Gelin ata binmiş ya nasip!

A -
A +

Hikâyelerde, masallarda ve menkıbelerde kızını zengin ama zalim biriyle evlendiren baba umumiyetle pişman olur. Güzel ahlakı tercih edenler kazanır.

 

 

 

Cemiyetlerin karakteri, aile bünyesinde şekillenir. Bu sebeple evlilik hem ferdin hem de

 

cemiyetin istikbalini tayin eden en ehemmiyetli kararlardandır. Türk-İslam kültüründe evlilik, sadece iki ferdin değil, iki ailenin, hatta bazen iki sülalenin birleşmesidir. Bu yüzden bilhassa kız evlendirme, üzerinde titizlikle durulan, hayati bir mesele olmuştur.

 

Gelin ata binmiş ya nasip!

Kızını dövmeyen…

 

 

Cemiyet hafızasında yer eden “Kızını dövmeyen dizini döver” sözü, kız çocuklarının yetiştirilmesindeki mesuliyete işaret ederken, dolaylı olarak doğru bir evlilik için doğru bir terbiyenin ehemmiyetini gösterir. Zira iyi bir eş, evvela iyi bir insan olmalıdır.

 

Hikâyelerde, masallarda ve menkıbelerde kızını zengin ama zalim biriyle evlendiren baba umumiyetle pişman olur. Bunun yerine, fakir ama ahlaklı, dürüst bir delikanlıya kız veren aileler, sonradan hem manevi hem de dünyevi saadete ererler. Bu da gösteriyor ki, halk hafızasında en büyük kriter, gönül zenginliğidir. “Damadın malına değil, halına bak!” veya “Kaşına değil, işine bak!” demişlerdir.

 

Eskiden kız istemeye gelen damat namzedinin eline su testisi verilirdi. Testiyi kırmadan devirmeden yerine koyan, sakince davranan, göz göze gelmekten kaçınan damat namzedi edepli kabul edilirdi. Eskilerin aklı başında olanları, zengin, güzel, soylu değil, mesuliyet sahibi damat arardı. Böyle bir insan, her hususta doğru davranır. Seneler evvel popüler bir kadın gazete yazarı, karmakarışık işleri üzerine yıkarak giden kocasını anlatmış, erkekte aranacak yegâne vasfın mesuliyet sahibi olmak olduğunu şimdi anladım, demişti.

 

 

Ebeveynin imtihanı

 

 

Aile büyüklerinin en büyük imtihanı, kendi beklentileriyle çocuklarının saadeti arasında ahenk kurabilmeleridir. Çünkü bazen aileler, namzet seçerken kendi hırslarını, arzularını ya da sosyal statü kaygılarını ön plana alırlar. Bu da gençlerin mutsuz evlilikler yapmasına sebep olur. Hâlbuki evlilik, iki gönlün bir olmasıdır! Gönüller bir olmadan yapılan evlilikte huzur olmaz.

 

 “Kız gönülsüzse düğün evi, taziyeevidir” derler. Teyzem “Kız kini, deve kini gibidir” derdi. “Sıvalı evlerin tozu mu olur? / Şu memleketin yazı mı olur? / Sevdiğine varamayan kızların / Vardığı kocada gözü mü olur?” diye bir türkü yakmışlardır. Kızı sevdiğine verirler, ama asgari denklik evsafını ararlardı. Kızı istemediğine zorla vermek, zannedildiğinin aksine, pek nadirdi, çoğu zaman da sonu mesut biterdi…

 

Türk beylikleri ve aşiretlerinde kız vermek, aynı zamanda bir ittifaktı. Kızın kime verileceği; karşı tarafın itibarı, sözüne sadakati, muharebede gösterdiği yiğitlik gibi kriterlerle değerlendirilirdi. Oğuz Destanı’ndan Dede Korkut Hikâyelerine kadar birçok eserde kızı layık olana vermek fikri işlenir. Kızlar umumiyetle babası gibi damat ister.

 

Hanedan kızları, başka hanedanlardan erkeklerle evlenirdi. İki hanedan arasındaki hısımlık, iki ülkenin de ittifak ve sulhüne hizmet ederdi. Asillerin çocukları, çoğu zaman halk için kendi rahatlarını feda etmiştir. Bu tip evlilikler düşman aileler arasında da yapılır, hısımlık hatırına ortalık yatışır. Doğan çocuk da artık dayılarıyla kavga etmez.

 

Eskiden kızın potansiyel namzedi amcasının oğludur. “Kız emminindir” sözü meşhurdur. Hem aynı aile kültürüne sahiptirler hem de mal aile içinde kalır. Böyle bir namzet varken kızı başkasına vermek ayıptır. Bu almazsa o zaman aile serbesttir. Kusuru olmayan bir kızı yabancıya, yani akrabadan, hatta aynı beldeden olmayan birine vermek düşünülemez. Yoksa, “Ele karışan yere karışır” derler.

 

Gelin ata binmiş ya nasip!

Kızını bırakırsan…

 

 

Türk-İslam kültüründe kız vermek, sadece bir kız çocuğunu evden çıkarmak değildir; emanet edileceği yuvayı seçmektir. O yuva, çocuğunun hem dünyasına hem ahiretine tesir ederdi. Bu yüzden damat seçerken acele edilmezdi. Nice aşk, sabırsızlıkla yıkılmış; nice yuva, hikmetle kurulmuştur. Ev bark kurmak kolay, yuva yapmak zordur.

 

“Kızını bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya varır” sözünün arkasında, ailelerin kız çocuklarının evliliği hususunda mesuliyet almaları icap ettiği fikri vardır. Şayet çocuğuna sahip çıkmaz, onu doğru yönlendirmez ve evlilik gibi kritik kararlarında yalnız bırakırsan, hayatını rastgele biriyle birleştirebilir demektir.

 

Davulcu ve zurnacı ifadeleri semboliktir. Eskiden cemiyette maddi ve içtimai mevkii zayıf ya da istikrarsız görülen kimseleri temsil eder. “Kızını dövmeyen dizini döver” sözü de böyledir. Çocuğunu hakkıyla terbiye edip yönlendirmeyen pişman olur.

 

Peygamber efendimiz “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz” buyurmuştur, her amir, maiyetinden mesul olduğu gibi, ebeveynler de çocuklarından mesuldür. Onları kendi hâline bırakmak vazifenin ihmalidir.

 

 

 

 

Üç şeyi geciktirme!

 

 

İmam Gazalî hazretleri der ki: “Baba, çocuklarını evlendirirken onların menfaatini düşünmeli, ona layık olan erkeği ve kızı bul­malı; kötü huylu, çirkin ve geçimini sağlamaktan aciz bir kimse ile evlendirmekten kaçınmalıdır. Bir hadîs-i şerifte, ‘Nikâh bir nevi köleliktir. Kişi kızını kime teslim ettiğine bakmalıdır’ buyurulmuştur.” (Kimya-i Saadet)

 

Şir’atü’l-İslâm’da şöyle der: “Hadîs-i şerifte buyuruldu ki, kızını fâsıka (günahkâra) veren, melundur, yani Allah’ın rahmetinden uzaktır. Evlenecek erkek dört cihette kadından üstün olmalıdır. Yaşı, boyu, malı, nesebi. Kadın ise dört cihetten erkekten üstün olmalıdır: Güzellik, edep, huy ve takva. Genç ve güzel kızı, yaşlı ve çirkin bir erkeğe vermemelidir. Kızı dengi istediği zaman, vermemezlik etmemelidir. Malı çok yahut mevkii yüksek birine veririm diye sakla­mak, çoğu zaman kızın evde kalmasına, bu vesile ile ahlâkının ve ruh sağlığının bozulmasına sebep olabilir.”

 

Marifetname’de diyor ki, “Kızını evlendirmek isteyen, erkekte din, güzel ahlâk ve cömertlik arasın! Hadis-i şerifte, ‘Üç şeyi geciktirme! Namazı evvel vak­tinde kıl! Hazırlanmış cenazenin namazını hemen kıl! Kızı dengi isteyince, hemen evlendir!’ buyuruldu. Yani namazını kılan ve günah işlemeyen ve nafakasını helalden ka­zanan birini bulunca, hemen ona vermelidir.”

 

 

 

 

Davul bile dengi dengine

 

 

Şer’î hukukta, kadın, ancak din, dindarlık, zenginlik ve sanat cihetinden küfvü (dengi) olan erkekle evlenebilir. Erkek, bu hususlarda kadından üstün veya ona denk olmalıdır. Müslüman olmayan erkekle zaten evlenilmez. Yeni Müslüman olmuş biri de, atası dedesi Müslüman kızın dengi değildir. Köle erkek, hür kadına denk değildir. Fâsık (günahkâr) erkek, saliha kıza denk olamaz.

 

Halk arasında aşağı görülen bir sanat sahibi erkek, yukarı sanatlı birinin kızına denk olamaz. Soy cihetiyle denklik eskiden Arap kabilelerinde aranırdı, şimdi kabile hayatı kalktığı için cari değildir. Mehir ve nafakayı verecek iktidarda olmayan erkek, hiçbir kadına küfüv değildir. Bu şartlar, nikâh yaparken bulunmalıdır. Sonra kaybolması nikâha zarar vermez.

 

Kız, dengi olmayan erkekle evlenirse, velisi isterse bu nikahı bozabilir. Denklik, kadının, evlenmeden önce alıştığı hayatı devam ettirebilecek bir evlilik yapması; böylece muhtemel huzursuzlukların önüne geçmek içindir. Resulullah’ın halasının kızı Zeynep ile Zeyd evlenmiş, ama bu iki çok kıymetli insan, arada sosyal cihetten denklik bulunmadığı için mesut olamamışlardı.

 

 

 

Gelin ata binmiş ya nasip!

Bahçıvanın tavsiyesi

 

 

Merv kadısı, bir gün Mübarek isimli bahçıvanına, bağdaki üzümün tadını sordu. Bahçıvan tatmadığı için bilmediğini söyleyince şaşırdı. Kul hakkından korkan, müstesna biriyle karşı karşıya olduğunu anladı. Bir kızı olduğunu, çok sayıda talibi bulunduğunu söyledi ve “Kızımı kime vereyim?” diye danıştı.

 

Bahçıvan, “Efendim! Cahiliyye devrinde soya sopa, Yahudiler ve Hıristiyanlarda güzelliğe, Resulullah zamanında takvaya bakarlardı. Şimdi ise mala ve makama bakılıyor. Artık bunlardan dilediğinizi seçin!” cevabını verdi.

 

Kadı, “Ben takvayı seçiyorum ve istersen kızımı sana vermek istiyorum” dedi. Bahçıvan sosyal statüsünü ileri sürdü. Kız akıllıymış ki, muvafakati babasına bıraktı. Evlendiler. Bu evlilikten Abdullah bin Mübarek dünyaya geldi ki, ilk devrin en meşhur âlim ve velilerindendir.

 

 

 

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.