Kahramanmaraş ve Osmaniye halkı kararlı: Bıkmayacağız, bırakmayacağız

Sesli Dinle
A -
A +

Balkanlarda bir söz vardır, “Kızını Türklere verirsen Türkleşir.”
-Peki, Türklerden kız alırsan?
-Alayınızı Türkleştirir!

 

Buradaki Türklük elbette İslâm manasında. Sadece camiler, türbeler, tekkeler değil sesler, renkler, tatlar kokular da ecdattan kalma... Osmanlı izi derindir orada. 

 

Zelzeleye maruz kalan vilayetlerimiz de öyle. Üç gün misafir kalan hemşehri kesilir âdeta.

 

Biz gazeteciler kaç üç defa gittiğimiz ve kaç üç gün kaldığımız için kendimizi oralı sayarız. Bunu on bir afetzede şehir için de söyleyebilirim ama yeni geldiğim için ikisini anlatacağım okurlarımıza.

 

Kahramanmaraş ve Osmaniye halkı kararlı: Bıkmayacağız, bırakmayacağız

 

Efendim Kahramanmaraş’a 30 yıl evvel gitmiştim ilk defa. Yönetmenimiz Ahmet Okur yerlisiydi mekânlara hâkimdi. Nerenin, hangi saatte, nasıl ışık alacağını bilirdi. 

 

“Gel sana bir yemeni bakalım” demişti almıştım, “bir de şalvar diktirelim”, ona da pekâlâ. Terzi şöyle üstünkörü mezura tutmuş, sabit kalemle karalamıştı gazete kenarına. Bir yerde çay içtik dönüşte teslim etti. Bel basen ölçüsüne gerek yok, uçkuru büzdürünce şıp oturuyor, sanırsın ısmarlama. Giyindik kuşandık, “ede” olduk güya. 

 

Hartlap diye bir köye gitmiştik alayı bıçakçı. Boynuz saplı bir çoban çakısı almıştım, jilet gibi keskin, dalıyor âdeta.
Bir başka köyde genci yaşlısı ceviz oyuyordu, her taraf yonga. Çeyiz sandıkları, rahle, sehpa... Minberden tut mihraba. 

 

Semerciler, saraçlar, sarraflar. Uzatmayayım dolu dolu bir program çekmiş ama bitirememiştik, kapı aralanmıştı anca.  
Aradan yıllar geçti. Bir gün servisten “şiir festivali var” dediler “gider misin?”

 

-Nereye?
-Maraş’a.
-Tamam yazın, uyar bana. 

 

Kahramanmaraş ve Osmaniye halkı kararlı: Bıkmayacağız, bırakmayacağız

DOLMUŞ TAŞIYOR

İyi de ben fakir, şiirden edebiyattan nasipsiz olunca… Tat veren, ses getiren mülakatlar yapamadım, yalanı yok ya. 
En iyisi çevreyi dolaşayım dedim. Sağ olsun bürodan Hasan Dizibüyük Ağabey önüme düştü, bir gün bibercilere götürdü, bir gün tarhanacılara. Sabah bakırcılara, öğlen yemenicilere, akşam dondurmacılara. Taş kadayıf, halka tatlı, yağlı pide, kıtır kurabiye, mayam... İkram ikram ikram, üç günde kilo aldım inan. 

 

Sonra Ahir Dağı’na çıkardı, çobanlarla tanıştırdı. Burada otlayan keçiler meğer orkide (tabii salep) yiyormuş, sütleri yakışıyormuş dondurmaya. Bertiz’de ceviz toplayanları çekiyorduk, bir koku sanırsın parfüm sıkmışlar. Meğer kabarcık üzümünden pekmez kaynatıyorlarmış civarda.

 

(Allah şifa versin) Durdu Mehmed Hocamız Kahramanmaraş velilerini dolaştırıp anlatmıştı, Ukaşe radıyallahu anhın huzurunda gözleri dolmuş, sesi titremişti hatta. Ben bu kadar dönüş aldığım bir başka program hatırlamıyorum. Kaç kişi aradı yayından sonra. 

 

Hasılı belgeselcilik hayatımın en bereketli işini yaptım. 3 günde 7 bölümlük malzeme toplayıp döndüm İstanbul’a. Ne drone var ne sehpa.

 

Kahramanmaraş ve Osmaniye halkı kararlı: Bıkmayacağız, bırakmayacağız

GEL DE YANMA

O Maraş’ı şimdi, nasıl anlatsam?

 

Güzelim mescitlerin pek azı ayakta, başta Ulucami darbeli, kordon altında. Benim diyen apartmanlar metruk, ağır hasarlılar bükmüş boyunlarını infaz bekliyor.

 

Şöyle: Bir ekskavatör geliyor kepçesini takıp çekiyor “şarrr” diye bir ses, molozlar şelale gibi akıyor aşağıya.
Eski briket evler daha şanslı, belki benden bile yaşlılar. Ne kolon, ne kiriş ama ayaktalar hâlâ.

 

Tabii komşu apartman üstüne yıkılmadıysa.

SÜKÛT GİBİ MÜNZEVİ

Çarşı ne yazık ki eski neşesinde değil, çekiçlerin ahenkle tıkırdadığı bakırcılar sokağında tek bir dükkân açık, Mustafa Usta çın çın vuruyor yıkılmadık ayaktayız diyor âdeta. 

 

Ve tek bir kalaycı çalışıyor karanlık barakada. Cahit Ustanın önünde üç-beş tencere kapağı, maksat tıngırtı olsun, duman savrulsun sağa sola.

 

Aşureci Ali mesleğini icra etmiyor ama her gün gelip oturuyor ihtiyar handa. 

 

Çarşının semercileri ağır, kâmil insanlar. Bir zamanlar 150 dükkân varmış, artık sürümü olan bir mal değil. Ömer ve Ali ustalar ısrarla üretiyor kültürü yaşatıyorlar.  

 

Adliye Camii sureta ayakta, bir delikanlı geliyor, yanında bacısı. Kur’ân-ı kerimi burada öğrenmiştik diyorlar, bilseniz ne hatıralarımız var şu kubbe altında. Duygulanıyorlar oğlan yutkunuyor, kız gözlerini saklıyor.

 

İyi olacak diyelim, iyi olsun. Yeis, yılgınlık yakışmaz Müslüman’a. 

 

Düzeli be! Açarız bir beyaz sayfa, çekeriz besmelemizi, başlarız yeni heyecanla.

 

Kahramanmaraş ve Osmaniye halkı kararlı: Bıkmayacağız, bırakmayacağız

LOKMA HIRKA

Malum bu bölge, ağzının tadını bilir, damak zevkleri dünya çapında. Allahu alem geçen yıl kırk tabakla oturuyorlardı iftara. Şimdi benim diyen insanlar hayır kurumlarının uzattığı köpük tabaklar için giriyor sıraya. 

 

İhlâs Vakfının Kahramanmaraş yurdu da hasarlı, talebe kalamıyor. Peki, tencereler tavalar kenarda mı dursun? Alıp getirmiş, Necip Fazıl Hastanesinin avlusuna kurmuşlar, ilk günden beri yemek çıkarıyorlar. Bayram ustanın yemekleri sıra dışı, inanın şeflere kaşık attıracak kıvamda. 

 

Allahü teâlâ ihlaslarını artırsın, sahada olanlar çok dua aldılar. 
Eski bölge temsilcimiz Hüseyin Kılıçkıran hakkın rahmetine kavuşmuş. Durdu Mehmed Hocamız ise günler sonra enkaz altından çıkarılmış, hamdolsun aramızda. Ev dükkân gitmiş, kimin umurunda? 

 

Ahmet Okur evin küçüğü idi, işlerini abilerine ablalarına danışırdı mutlaka. Tam 17 yakınını kaybetti. Ailenin büyüğü o, şu anda. 

CEBEL-İ BEREKET

Belgesel için Osmaniye’ye yolladıklarında “orada çekilecek ne var ki” demiştim hiç unutmam. Gazetemizin bürosundan Feyyaz Ağabey karşılamış, ne kapılar açmıştı, ne kapılar. Bahçeye Düziçi’ne, Aslantaş’a, Toprakkale’ye, Haruniye ve Alacami’ye götürmüş. Zorkun Yaylası’na çıkarmıştı hatta. Fıstık toplayanlarla tanıştırmış, zar gibi yufkalar açan bir baklavacıyı çekmiştik sonra. Gazetenin üzerine bir kat yufka koymuş okutmuştu, bir kat daha koydu yine okuduk, bir kat daha koydu harfler berrak hâlâ. 

 

O zamanlar haber değeri vardı, şimdi hepsi yapıyor maşaallah.

 

Osmaniye Adana’ya bağlıydı henüz, Maraş ve Hatay’ın tesiri de hissediliyordu açıkça. Bir dağa çıkıyorsun “burdan ağrı Hassa” diyorlar, “hava açık olsa Halep’in ışıkları karşıda!”  

GİDİP DE GÖRMEMEK

Bu defa gittiğimde göremedim, geçen yıl yürümüş rahmeti rahmana. Allah razı olsun Kâzım Baba onu aratmadı, hem şehri gezdirdi, hem türbeleri ziyaret ettirdi. Bilirsiniz Çukurova Evliyaları hakkında mufassal kitapları var. 

 

Osmaniye binaları üçer bilemedin dörder katlıydı, şimdi uçmuş Avrupai bir şehir olmuş. Evet, çöken binalar da var ama darbeliler daha fazla.

 

Devlet devletliğini göstermiş, Karaçay kenarında bir konteyner kent kurmuş. Saymak mümkün mü? Ucu ufukta.  

 

Başta Kızılay olmak üzere birçok yardım kuruluşu yemek çıkarıyor.

 

İhlâs Vakfından arkadaşlarımız da çadır açmışlar, çalışıyorlar canla başla. 

 

Malûm bir oruçluya iftar vermenin sevabı büyük, velev ki bir hurma, biraz süt ve su ile de olsa.

 

Hele afete maruz kalmışsa, ana, baba, eş, kardeş, evlat acısı yaşamışsa, boynu bükük, kalbi kırıksa, muhtaç ve mahzunsa... 

 

Umulur ki duaları kabul olur. 

 

Fi emanillah!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.