basamaz. İnilir çıkılmaz Süleyman Nazif bir gün Bab-ı âli yokuşunda arkadaşına rastlar. Sorar: "Nereye?" - Abdullah Cevdet'e çıkıyordum. -Abdullah Cevdet'e çıkılmaz, inilir!.. *** Bir gün Bab-ı âli taifesinden biri Cevdet için, "meteliğe kurşun atar" demesin mi? Süleyman Nazif yapıştırır: "Ne kurşunu, göbek atar, göbek!" Sîreti suretinde Süleyman Nazif'e takılırlar: Hemşehrin (A. Cevdet) dinsizliği ile övünüyor ne dersin? -Demek ki din çok iyi bir şey! O savunmadığına göre. -Yani şu Abdullah Cevdet'in hiç tutulur yanı yok mu? -Hakkını yemeyelim dobra adamdır, sîretini sûretinde taşır. (A.Cevdet'in yüzü korkunç, cildi perişandır.) Anlatım özürlü Bir ara Abdullah Cevdet, Şekspir'in eserlerini çevirmeye başlar. Ancak tercümeler son derece başarısızdır, metinlerin âdeta kafasını gözünü yarar. Olacak bu ya bir gün Süleyman Nazif'e içini açar. -Biliyor musun Nazif, şu tercüme işini bitiremeden öleceğim diye korkuyorum. -Valla sen ölmezsen Şekspir ölecek. Aferin yani, ediplerin "ölümsüz" dedikleri eserleri bile katlettin. "Ölümlü" olabileceklerini gösterdin! Aynı şekilde Weber, Hayyam ve Gustave Le Bon da A.Cevdet'in beceriksiz kaleminden kurtulamaz. Mürettip hatası Bir keresinde de A.Cevdet, Süleyman Nazif'e, mürettip hatalarından dert yanar. "Olacak iş mi yani" der, "ben 'vatanın öksüzüyüm' yazmışım, o dizmiş 'vatanın öküzüyüm!' -Doğru dizmiş, aferin ona! *** Süleyman Nazif'e bir türlü dikiş tutturamayan A.Cevdet bir gün çok bunalır "kıymetimi bil" der, "senin mezarına gelecek tek ziyaretçi benim." -İyi, iyi, yatıya da beklerim. A.Cevdet, İçtihad dergisinin 1 Mart 1922 sayısında İslâm'a açıkça hakaret eder ve Bahâî misyonerliğine kalkar. Bu zırvaları yüzünden iki yıla mahkûm olursa da dava temyizce bozulur. Namık Kemal'in "eşerr-i mevcudât" (kötü yaratıklar) diye adlandırdığı Bahailer'de ne bulur bilmiyoruz. Kaldı ki Bahailik mezhep ya da tarikat değil İran'a mahsus siyasî bir akımdır. A.Cevdet, Cumhuriyetin ilk yıllarında El Aziz meb'ûsu olabilmek için (1924) ne gerekiyorsa onu yapar. Bir ara "Enbiyâ'ya ta'n fezâhat-ı lisâniyye"den suçlanırsa da 30 Aralık 1926'da peygamberlere sövmek suç olmaktan çıkarılır, hapse tıkılmaktan yırtar. İbretli akıbet A.Cevdet, kıskanç, hilebaz ve ihbarcıdır, zararından kimse emin olamaz. Dostum dedikleri bile ihtiyatla yaklaşır, mesafe koyarlar. Ömrünün son günlerinde yapayalnız kalır, kapısını çalan olmaz. 29 Kasım 1932'de ölür, hiçbir imam cenaze namazını kıldırmaya yanaşmaz. Belediye alıp götürür, defnini ameleler yapar. A.Cevdet, tevile filan sığınmaz, aşikare işgalcilerle çalışır ve göstere göstere bölücülük yapar. Gelgelelim ortalığa ulusalcıyım diye çıkanlar, hani her cümlelerinde "ulus devletten üniter yapıdan bahs açanlar" ona toz kondurmazlar. Unutulasıca adını caddelere sokaklara koyar kahramanlaştırmaya çalışırlar. > Ne dediler? Abdullah Cevdet zayıf iradeli idi. Küçük hesaplar yapar, fırsatlardan istifade etmeye kalkardı. Mütarekede, İttihatçıların düşmesi ona ileri çıkmak, parlamak imkânı verdi. Dostları hayretler içinde, düşmanları sevinerek 'Kürt Yükselme Cemiyeti"nin içinde gördüler. Dinsiz telakkilerini ilan ve müdafaa etmesine rağmen onu tutan son çevre de elini bırakıverdi. En seviyesiz cinsinden bir siyasi hayatın içine yuvarlandı gitti. Mütarekenin ve Türk tarihinde 'meşum' (tehlikeli, musibet) sıfatıyla yer almış insanlarının peşinden ayrılmadı. Anadolu'nun zaferinden sonra, İtilafçılarla beraber memleketten kaçmayı düşündü ise de göze alamadı. İstanbul'da kalışı onu Yüzellilikler arasına girmekten kurtardı. Birkaç zaman hemen hemen hiç kimseye gözükmeden matbaasının karanlık köşelerinde yaşadı." Samet Ağaoğlu *** O günlerde Türklükten kaçan kaçana idi. Şivesi şivemizden, kafası kafamızdan nice tanıdıklarımız birden bire Kürt olduklarını anlamışlardı. 'İçtihat'çı Abdullah Cevdet'in yazı yazdığı gündelik gazetenin adı 'Jin' idi. Bunun Kürtçe 'Hayat' demek olduğunu öğrenmiştik... Falih Rıfkı Atay *** "Büyük kusurlarından biri de pintiliğiydi. Eşref, onun hasisliğini sadeleştirerek yazdığım şu iki mısrayla hicvetmiştir. 'Bir sinek konsa eğer tiksinerek pisliğine Hakkımı eklediyor der de koşar mahkemeye!' Yusuf Ziya Ortaç