Günümüz küresel ekonomisi ve siyasi yapısı, hızla değişen ve derinlemesine dönüşen bir evrim geçirmekte. Bu dönüşüm, özellikle iş dünyasının politikalardan tamamen bağımsız hareket edemeyecek hâle gelmesiyle kendisini göstermekte, otoriter rejimlerin güçlenmesi ve liberal demokratik yapıların gerilemesiyle yeni bir döneme işaret etmekte.
Kaleme aldığım 2011 yılındaki bir makalede, “Küresel liberal ekonomi ve demokrasi gerileme sürecine girmiş, otoriter yönetimlerin merkezîleşmesi hızla artmaya başlamıştır” demiştim. Bu görüş, günümüzün ekonomik ve siyasi gelişmelerini anlamanın temel anahtarlarından biri oldu desem yanlış olmaz.
Kapitalizmin çelişkileri ve kurallı ekonominin sınırları
Söz konusu makalede serbest piyasa ekonomisinin teoride çok çekici görünmesine rağmen, pratikte uygulamada yaşanan ciddi sorunlara dikkat çekmiştim. Aslında güncel mikro detaylardan kendimizi ayırıp işin özüne baktığımızda karşımıza şu gerçek çıkıyor:
Kapitalizmi kurallı ekonomi ve serbest piyasa ile test ettiğimizde, iki temel sıkıntı ortaya çıktı. Birincisi, kurallar sınırsız zenginleşmenin önüne geçmek için konulduğundan, güç odakları bu kuralların üzerinden atlayıp kendi lehlerine kullanarak adaleti yozlaştırabiliyor. Buradan hareketle, ekonomik güçlerin kendi çıkarlarını gözetmesini önlemek için konulan kuralların, zaman zaman adaletsizliğe zemin hazırladığı ortaya çıkıyor.
İkinci önemli sorun ise, aşırı mevzuat ve yasal karmaşanın, iş yapma refleksini ve esnekliği kökten zayıflatması. Aşırı mevzuat sebebiyle katma değeri artırmak ve yeni girişimler yapmak zorlaşırken, ekonomide esneklik ve yenilikçilik âdeta engelleniyor. Bu durum, büyük şirketlerin rekabet ortamına ayak uydurmak yerine politik liderlerle yakınlaşmasına yol açıyor.
Otoriterleşme ve yapısal reformların çöküşü
Tüm bu gelişmeler, devlet aygıtının giderek daha otoriter ve merkeziyetçi bir hâle gelmesine sebep olmakta. Kanunlar sürekli değişiyor ve takip edilmesi zorlaşıyor; bu da yukarıda belirttiğim gibi, iş dünyasının politik liderlerle doğrudan anlaşmaya gitmesine neden oluyor. Bu durum, yapısal reformların ertelenmesine ve piyasaların rekabetçi doğasının zayıflamasına yol açıyor. Artık eşit şartlarda yarışmak yerine, liderlere yakın olmak, var olan sistemde ‘çekirdek’ bir strateji hâline geldi.
Rekabet ortamının kalmadığı, yerini ‘yarar ve yakınlık’ iletişimine bıraktığı bu yapıda, yeni bir muhafazakârlık ve otoriter yapı güçleniyor. Bu bağlamda, “liberal kapitalist demokrasi” yerine, “kapitalist seçimli demokrasi” ya da Çin ve Rusya’da gözlemlenen “kapitalist seçimli otokrasi” anlayışları öne çıkmaya başladı. Bu yeni anlayışa göre, devletin ekonomik faaliyetleri ve piyasalardaki etkinliği artarken, piyasa aktörlerinin hareket alanı daraltılıyor veya liderin icazetine bırakılıyor.
Devletin ve sermayenin yeni rolü
Dikkat çekmek istediğim bir diğer önemli nokta ise, devlet ve sermaye ilişkileri. Günümüzde devletlerin ekonomik hayattaki etkisi, piyasanın özerkliği ile yarışır hâle geldi. Kamu otoritesi, sermayenin gelişmesini engelleyecek veya yönlendirecek biçimde hareket ederken, bu hareket hem yasal hem de keyfî müdahaleleri kapsar hâle geldi. Bu yeni sistemde, hükûmetlerin karşısındaki siyasi unsurların varlığının sermayedar sınıfı tarafından desteklenmesi yasa dışı olarak tanımlanmakta.
Teknolojinin ve otokrasiye geçişin öngörüleri
Aldous Huxley’in 1950’lerde kaleme aldığı “Cesur Yeni Dünya” adlı eserinde belirttiği “Gelecekteki iktidarlar, kişilerin yeteneklerini geliştirmelerini desteklerken, bu yetenekleri siyasette kullanmalarına izin vermeyecek ve bunu cezalandıracak” öngörüsünü hatırlayalım. Günümüzde ise, teknolojik gelişmeler ve gözetim sistemleriyle bu tespitin gerçeğe dönüşmekte olduğunu görüyoruz.
Dijital teknolojilerin, büyük veri ve yapay zekânın, otoriter rejimlerin elinde âdeta bir araç hâline geldiği bu dönemde, bireylerin özgür iradeleri kısıtlanmakta ve hareket alanları daraltılmakta. Bu ortamda, devletler veya büyük şirketler, vatandaşların bütün hareketlerini izleyebilir, etik sınırları zorlayarak onları kontrol altına alabilir. Bu gelişme, “yeteneklerini serbestçe kullanma ve geliştirme özgürlüğü”nün devlet kontrolü altında tutulacağı yeni bir otokrasi biçiminin şekillenmesine zemin hazırlıyor desem yanlış olmaz...
Sonuç: Gelecek görünümü ve alternatif perspektifler
Tüm bu gelişmeler, Huxley’nin öngördüğü diğer distopik senaryoları da doğrular nitelikte. Bu süreçleri doğru analiz etmek, önümüzdeki dönemlerde alınacak tedbirler ve siyasi tercihler açısından büyük önem taşıyor.
Çoğunluğun kabul ettiği gerçek şu: “Devletlerin müdahalesi ve vatandaşların katılımı olmadan sürdürülebilir bir kalkınma mümkün değildir.” Ancak yeni muhafazakârlık vatandaşın katılımı konusunda tereddütlü. Çünkü katılma ya da katılmamanın tercihe bağlanması, liberal yaklaşımlara davetiye çıkarıyor. Bu durumda "kapitalist seçimli demokrasi" projesi rafa kalkar. Dolayısıyla "ben ne diyorsam onu yap, seni aç bırakmayacağım" diyen devletin karşısında "beni as ama aç bırakma" diyen kitleler oluşuyor.
Sanırım "gelişme ve özgürlüklerin sınırlandırılması, totalitarizme doğru bir adım mı, yoksa yeni bir denge mi?” sorusu, önümüzdeki yılların en önemli tartışma konularından biri olacak.