Çamlıbel efsanesi Köroğlu

A -
A +

Efendim biz söyleyenlerin yalancısıyız, vakti zamanı evvelinde Bolu'da bir bey yaşar. Adam iyidir hoştur da bazen solundan kalkar. Ne yemek içmek umurundadır, ne kıyafete, mefruşata bakar ama "at" dendimi kuşları uçar. Bir ara yaşlı seyisinden kendisi için emsalsiz bir tay seçmesini arzular. İstediği kadar izin verir, kuşağına kese kese altın sokar. Yaşlı Seyis (Yusuf Ağa) işinin kurdudur, köy köy, oba oba dolanır taa Fırat kıyılarına kadar uzar. Aylar sonra sıpa simalı bir tay bulup, beyinin önüne koyar. Bey, ayakta zor duran çıta bacaklı, çirkince çepişi görünce fena kızar. Seyisin "ama"lı ve "ancak"lı cümlelerini dinlemez, "kör müsün" diye fırça atar. Seyis de "evet körüm" gibi kinayeli bir cevap verince Bey çileden çıkar, hemen çıkışını verir, emekli ikramiyesi olarak da tayını yanına katar. İşte Yusuf Ağa'nın "kör" lâkâbı oradan gelir, yoksa kadıların, sultanı bile ayakta diktiği bir ülkede kimse kimsenin gözünü çıkartamaz. Çıkaranınkini de çıkarır, kısasa kısas yaparlar. Neyse seyisimiz pılısını pırtısını toplar, postu Çamlıbel'e atar. O zamanlar henüz on yaşlarında bir çocuk olan oğluna içini açar, "İşte Ruşen Ali hal böyleyken böyle" diye dert yanar. Sözü biter bitmez kafasının yana düştüğünü ve oğluna heceleye heceleye "öcümü koma" dediğini söyleyenler varsa da hiçbir baba bacak kadar veledi valinin üzerine salmaz. Zaten bizim insanımız kin tutmaz... Tutmaz ama film tam oralarda bir yerlerde başlar. Ozanlar sazlarına bir başka vurur, ulu perdeden "Mert dayanır, namert kaçar / Meydan gümbür gümbürlenir" diye haykırırlar. Körün Oğlu Ruşen Efendiiim, Seyisin oğlu bu cılız tayla birlikte büyür. On beş yaşına geldiğinde attığını vuran, vurduğunu yıkan bir yiğit olur. Kırat üçünde kuş, beşinde taş kesilir, çimdeki ve kumdaki bütün rekorları kırar. Tabii o devirde ganyan filan yoktur, hem Anadolu halkı iddia ney bilmez, kumara harama yanaşmazlar. Hasılı biri yağız dilaver olur, öbürü şahbaz küheylan. Köroğlu ıspanak pırasa yetiştirse, kırat sütçü beygirliği yapsa daha iyidir ama şeytana uyar şakiliğe kalkarlar. Öteye beriye pusu atar, geleni geçeni haraca bağlarlar. Bizim folklorculara sorarsanız Köroğlu yanık sesli bir hayduttur ve "popstar" adayları gibi türkü çığırmadan duramaz. Şiirleri ortadadır ama saz faslını birileri uydururlar. Eh ortalıkta böylesi bir yiğit dolansın da hakkı yenenler ona koşmasınlar. Henüz "çek sened mafyası" gibi bir yapılanma yoktur ama Köroğlu vaziyetten vazife çıkarır. Zalimlerin kâbusu olur, batakçılara kan kusturur. Anında tahsilat yapar, bahşiş olarak verileni alır, öper başına koyar. Zaten Robin Hood da onun izinde yürür, "Birmingham kırsalının Köroğlusu" olmaya bakar. Anadolu'yu adımlayan ozanlar Köroğlu'nu kılıktan kılığa sokar, "gıyabında tutuklama kararı" olmasına rağmen onu devletinin hizmetine koyar, kâh Urus üstüne yürütür, kâh Bağdat önlerinde Acem kırdırırlar. Sözün özü Köroğlu şakî de olsa "kızılelma" kovalar, al kanlara bulanıp şehit olmayı arzular. Azıcık da Kırat... Bu arada Kırat'ı unutmayalım. Kırat, göz kamaştıran bir afet olur, sırtına Köroğlu'ndan başkasını oturtmaz. Ruşen Ali dizginleri boşalttığında Subaru İmpreza gibi patinaj yapar. Kişnedi mi dağlar yankılanır, eşindi mi zemini sallar. Hele bir koşmaya görsün, süvari birliği hücuma kalktı sanırlar. Kırat hendek-dere, iniş-yokuş, gece-gündüz tanımaz. Uzaktan görenler çölü yırtarcasına (Bolu'da çöl ne arıyorsa) ilerleyen beyaz lekeyi hayra yoramazlar, zira ardından "bizon sürüsü geçmiş gibi" toz kalkar. İşte böyle bir atı olduğu için Köroğlu, Bolu vilayetinin dört bir yanına girer çıkar, edeceğini eder, yapacağını yapar, kendini kovalayan muhafızlara el sallar. Bey düşünür taşınır ve onun altından Kırat'ı almadıkça aşayişi sağlamanın mümkün olamayacağında karar kılar. Adamlarına tedbir sorar, hayatı boyunca bir baltaya sap olamamış dilenci kılıklı bir at hırsızını bulup karşısına çıkarırlar. Bu hilebaz Çamlıbel'e sokulur ve kendini acındırıp seyislik yapmaya başlar. Kırat, bu adamdan hoşlanmaz ama sırf Köroğlu rıza gösteriyor diye sırtına almaya başlar. Üç ay, beş ay derken adam Kırat'ı kendine alıştırır ve bir gece basıp Bolu'ya kaçarlar. Baytar kılığında Ancak Kırat sahibinin hasretine dayanamaz. Ahırları dağıtır, çitleri kırar, yanına kimseyi yaklaştırmaz. Gariban hayvanı zincirlere vurur, fellik fellik baytar ararlar. İşte o hengamede Köroğlu "kır atlar üzerine doktora yapmış" veteriner edasıyla kapılarını çalar. Kimsenin sokulamadığı atı sakinleştirir, sürmeli gözlerinden öper, ipek yelelerini okşar. Atı alıştırmak bahanesi ile eğer vurur, üstüne çıkar. Tam o esnada at hırsızı Köroğlu'nu tanır ve bağırmaya başlar. Birden kışlalar boşanır, kapıları kapatırlar. Kırat askerlerin üstünden sıçrayıp burçlara çıkar. Arkalarında binlerce çeri, önlerinde deli Tuna. Dinleyenler ozanın muhacirliğine verir "A be Tuna'nın Bolu'da işi ne" diye sormazlar. Zaten o da en heyecanlı yerinde sazını kenara koyar, "bir ayran olsa içerdik" ya da "bahşiş veren de yok acaba öbür köye mi gitseydim" gibilerinden yokuş yapar. Uzatmayalım, Kırat kunduz gibi suya dalar ve alabalık gibi yüzerek karşıya çıkar. Sonrası mâlum, artık onu kuş olsa tutamazlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.