Herkesin gözü temasta olduğunun elindeki imkânlarda.
Çalışan, şirketi adına bir ürün satıyor, bir servis veriyor. Kazandırdığı parayı görünce gözleri büyüyor. “Benim maaşımı üç günde kazanıyor” diyerek hesaplar yapıyor. Çalıştığı iş yerinin kirasını, stopajını, ödenen sigortaları, yemek faturalarını, ay sonu ödenen vergileri görmüyor.
Patron çalışana maaş öderken gözleri büyüyor. Yıllık izne çıktığında, akşam mesai bitiminde evine koştuğunda rahatsız oluyor. Kendisi kadar stres çekmediğinden, işleri dert etmediğinden dert yanıyor.
İkisininki de bir seçiş. Her seçiş de bir vazgeçiş.
Evlenmeyi tercih ediyorsan bekârlığın serbestliğinden vazgeçiyorsundur.
Evlat sahibi olmayı istiyorsan her istediğini yapma özgürlüğünden vazgeçiyorsundur.
Yurt dışına taşınmaya karar verdiysen annene, babana, memleketindeki sevdiğin yerlere, çocukluk arkadaşlarına her istediğinde gitme özgürlüğünden vazgeçiyorsundur.
Malumunuz bu aralar gurbetçilerin dönüş günleri. Her gün haberlerde gözü yaşlı gurbetçi görüntüleri. Birileri de bunu, yani ülkesinde kalanla gidenin arasındaki bağı zayıflatmak için kaşımayı seviyor.
Yaşadığı ülkeye giden gurbetçi durup ağlayarak tekrar Kapıkule’den girmeye çalışmıyor ki. Altı üstü mikrofon uzatılıp da yarası deşildiğinde gözleri doluyor. Dolmasın mı?
Hemen Almanya’daki salatalık fiyatı ile Türkiye’deki fiyatının avro karşılığı kıyaslaması. Yahu konu salatalığa ne ara geldi.
Bu kez de sokaklarda âdeta insanları kışkırtmak için görevlendirilmiş eli mikrofonlu mikserler de Türkiye’de yaşayanlara soruyor bu gurbetçileri. Sormuyor aslında, sövdürmek için kaşıyor. Onlar da zaten galeyana gelmeye müsait. Başlıyorlar söylenmeye. Arkadan da bir gurbetçi geçerse hele…
Bütün bunlar neden oluyor?
İnsanımız sadece kendisi için bir şeyler istemiyor. Kendi kararının günün sonunda doğru karar olabilmesi için kalanlar için de bir şeyler istiyor.
Mesela içten içe kendi akranları, kuzenleri, okul arkadaşları eğer kendileri gibi yurt dışına taşınmadıysa buna pişman olsun istiyor. Bunu sorsanız kabul etmez ama içten içe bu dürtü hâkim. Çünkü kalanlar çok mutlu olursa kendisinin kararı sorgulanacak, yılları boşa gidecek.
Oysa herkesin hayat çizgisi, hikâyesi farklı.
Doğduğundan beri aynı eğitimi almış iki kişiye aynı alanda iki şirket kurun, biri batırabilir, diğeri o alanda dünyada sayılı şirketlerden birine dönüştürebilir işini.
Şunu unutmamak gerekiyor. Herkesin bir nasibi var, ve her nasibin de bir vakti var. Birisi sizden iyi gidiyorsa, birisi sizden mutluysa, aynı işi yaparken o daha çok kazanıyorsa o yükseliş vaktindedir. Siz de belki o süreçte durağan vakittesinizdir.
Esas imtihan burada bir başkası yükselirken onun mutluluğuyla samimi şekilde mutlu olabilmek.
Yeni Şafak’tan Sevda Dursun, Sami Yusuf ile bir röportaj yaptı. Orada ilgimi çeken bir bölüm oldu. Kendisi Filistin meselesiyle ilgili az paylaşım yapmakla suçlanıyor. Bu sorulunca şöyle demiş:
“Filistin’de bir soykırım yaşanıyor ve bu bir insanlık felaketi. Hayatımızda hiç görmediğimiz bir kötülükle karşı karşıyayız. Kapasitem ölçüsünde, her zaman Filistin’in yanında oldum. Oraya da gittim. Hayatım boyunca bu meseleyle ilgilendim ve biliyorum ki Türkiye de ilgilendi. Türk insanı için bu konu çok hassas, ama elimizden geleni yapıp güçlü olmalıyız. Ekrana çıkıp bağırmak çok kolay, ama sonra bu bir “Filistin endüstrisi”ne dönüşüyor. Bazı insanlar bu acıyı kullanarak şöhret, beğeni ve anlık tatmin sağlıyor. Dua edip elimizden geleni yapmaktan başka çaremiz yok.”
Türkiye’de Filistin hassasiyetini diri tutmaya çalışan yazar, konuşmacı, sanatçı bazı arkadaşlar dostlar var. Bazen ben de Sami Yusuf gibi düşünüyorum. “Filistin endüstrisi.”
Kalpleri Allah bilir, kim gerçekten samimi, kim şöhret, beğeni ve anlık tatmin sağlıyor, bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var. Filistin denildiğinde kimseye yer bırakmayan bazı medyatik arkadaşlar, başka sivil toplum kuruluşlarının yaptığı Filistin programlarına gitmiyor. Gitmemeyi bırakın paylaşım bile yapmıyor.
Yani “ben varsam, ben ön plandaysam Filistinli çocukların sesleri duyulsun, değilsem duyulmasın”.
Gerçekten samimi, hasbi insanlara kendi organize etmediği programlarda da halkın arasına karışmak yakışır. Eğer bunu yapabiliyorsa kendi organize ettiği programlardaki samimiyeti anlaşılır.
Ömer Ekinci'nin önceki yazıları...