Talebelerimden birine sordum: “Niçin ben? O kadar öğretmeniniz oldu. Benim adıma sevinebileceğim bir durum lakin merakım da had safhada.”
Nursel Şahin: Yarı ev sahipliği de yapan kardeşimiz, kocasını yurt dışına gönderip bugünü kaçırmayanlardan. Nefis ikramlarını saymak istemiyoruz.
Jale Yılmaz: Bu toplantının asıl mimarı... Fedakârlığını saymakla bitiremeyiz. Kibar, beyefendi hayat arkadaşıyla birlikte unutulmaz bir ev sahipliği yaptılar. Hem sevinçten ağladılar, hem de ağlattılar. Gerisini siz hayal edin artık.
Ve bendeniz Ragıp Karadayı: Bütün o dönemin numune denilebilecek öğretmen kadrosunu temsilen ve kardeşim Mehmet Zeki adına oradaydım. Çok duygulandım, çok çok unutamayacağım bir hafta sonu oldu. Fazla uzatmayayım, anlayacağınız beni de çok ağlattılar.
İçimden, talebelerimden birine sormak geldi; “Niçin ben? O kadar öğretmeniniz oldu. Benim adıma sevinebileceğim bir durum lakin merakım da had safhada…” dedim.
İnsan en çok basit şeyleri tarif ederken zorlanır ya aynen öyle bir hava esti. Basit derken, bazen bir şeyin mânâsının ve sebebinin o kadar açık olduğunu düşünürsün ki, anlaşılamayıp sorularla karşılaştığında nasıl cevap vereceğini şaşırırsın. Tam o hâli yaşadık kısa bir müddet.
Bu talebem de beklemediği bu suâl karşısında durakladı. Nasıl bir şey olduğunu herkes bilir ama iş tarif etmeye gelince mesele çıkar. Hasıl-ı kelâm bu basit suâlin cevabı; tam tersine oldukça zordu ki talebem kem-küm etti.
Yardımcı olmak için yeniden tekrarladım: “Benim ne hususiyetim var? Niçin? Neyimi takdir ediyorsunuz?” Böyle suâl beklenmediğinden cevap vermeye çalışmak kolay olmasa da talebem bizi fazla merakta bırakmamak için olsa gerek başladı anlatmaya:
“Hocam muhabbeti, hürmeti o kadar derininde hissediyorsundur ki, buna sebep aranması tuhaf geliyor bana… sanıyorum bütün insanlara da... Herkes kabiliyeti ölçüsünde anlasın, istediği gibi inansın ister. Onun nedeni niçini olmaz ama madem çok istiyorsunuz anlatayım hocam.
Bir subay çocuğuyla kavga etmiştik. O da gidip babasına şikâyet etmiş. Babası da ertesi günü mektebe gelip müdür Murat Hocaya durumu anlatmış. Müdür Bey sınıfa girdi, beni dışarı çağırdı, dinlemeden, niçinini, nedeni sormadan hayvan döver gibi dövmeye başladı. Tekme tokat nereme denk geliyorsa bütün kuvvetiyle vuruyordu. Sanki İsrail askerleri Filistinli bir çocuk yakalamış da kıyasıya yerden yere vuruyordu. Nasıl olduysa tam o esnada siz içeri girdiniz. Durumun vahametini görünce koşup Murat Beyin önüne geçtiniz. Beni düştüğüm yerden kaldırıp lavaboya götürdünüz. Kanayan ağzımı burnumu tiksinmeden yıkadınız, mendilinizi çıkarıp yüzümü gözümü sildiniz, kurulayıp teselli ettiniz. Murat Beye bir bakışınız vardı ki onu hiç unutamıyorum. Ha vurdu ha vuracak gibiydiniz ki 'Lâ havle…' çektiğinizi duydum... Yeter mi? İşte şuuraltına işlenmiş muhabbetin hakikati bu hareketlerde saklı hocam. Sevmek de sevilmek de sebepsiz olmuyor Hocam. Başka herkeste sıradan ve alışılmış olan şeyler bile bir vesiledir.”
Sorduğuma iyi mi ettim kötümü mü bilmiyorum ama o günü yeniden yaşmış gibi hüzünlendim, gözlerim doldu. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...