Şu garabete bakınız... Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) aldığı son karar, yürürlükteki anayasa ve kanunlara göre hukuken doğru. Ama aynı karar, sandıkların kurulmasına 53 gün kala, bir anda her şeyi altüst ediyor... Seçimlerin meşruiyetini, haksız biçimde şaibe altına sokuyor. Seçimlerden sonra teşekkül edecek parlamentonun temsil gücü ve yeteneğine de, yine çok haksız ve gereksiz ve komik biçimde gölge düşürüyor... Bunun mantıklı bir izahı olabilir mi? Toplumsal barışın temeline, bu kadar kolay biçimde dinamit koyacak bir başka şey olabilir mi? 12 Haziran seçimlerinin huzur ve sükûnet içinde yapılması herkesin temennisi iken, nasıl oldu da birdenbire gidişat yüz seksen derece değişti?!. Dün İstanbul'dan Diyarbakır'a, Van'dan Mersin'e; insanların sokağa dökülmesini tetikleyen YSK kararı, gerekçeleri ne olursa olsun, ülkenin huzur ve istikrarına fayda getirecek bir karar değildir. Bu karar hukuken ne kadar doğru ise, siyaseten de o kadar yanlış ve tehlikelidir!.. Bu karar, Anayasa Mahkemesi'nin 2007 Nisanında verdiği o ucube "367 Kararı"ndan da kesinlikle daha tehlikelidir. Şu hâle bakar mısınız: Bugüne kadar provokatif eylem ve söylemleri ile, esasen toplumun geniş yelpazesinde olumsuz ve itici bir siyasi imaja sahip olan Gültan Kışanak ve Sabahat Tuncel gibi isimler, YSK'nın veto kararı ile birlikte, önceki akşamdan itibaren mağdur ve acınası bir kimliğe tahavvül etmiştir... Anayasanın 76. maddesi, Milletvekili Seçimi Kanununun 11 ve 21. maddeleri; TCK'nın 81 ve 314. maddeleri, Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesi, Ceza İnfaz Kanunun 6. maddesi ve burada bahsetmediğimiz diğer ilgili hükümler; ne olursa olsun, ne kadar doğru ve geçerli olursa olsun, fark etmez. 2007 yılında milletvekili seçilen ve halen de bu sıfatı taşıyan Gültan Kışanak'ın 1992'de aldığı cezaya dayanılarak (Kızlık soyadı üzerinden yapılan sorgulama ile tespit edilmiş...) veto edilmesinin içeride ve dışarıda anlatılması zordur, hem de çok zordur. Bu karar istediğiniz kadar yasal ve yargısal olsun, Türkiye'yi siyaseten büyük açmazlara sürükler. Bunu bilelim! Tekrar belirtelim: Bu karar, maddi hataların giderilmesi veya Adli Sicil Kanunu çerçevesinde, 'memnu hakların iadesi' yoluyla düzeltilmediği takdirde; BDP diğer bağımsız adaylarıyla seçimlere katılsa da katılmasa da, 12 Hazirandaki sandık sonuçları, siyasi açıdan tartışmalı hale gelecektir. Öte yandan, BDP Meclis'te temsil edilmediği takdirde, Kürt meselesinin çözümü noktasında yapılacak çalışmalar büyük sekteye uğrayacaktır. Bu da Türkiye'nin yüz yüze olduğu en kritik meselede, çok daha fazla baş ağrıtacaktır. Aynı şekilde, yeni Parlamentonun; yeni bir anayasa yapma konusundaki faaliyetleri de, daha baştan büyük yara almış olacaktır. Bu arada seçim gününe kadar, hüküm sürecek gergin atmosferin tahribatı da apayrı bir mesele... CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun dün yaptığı çağrı, pratikte gerçekçi görünmüyor. Zira bu saatten sonra Meclis'in toplanması ve bu kadar kısa sürede yeni bir kanun çıkarması, bunun 12 Haziran seçimlerinde uygulanabilmesi (Seçimlerle ilgili yasal değişiklikler bir yıldan önce uygulanamıyor) için geçici düzenleme yapılması filan, teorik olarak mümkün olsa bile, mevcut şartlar altında hayata geçirilebilmesi imkânsız. Tek çare ve tek yol, YSK'nın yapılacak itirazları değerlendirirken, Adli Sicil Kanunu ile kendi kararı arasında, üst norm (Kanun) ve alt norm (Yargı Kararı) arasında tercih açısından yeni bir içtihat geliştirmesidir. Aksi halde 12 Hazirandan sonra yeniden bir erken seçime gitme mecburiyeti dahi doğabilir!.. Bizden hatırlatması.