Dünyanın en çok sevilen babasını gördüm

A -
A +

Dünyada evlatları tarafından en çok sevilen babayı bu hafta gözlerimle gördüm. Hâlâ gördüklerimin etkisindeyim.

 

Yazacaklarımı lütfen dikkatle okuyun.

 

Çocukları için gecesini gündüzüne katan çok babalar gördüm. Bu baba onlardan biri değildi.

 

Hayatını onlara birkaç ev, birkaç dükkân bırakmak için harcamış birçok baba gördüm. Hatta fazlasıyla da mal bırakmış babalar. Bu baba onlardan da değildi.

 

Gurur duyulacak işler yapmış babalar gördüm, ilk organ naklini yapmış, depremde, yangında birçok insanı oradan kurtarmış. Bu onlardan da değildi.

 

Gördüğümde 20’li yaşlarda dört evladı babalarına sarılıyordu. Birisi yüzünü öpüyordu babasının. Biri sırtından sarılmış, sırtını öpüyordu. Biri soldan sarılmış babasına omzunu öpüyordu. Biri de yer bulamamış, dizlerinin üzerine çökmüş babasının dizlerini, kaval kemiğini öpüyordu. Hani ayaklarında ayakkabı olmasa ayaklarını öpecekti belki. Bakın hiçbirini abartmıyorum.

 

Şaşkınlık içindesiniz değil mi? Acaba adam öldü mü diye düşündünüz belki, hayır kanlı canlı ayaktaydı. Şaşkınlığı yaşayan sadece siz değilsiniz, ben de hâlâ o anların etkisindeyim.

 

Bu hafta içi bir okurumun mektubu ile harekete geçtim. Silivri Cezaevinde bir mahkûm kardeşim kitabımı okuduğunu, hayata tutunduğunu, ailesi tarafından reddedildiğini ve tek bir ziyaretçisinin bile olmadığını yazmış. Gelecek planlarını yazmış. Yazacak kimsesi olmadığından bana yazmış.

 

Ben de cezaevi yönetimiyle temasa geçip görüş gününü öğrendim. Kalktım gittim o gün. Hayatımda ilk kez bir cezaevinin içini görecektim. Şaşkınlıktan nutkum tutuldu.

 

Silivri’nin otoparkına girdiğim andan itibaren artık sanki dünyada değil, başka bir yerdeydim.

 

Mahkûm yakınları arasındaki dayanışma herhâlde dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Sınava giren öğrencilerin aileleri de birbiriyle etkileşim hâlindedir ama bilirler ki günün sonunda çocukları rakiptir. Atama bekleyen öğretmenlerin aileleri de öyle. Ama mahkûm yakınları birbirinin de yakınıymış meğerse. Hemen kaynaştım oradaki insanlarla.

 

Mesela çok ilginç, kimsenin yüzüne uzun süre bakamıyorsunuz. Baktınız mı “sizinkinin suçu neydi?” sorusunu hissediyor üzerinde, utanıyor, üzülüyor. Hemen savunmaya başlıyor.

 

Eğer mahkûm yakınına kızgınsa zaten kendisi anlatmaya başlıyor, hem kızıp hem sövüp hem de anlatıyor. Aslında o da “beni teskin et, rahatlayayım görüşten önce” demek istiyor. “Çıkar üzülme” diyorsunuz, rahatlıyor. “Bak en azından burada, hayatta olduğunu biliyorsun, en azından görebileceksin, ya ölseydi o zaman daha mı iyiydi?” diyorsunuz, acılı bir gülümseme düşüyor dudaklarına.

 

Derken görüş salonuna geliyoruz. Bugün açık görüş. Yemekhane gibi bir yer. Bir masada dört genç, üçü kız biri erkek. Daha mahkûmlar gelmeden ağlamaya başlıyorlar. Gözler üzerlerine dönüyor.

 

Bir saat de orada bekliyoruz. Burada yazdığım her paragrafın arasında orada birer saat var.

 

Mahkûmlar geliyor. Derken bir çığlık. Dört gencin babaları geliyor. Daha bir ay olmuş gireli. Muhtemelen ilk açık görüşleri. Film izler gibi izliyorum dört gencin babalarına sarılmasını. Suçunu öğrenemiyorum. Nasıl sorulur, onu da bilmiyorum.

 

O günden beri tanıdığım tüm harika babaları aradım, “hiç böyle karşılandın mı evde” diye sordum. Sonra da gördüklerimi anlattım. Hepsi dayak yemiş gibi oldu dinlediklerinde.

 

Silivri’de gezerken rastladığım mahkûm yakını ailelerin, belalı, sorunlu olabileceğini düşünüyordum. En çok çocuk ve yaşlıları gördüm. Ölüm döşeğinde yaşlılar, babasını görmeye gelmiş ama orasının bir fabrika olduğu yalanıyla kandırılmış minicik çocuklar. Çocuklar oynuyordu her zamanki ve her yerdeki gibi. Yaşlıların gözleri nemli, belli ki yol boyu ağlamışlardı. Ama genel olarak ailelerin, gelenlerin %90’ı temiz yüzlü, temiz giyimli, düzgün insanlardı. Siz, biz gibi.

 

Beni tanıyanlar, yanıma gelenler oldu. Şaşırmışlardı beni orada gördüklerine. Bu şaşırmaları biraz da iyi geldi, sıradan ve insan olduğumu hatırladım. Hepimizin, her birimizin her an her şeye aday olduğunu hatırladım bir kez daha.

 

Çocukların babalarına öyle sarılmasını bir yere bağlamamı bekliyorsunuz, biliyorum. Kafamda hâlâ bağlayamadım ki size de anlatayım.

 

Sadece şunu söyleyebilirim. İnsan her şeye alışıyor. En büyük zorluklara bile alışıyor ve ondan sonra da daha düne kadar isyan ettiklerinin şükürlük olduğunu fark ediyor. Beterin beteri olduğunu, beterini görmeden anlamıyor.

 

Her Türk vatandaşına, özellikle gençlere ayda bir-iki saat cezaevinde, bir-iki saat yoğun bakımda, bir-iki saat adliye koridorlarında, bir-iki saat de mezarlıkta, gasilhane önünde oturma görevi verilmeli.

 

Emin olun ne suç, ne kavga, ne şükürsüzlük, ne de mutsuzluk, memnuniyetsizlik kalır. Mutluluk endeksinde 20 sıra birden yükseliriz bir yılda.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.