Aklım erdiği günlerden beri ahirete gidenleri gördüm, “Boş ver, hayatını yaşa…” da demedim! Aksine "Bir gün sıra bana gelecek!” dedim.
Mecnun’um diyen kimse, hep kan ağlasa bile,
Leyla’ya kavuşamaz, çölde çekmeden çile.
Çalış sebebe yapış, son ne dilersen dile!
Ne hancı kalır, ne han, hepsi silinip gider,
İyi kötü her insan, tabuta binip gider.
Gözden akan her suya, merhametli yaş denmez,
Secdeye gitmiyorsa, öylesine baş denmez.
Edebinden dolayı, susuyorsa boş denmez!
En nihayet bembeyaz, beze sarılıp gider,
Hacı hoca her insan, tabuta binip gider.
Delirsen Mecnun gibi, Leyla için çöl aşsan,
Heba olur gayretin, ilmin yok hepten boşsan.
Kar, dolu olup yağsan, sel olup hepten taşsan.
Ne yağmur kalır, ne sel, hepsi kuruyup gider,
Kadın erkek her insan, tabuta binip gider.
Boş çevirmez elini, "Yâ Rabbî lütfet" dersen,
Şânı yücedir, verir, ne kadar çok istersen.
Mutlak ziyan edersin, haramdan biraz yersen.
Ne yolcu kalır, ne yol, hepsi dolanıp gider,
Büyük küçük her insan, tabuta binip gider.
Yüzük olacak bir taş, sert hâlini bırakır,
Kırılıp yontulmayı elbette göze alır.
Doğru olan doğruda, eğri de öyle kalır.
Ne HOCA kalır, ne şan, hepsi dağılıp gider,
Âlim cahil her insan, tabuta binip gider.
***
Tembellik yapmadım okudum. Zamanın en büyük âlimlerinden dinimi, diyanetimi noksansız öğrendim, elhamdülillah. Ömür boyunca bunun çok çok faydasını gördüm. Ne yaparsam yapayım, ne kadar zengin olursam olayım, cahilsem, bir şeyler bilmiyorsam; yarım insan olacağımı da biliyordum. Bizde "Ehem mühimme müreccahtır…" sözü meşhurdur. Yani ehem, mühimme tercih edilir. Mühim, önemli demektir, ehem ise en önemlidir. İşte tefekkür edebilme ve ehemi mühimme tercih edebilme kâbiliyetimin gelişmesini bu köklü eğitimime borçluyum.
Aklım erdiği günlerden beri ahirete gidenleri gördüm, “Boş ver, hayatını yaşa…” da demedim! Aksine "Bir gün sıra bana gelecek!” dedim, ibret almaya çalıştım. O vefat edenleri ebedî istirahatgâhlarına koyarken yine gördüm ki kimi zaman toprak sıcaktı, kimi vakit serin ve rutubetliydi ve kendi cesedimi oraya koyup ayrılıyormuşum gibi düşündüm. Bu yüzden olsa gerek gençliğimde bütün dünya lezzetlerinden soğudum...
Çok cenaze yıkadım. Birçoğunun bedenleri buz gibiydi. Çocuklar için küçük çukurlar kazılıyordu… Onlar için üzülen çok olsa da ben "Minik pamuk eller, daha dünyanın kirine bulaşmadan uçmuşlar öte âleme, ne saadet…” deyip ağlanacak yerde onlara heveslenenlerden oldum. Mutlak akıbetimize dikkatleri çekmek istedim. Anlayan anladı, anlamayana ne yapsak zaten azdı. Kendi kendime “Et ve kemiklerimiz gibi gözyaşları, merhamet ve pişmanlık yani nedametlerimiz de toprağın altına giriyor. Hangisi çürüyor, hangisi çürümüyor?” diyor, pek sarsılıyordum. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...