Bugün, Türkiye'de "spor gazeteciliği" bir meslek hâline gelmişse!..Bugün, hâlâ "spor sayfaları", birinci sayfa dahil, diğer bütün sayfalardan daha fazla ve hatta daha önce okunuyorsa!..
Bugün, genç / ihtiyar / kadın / erkek binlerce spor gazetecisi ceplerinde "sarı / sürekli / şeref basın kartları taşıyorsa!..
Bugün, onca spor gazetecisi, yorumcusu, "profesyonel olarak" yazı yazacak sayfalar, "profesyonel olarak" ekrana çıkacak TV'ler, mikrofonun önüne "profesyonel olarak oturacak" radyolar bulabiliyorlarsa!..
Bugün, bu mesleğin "ayrı ve güçlü" bir meslek kuruluşu varsa!..
İşte bütün bu "... sa'ların" altında "imzası" olan, "büyük payı" olan, dahası "ruhu" olan, ülke basınında "spor gazeteciliği ve sayfaları atılımının önderleri ve liderleri" olan "3 Büyük Şef'ten sonuncusunu" da kaybettik; artık öksüzüz!..
Adnan Akın... Namık Sevik... Necmi Tanyolaç!..
Tanyolaç, rahmetli 1968'de Kemal Ilıcak'ın Tercüman Gazetesi'nde "Ankara Spor Muhabiri olarak göreve başladığımda" benim şefim oldu, taaa Güneş Gazetesi kurulduğunda, o gazeteye geçişine kadar!..
Onca yıl onunla beraber çalıştım, onun "rahle-i tedrisinden geçtim" ve ondan çok şey öğrendim!..
Bakınız, "bugünlerde hayal bile edilemeyecek" bir "gazeteci itibarının sahibi olmayı" mesleğin "ilk prensibi" hâline getiren "büyük" şeflerdi, onlar!..
En büyük kulüplerin başkanları ve yöneticileri bile "onları ziyarete randevu alarak gelir, odalarına ceketlerinin düğmelerini ilikleyerek" girerlerdi!..
"Onların zamanında", bir spor gazetecisine, bir spor yazarına bir kulüp başkanının, bir kulüp yöneticisinin, bir antrenörün, spor teşkilatının, federasyonların en tepelerinde oturanların, değil hakaret etmeleri, sıradan bir sözlü tacizde bulunmaları bile, "özür dilenmesine kadar giden" bir "büyük şefler tepkisi ile" karşılaşırdı!..
Kimse kusura bakmasın, "o günlerden", bıraktım başkanları, sıradan yöneticilerin bile, hem de TV'lerin canlı yayınlarında spor müdürlerini, şeflerini, spor gazetecilerini azarladığı günlere geldik!..
O şeflerin zamanında "spor gazeteciliği" günün 24 saati, haftanın 7, ayın 30, yılın 365 günü "izin ve hastalık hariç" kesintisiz ve nefes nefese yapılır; aralarındaki rekabet, servislerine, sayfalarına ve elbette çalışanlarına yansır, bunun sonucu olarak da "gazeteler birinci değil, spor sayfalarından okunmaya" başlanırdı!..
Necmi Tanyolaç, evet şefimizdi, ama onun ötesinde ağabeyimiz, hocamız, önderimiz, liderimiz, dostumuz, arkadaşımız, meslektaşımızdı; "samimiyet ile laubalilik arasındaki sınırı", onun söz ve uyarıları değil, "görünmeyen ama elle tutulur hâle gelen" kişiliği kesin çizgilerle çizerdi!..
Hiç unutamam, sevgili kardeşim Hıncal Uluç'un spor yazarları tribününe "sarı-kırmızı kaşkol ile geldiği" günlerdeki bir hatıramı!..
Bir TSYD genel kurulu sırasındaydı, sohbet ediyorduk, dedi ki; "Ben dahil herkes çok kızdı, söylendik, yazdık çizdik Hıncal'a. Kerata, 'Sobe' dedi ve saklambaç oyununu bitirdi. Ne dersek diyelim, ne yazarsak yazalım, artık 'tarafsızız' diye saklanma dönemi kapandı."
İşte o kadar "gerçekçi, ileriyi gören" ve de "Sezar'ın hakkını Sezar'a veren" bir dev, mesleğimizin bir anıt adamı idi, o!..
"Gidenin ardından", klasik söylemlerden biridir; "Yeri dolmaz" sözü!..
"Yerinin dolmadığını ve de dolmayacağını", o yaşarken gördük, "şimdi artık yok"; içimiz, yüreğimiz sızlayarak anacak ve arayacağız, onu!..
Mekanı cennet olsun, bizlerin, hepimizin başı sağ olsun!..