Hep yazıp gelmişimdir; "Ben futboldan çok anlamam"; 50 yıldan fazladır "normal bir maç seyircisi" ve "bir spor yazarı olarak" maç yazıcısı ve yorumlayıcısıyımdır; o kadar!.. Bakıyorum; "dünkü" çocuklar, "benden farkı olmayan" bir kısım ûlema, her maçtan sonra spor sayfalarının köşelerine, TV ekranlarına kurulup, "Yok tandemdi, var sarkık liberoydu, az ön liberoydu, çok 4-4 bilmem kaçtı" diye saatlerce ahkâm kesiyorlar, hadi ona da "eyvallah" da, "bir" de Fatih Terim'lere, Feldkamp'lara, Ertuğrul Sağlam'lara, Zico'lara "futbol dersi vermeye kalkmıyorlar" mı, gülmekten katılıyorum, bayılıyorum; zaten millet de gülüyor, resmen alay ediyor, görüyorum, duyuyorum, dinliyorum!.. Zira, millet "sadece" tribünlerde değil, TV ekranlarında da maçları seyrediyor, hatta "Türkiye maçlarından çok, Avrupa maçlarını izliyor"; nedir, neyin nesidir görüyor, anlıyor, öğreniyor; kül yutmuyor!.. Daha da garibi, çok zaman şu görüntü oluşuyor İki "anlı ve de şanlı" yorumcumuz, hatta "aynı sayfa" ya da "aynı ekranlarda" birbirlerine "taban tabana zıt şeyler" söylüyorlar!.. "Hanginiz" doğruyu söylüyor ya da yazıyor, benim sevgili yorumcu kardeşlerim; "hanginiz" doğru dürüst "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olup", bilgiçlik, pardon "ûlemalık" taslıyor?.. Hanginizin, Feldkamp ya da Zico ya da Fatih Terim'e "ders veren" yorumuna inanacağız?.. Buyurun son örnek: Fenerbahçe'nin de, Galatasaray'ın da son maçlarını TV'de seyrettim!.. O gecelerden başlayarak iki maç konusundaki görüşlerin bir yığınını takip ettim; ertesi sabah çıkan gazetelerde yer alan kritiklerin hemen hepsini okudum, ertesi gece TV ekranlarındaki yorumların çoğunu dinledim. Çok büyük çoğunluk "koro" hâlinde: "İyi oynayan bir Fenerbahçe!.." "Kötü oynayan bir Galatasaray!.." Şimdi "bu yorumları yapanlara" soruyorum: Koyun Konyasspor kalesine Ankaraspor kalecisini, Ankaraspor kalesine de Konyasspor kalecisini, bakın bakalım "maç skorları" ne olacaktı ve sizler "neler" yazıp, "neler" söyleyecektiniz?.. "Ankaraspor'u öve öve bitiremeyenler" ve "Galatasaray karşısında oyuna ve maça hükmettiğini" söyleyen ve yazanlara da söyleyeceğim var: "Çok iyi oynayan" Ankaraspor'un 90 dakikada girebildiği gol pozisyonu sayısı "2", yazı ile de "iki"; Galatasaray'ın "en iyi topa vuran adamı" Lincoln başta, Hakan Şükür'ler, Ümit Karan'lar ve Arda'lar, Barış'larla girdiği gol pozisyonlarının sayısı kaç; ben çetele tutamadım, istatistikler ve maçın kasetleri arşivlerde duruyor; açın bakın ve sayın bakalım kaç?.. Bitmedi; "direkten dönen", dahası "penaltı tartışması ile devam edilen" pozisyon sayısı kaç?.. Galatasaray'ın rakip kaleye attığı şut sayısı, kalecinin kurtardıkları, defans oyuncularının, hatta Ankaraspor ceza alanı içinde bulunan Galatasaraylıların orasına burasına çarparak "kurtulan" şut sayısı, "tehlikeli" yan orta sayısı kaç; bütün bu istatistikler de orada duruyor!.. Fenerbahçe'nin maçını Galatasaray - Fenerbahçeli arkadaşlarla beraber seyrediyoruz, Fenerbahçeliler bile "Bu ne biçim maç, iki takım da yürüyor, Fenerbahçe sanki PAF takımı ile antrenman yapıyor" diyecek hâle geldikler; "bizim" ûlemamız sarı-lacivertli takımı yere göğe koyamıyor; "bir tempo yapmış ki, ne tempo!.." Hadi canım siz de!.. "Rakamlar ve gerçekler" bu kadar açık iken ve de Galatasaray, Ankaraspor önünde, Kayserispor önündeki futboluna göre "çok daha iyi" iken, "sadece" skora bakıp "ahkâm kesmek", işte "benim" anlı ve de şanlı spor medyamın "en kolay yaptığı iş"; işte bu yüzden maç seyircisi ve maç okuyucusu bakımından "ciddiye alınmama yolunda" koşmaya hızla devam ediyoruz ve "ekranlarda da, sayfalarda da" öncülüğü "eski" hakemlere ve "teknik direktörlüğe kısa dönem ara verenlere" kaptırıyoruz!.. "Eski" hakemlerle "pozisyon yorumlamak" ya da "teknik direktörler" ile "futbol tekniği" konularında "yarışmaya kalkışarak" gülünç oluyor, ağırlığımızı, inanılırlığımızı, güvenilirliğimizi kaybediyoruz!.. "Onların sahasında" yani "deplasmanda" oynamak bize hep kaybettiriyor ve kaybettirecek!.. TV ekranlarında "etraflarındakilere tepeden bakarak" çoğu zaman "alay da ederek" konuşan, istediği zaman gülen, istediği zaman fırçalayan "eski hakemler", spor sayfalarında "onca yılın spor yazarlarının yazılarının üzerine yazıları konan" teknik direktörler ve "çarpık tablonun sebepleri" bizleri hâlâ yattığımız "uzun" uykudan uyandırmıyor!.. Mesleğimize, ekranlarımıza, sayfalarımıza sahip çıkamıyoruz!.. "Buralar" bizim sahalarımız ama "kendi sahamızda devamlı deplasmanda oynuyoruz", neden?.. Onların oyunu açık; "bizi tuzağa düşürüyor, bilgi ve uzmanlık sahalarına çekiyorlar" ve sonra da vur da vur; tiraj da onların, reyting de!.. "Eskiden" böyle miydi?.. Necmi Tanyolaç'ların, İslâm Çupi'lerin, Halit Kıvanç'ların, Necati Bilgiç'lerin, Hıncal Uluç'ların, Attila Gökçe'lerin, Kemal Belgin'lerin, Güven Taner'lerin "önüne", örnek de vereyim; "Türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük kralı" Metin Oktay'lar dahil, hangi "eski" futbolcu geçebilirdi, hangi "eski" hakem geçebilirdi?.. Çünkü, "hep kendi sahamızda oynuyor"; onları "misafir sanatçı" olarak kullanıyorduk!.. "Biz ettik, biz buluyoruz"; şikâyete hakkımız var mı?.. Zaten "şikâyet zamanı çoktan geçti"; şimdi "akılları başlara alma zamanı!.." Tabii, "başlarda akıl varsa" ve de gazetelerin spor sayfalarında, TV'lerin spor ekranlarında "mesleği düşünen, mesleği seven başlar" varsa!..