Dijitalleşmek paraya değil niyete bağlı...

Sesli Dinle
A -
A +

Sebep-sonuç ilişkilerinin karmakarışık hâle geldiği günümüz dünyasında, doğru kararı almak kolay değil. Çünkü doğru bilgi gerekiyor. Ekonomik faaliyetleri bilgide seçici davranması gereken firmalar gerçekleştirse de, söz konusu faaliyetleri düzenleyenler firmalar değil. Parlamentolar, devlet ya da devlet gücündeki düzenleyici otoriteler düzenlemeleri yapıyor. Yani rekabet, kârlılık, verimlilik gibi unsurlar üzerinden yükselmeyen mekanizmalar, bunlar için karar veriyor. 

 

1980'lerde esen özelleştirme rüzgârıyla bankacılıktan enerji piyasasına kadar oluşturulan "özerk" düzenleyici otoriteler de, 21. yüzyıla geldiğimizde devletin gücünü kullanırken hantal hâle geldiler, hatta keyfîleştiler. Yıllar geçerken ve ekonomi büyürken personel sayıları ve faaliyette bulundukları binaların metrekareleri arttı. Firmaların kârlı ve verimli şekilde çalışmasını sağlamak yerine, büyüyen bütçeleriyle ekonomiye kambur olmaya başladılar. 

 

Hâlbuki 3. Milenyumun gerçeği apaçık ortadaydı: Üretkenlik... Teknoloji Kullanımı... İnovasyon... Know-How.

 

Teşvik ve destek mekanizmalarının karar mercileri yukarıda bahsedilen unsurların gerçekleşmesi için gereken destekleri piyasayı fazla dinlemeden hayatın gerçeklerine uygun değil ama bürokrasideki yerleşmiş kaygılar üzerine inşa edince, gelişmenin önü kesildi. Bugün Batı Demokrasilerinin dayattığı mekanizmaların gelişen ülkelerde doğru çalışmaması bu açıdan kimseyi şaşırtmamalı. Çünkü bu tip ülkelerde özerk kurum yöneticileri görevlerinden çok kendilerini atayanlara bağlılık gösterirler. Bu durumu gayet iyi gören iş dünyası, siyaset üzerinden dolaşarak taleplerini gerçekleştirirler. Rekabeti hiç sevmeyen bir iş dünyası ile "rekabet ile değer oluşturma" prensibi elbette gerçekleşemez. 

 

"Fikirleri gerçeğe çevirmek" esasında tüm faaliyetlerin merkezinde olmalı. Ancak doğru bir fikir doğru bilgiyle oluştuğu için, tevatür ile veya matematiğe eziyet edilerek hazırlanmış raporlar yanlış kararların alınmasına sebep olur. Demokrasi ve özgür iradenin giderek "merkeziyetçi karar alma" iştahı ile yok edildiği dünyada, her şeyi kontrol etmeye meraklı liderlerin kimseyi 5 dakikadan fazla dinleyecek vakti yoktur, bu sebeple odasından çok çıkan kişinin fikriyle karar verirler. Hiç kimse alınan kararın verdiği zararları konuşamaz çünkü merkeziyetçi karar alma sistemi bir meselenin birden fazla müzakeresine müsaade etmez. Ancak şanslı raslantılarla hatalardan dönülebilir. Üçüncü bin yılda işlerin "talih" gibi bir faktöre teslim edilmiş olması ne kadar doğrudur, siz karar verin. 

 

Bir yandan dünya teknolojik ilerlemelerle insanın hata payını asgariye indirmeye çalışırken, gelişen ülkelerde dijital bir omurga üzerinden idare edilemeyecek kadar muğlak mevzuatta ısrar edilmektedir. Kimin hangi haklara sahip olacağı açık ve net değildir, piyasanın gerçeklerine göre belirlenmemiştir ve en kötüsü çoğu yerde karar alıcının keyfiyetine bırakılmıştır. Sürekli değişen mevzuat maddeleri sayesinde "aracı" insanların sayısı artar ve yapılan işlerin maliyeti kayıtlı olmayan ödemeler sebebiyle yükselir. Dolayısıyla dijitalleşme paradan çok bir niyet sorunudur. 

 

Merkezden karar alma yaklaşımı yüksek teknolojiyi kişileri gözetlemek için kullanır, verimliliği sağlamak için değil. Bir önceki makalemde yazdığım gibi Çin gibi nadir örneklerde kararların etkinliğini ölçmeye yarar. Ancak demokrasiyi sadece seçimle ifade eden ülkelerde, bireylerin faaliyetlerini gözlemek için kullanılan dijitalleşme "doğru bilgi-doğru karar" prensibinde kullanılmaz. Çünkü bu tip ülkelerde dijitalleşme üzerinden dezenformasyon ve kuşku üretilir. Doğru bilginin ne olduğu konusunda her zaman kafa karışıklığı vardır. İş öyle bir hâl alır ki, vatandaş kendi gözleriyle bile şahit olduğuna inanamayacak hâle gelir. Bu şartlar içinde olan kitleleri siyasetin arzuları doğrultusunda yönetmek kolaylaşır...

 

Statista'nın yaptığı araştırmaları bu açıdan önemli buluyorum. Mesele "yanlış habere maruz kaldığını düşünenler" anketinin ilk üç sırasını Türkler, Meksikalılar ve Brezilyalılar oluşturuyor. Televizyon dizilerini birbirlerine satarak, ülkelerinde varolmayan hayatları satan ülkeler oldukları için şaşırtıcı değil elbette. Bu dizileri seyreden herkes bu üç ülkede hayatın bu şekilde ilerlediğine inanabilir. İşin kötüsü bu ülkelerin vatandaşları da bu illüzyona kapılmış gözüküyor.  

 

Ancak ABD, Güney Kore, İspanya, Avustralya, Kanada, Japonya, Fransa ve Almanya bu ülkelerin hemen arkasından geliyorsa demek "kuşkuculuk" ve "paranoya" en üst seviyeye ulaşmış demektir. Gelişmiş ülkelerdeki bu durum, gelişen ülke vatandaşları için fazla umut vermemekte. Son derece büyük ve kapasiteli bir dijital omurganın üzerinde yükselen bilgi ekonomisinin yanlışlarla beslendiğini düşünmek kimseye iyi gelmez elbette. 

 

Daha önce katıldığım ortak çalışmalarda dijitalleşmeyle beraber öngörülen Millî Gelirlerin en az %15 üzerine çıkma ihtimali olduğunu keşfettik. Ancak, geleceği tahmin etmek o kadar kolay bir iş değil. Bugün var olan kurumlardan hangilerinin gelecekte var olmayacağı, bugün var olmayanlar ama gelecekte var olacakları tahmin etmek lazım. Yazının başında belirttiğim gibi, dijital çağ başlamadan ortaya çıkmış "özerk" olduğunu iddia eden ama hükûmetlerden talimat alarak çalışan düzenleyici otoritelerin en baştan ele alınması, bazılarının faaliyetlerine son verilmesi, siyasetten arınmış başka kurumlar ihdas edilmesi gerekiyor. Elbette bir süre sonra bu yeni kurumlar da siyasallaşacak. Michel Foucault’nun 1970'lerde Naom Chomsky ile girdiği bir tartışmada belirttiği gibi “sivil toplum da önünde sonunda ya siyasete bulaşır ya da kendi siyasetini üretir, gerçek yerine gücü tercih eder.” Merak eden "power over justice" adlı tartışmayı YouTube'da seyredebilir...

 

 

 

SONUÇ OLARAK...

 

 

 

Sonuç olarak, giderek entelektüel seviyesi düşen ve sadece para kazanmaya meyletmiş insanoğlunun enflasyonla beslenmiş bu eğilimini dijitalleşmenin tamamlayacağı açık. Ancak, teknoloji sayesinde özgürlüğünü ilan eden insanların aslında gitgide tutsaklaştığını görmedikleri de belli. Nüfusun en büyük kısmı gelişen ülkelerde olduğu için, bu ülkelerdeki hükûmetlerin vatandaşlarına bu derecede bir özgürlüğü tanımaya niyetli olmadıklarını bilelim. Buralarda kişiler kabiliyetlerini işlerini yürütmekte kullandıkları sürece sıkıntı olmaz ama ne zaman ki zekâlar ülke yönetimi veya siyaset üzerinde yoğunlaştırılır, işte o zaman cezalandırma başlar. Bu durum Aldous Huxley'in "Brave New World Revisited" (1958) kitabında detaylı şekilde anlatılmıştır. 

 

Bu satırları yazmamın sebebi şu: Gelişen ülkelerin içinde bulunduğu sorunlar ekonomi için yazılmış bir reçeteyle çözülemez. Dijitalleşme, teknoloji, markalaşma, verimlilik gibi meseleler hükûmetin kontrolünde ve talimatında seyrettiği için siyaset şekli değişmedikçe akıbetleri değişmez. Sivil toplum vazifesini yapamadığı ya da yapmadığı için ekonomik sorunlar hallolunca muasır medeniyet seviyesine çıkılacağını düşünürler. 

 

İşin esasında, bir kurumun içinde tepe yönetim aynı konu üzerine birbiriyle çelişen kararlar alıyorsa veya bir meselenin sorumluluğu birden fazla kişiye verilmiş ise, çalışanlar diledikleri gibi hareket etmeye başlarlar. Dolayısıyla en güzel dijital mimari bile sonuçları engelleyemez. Aynı durum hükûmetler ve vatandaş arasında yaşanıyor desem yanlış olmayacaktır. 

 

Sokrat diyor. Tam 2400 yıl önce söylemiş: "Hükûmetler icraat yerine talimat vermeye alışmış ise, vatandaşların kurallara uyması beklenemez.."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.