Hayallerimle beraber, hislerim de yıkılıp moloz yığınına döndü!

A -
A +

Arşa yükselen acılarımı yerinde müşâhede ettim ve bir o kadar da ders çıkardım... Hatalarımı tashih ettim, kusurlarımı epey düzelttim...

 

 

 

Ne demişti muhterem Hocam: “Mâneviyat inşâ ederken, evvelâ kalbin ve zihnin temizlenip boşaltılması lazım evladım...” Tohum atacağın yeri, evvelâ çeriden çöpten temizliyor, sonra da düzgünce yerleştiriyorsun. Bu işler için epey emek veriyorsun... İşte bak, ellerinle tek tek dalı budağı, çeri çöpü ayıklayıp zemini düzlüyor, böylece negatif enerjilerinden temizleniyorsun. Demek ki bütün hayırlı çalışmaların kaidesi bu: Çirkinlikleri at ki, güzellikleri tutabilesin. Lüzumsuzları gönder ki, lüzumluya yer açılabilsin. Hem unutma! İnşâ ederken inşâ edilen, düzeltirken düzelen, öğretirken öğrenensin. Doğru insanı, faydalı olacağı yere yönlendirebilmek gibisi var mı? Tabii, herkesten evvel kendin doğruluğu bul ki sükûnete eresin.

 

Hele şu zayıf kalbin yaptığına bir bak! Bu hâliyle o, zayıf ve kuvvetsiz bir insana benziyor ki, omzuna biraz fazla ağırlık binse, ya bîtap ya da hasta düşüyor. Öyleyse zayıfa pek yüklenmemeli, taşıyamayacağın yüke heveslenmemelisin. Bu durum; işi doğru zamanda düzgünce îfâ edebilecek sağlam şahsiyetli ve kâbiliyetli birine teslim ettiğin vakit, netîcenin güzel olması kuvvetli ihtimaldir.

 

     ***

 

Bağdat'ta böyle, kendimce ebedî saadetime münasip bir yol yapmaya koyulmuşken, içimde ne fırtınalar koptu, dışımda ne kalpler kırılıp döküldü tam kestiremiyordum. Nice hayallerimle beraber, nice hislerim yıkılıp moloz yığınına döndü. Arşa yükselen acılarımı yerinde müşâhede ettim ve bir o kadar da ders çıkardım, hatalarımı tashih ettim, kusurlarımı epey düzelttim. Allah'ım ömür verirse, bu minvalde yaşayıp gideceğim…

 

     ***

 

Harun Reşid Sultan'ımın tok, bir o kadar da gür sesi ile kendime geldim. Güneş bir mızrak boyu yükseldiğine göre herhâlde sahildeki bu taşın üzerine oturalı epey olmuştu. Kafam envâiçeşit fikir ve hislerle doldukça buraya gelir; derdimi Dicle’ye, üzerinde uçuşan martılara anlatırdım. En sadık dost, en iyi dinleyici onlardı, en iyi sohbet arkadaşı da yine onlardı. Beni hesaba çekip sorgulamazlardı, şu veya bu sebepten dolayı kınamazlardı. Sadece kabul eder, beni bana bırakırlardı. Ahiretten bir parça görürdüm bu geniş arazide.

 

- Ne o Behlül? Nehir kenarı, ağaçlar, kuşlar, rengârenk çiçekler… Benim bahçemden daha büyük bahçen var, benim bahçemdekilerden daha çok çeşit çiçeğin, ağacın, sayısız kuşların, kocaman bir de nehir akıp duruyor. Bir de fakirim diye üzülüyorsun! Olacak şey mi?

 

- Estağfirullah Efendim! Fakirliğimden dolayı üzülmüyorum bilakis iftihar ediyorum! Buyurduğunuz gibi ufuklara kadar uzanan bahçem, sayamayacağın kadar ağaçlarım, kuşlarım var. En mühimi Halife-i Müslimîn büyüğüm var. Müsaadesiz gittiğim sarayım, şakalaştığım vezir vüzera, dostum var…

 

- Yine de bir taşın üzerinde keyif çatıyorsun. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.