"Her anne baba gibi bizimkiler de hep iyiliğimizi düşünür. Zarar göreceğimiz şeylerden uzak durmamızı isterler..."
Biri vardı içlerinde, çok farklıydı. Büyük adamlar gibi hareket ediyor, ağır adımlarla yürürken çiçekleri incitmemeye, çimenleri ezmemeye dikkat ediyordu. Biraz ileride papatyalar gördü, tereddüt etmeden o tarafa yürüdü. Etrafta allı, morlu çeşitli renklerde açmış başka çiçekler de vardı. Onun alâkasını papatyalar çekmiş olmalıydı ki eğildi, nefis usarelerini içine çekti ve narin parmaklarını bir kelebek hassasiyetiyle üzerlerinde gezdirdi. Daha fazla dokunsa sanki uçup gitmelerinden korkuyordu. Ne düşündüyse kalktı bir gölge gibi nehre indi, sellerin getirdiği bir taşın üzerine oturdu. Suyun serinletici havası hoşuna gitmiş olmalıydı ki arkadaşlarının bağrışmalarına aldırmadan öylesine bir müddet tefekkür etti. Sonra çoraplarını çıkardı. Ayaklarını nehre daldırdığında, serin suyla hafifçe titrer gibi oldu. Pes etmedi, itinayla abdestini aldı. Gözleri huzurla parıldayan çocuk, yerden bir yassı taş aldı, nehrin üzerinde sektirerek uzaklara attı. Bu hareket hoşuna gitmiş olmalı ki birkaç defa tekrar etti. Her taşın sıçrayarak uzaklara uçmasına tebessüm ediyor, pek keyifleniyordu.
Anladığım kadarıyla tabii güzellikler içindeki bu çocuklar, büyüklerin “Yapmayın, etmeyin!” ikazlarından uzak, hür olmanın tadını çıkarıyorlardı. Yalancı Cennet misali güzellikler içinde koşuşturup akıllarının erdiği oyunları oynarken âdeta kendilerinden geçiyorlardı.
Bu tek başına ağır takılan çocuk sanki beni yanına çağırıyordu. Fazla dayanamadım kalktım yanına gittim.
- Esselâmü aleyküm evlat.
- Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berekâtüh muhterem Efendim.
- Bana ilk defa bir çocuk “Muhterem Efendim…” diye hitap etti biliyor musun?
- Herkes dağarcığında olanı verirmiş Efendim!
- Yüksek bir söz. Kimden öğrendin?
- Babamdan! Sık sık “Kendinizden büyüklere hürmet ifadeleri kullanın…” diye tembih eder.
- Sen de babanın sözünü dinliyor, nasihatlerini tutuyorsun demek. Öyle mi?
- Her anne baba gibi bizimkiler de hep iyiliğimizi düşünür. Zarar göreceğimiz şeylerden uzak durmamızı isterler.
- Bu da akıllı insan sözü. Peki bir şey sormak istiyorum, merak ettim; diğer çocuklar gibi niçin hoplayıp zıplamıyorsun? Bak onlar geldiklerinden beri çimenlerin üzerinde koşturuyorlar.
- Dedim ya herkes kabında olanı… nasıl desem, anlatsam bilmem ki? Ben Behlül Dânâ hazretlerini örnek aldım!
- Ne dedin?
- Niçin şaşırdın? Behlül Dânâ dedim...
- Peki, o adamı görsen tanır mısın?
- Muhtereme öyle hürmetsizlik ifade eden “O adam” gibi laflar söylerseniz hemen sizden uzaklaşırım!
- Yok yok söylemem! Lütfen, hemen gitmeyin! Peki görseniz tanır mısınız?
- Bir defasında uzaklardan hayal meyal görmüştüm. Çabuk kayboldu mübarek. Aslında bu taraflarda oturduğunu duymuştum “Efendimi yakinen görür, duâsını alırım" diye mahalledeki çocuklara katıldım geldim, yoksa ne işim vardı buralarda?
- Efendin mi?
- Niçin şaşırıyorsun? Çok çok mübarek biri. Bağdat’ta herkes onun duâsını almak için yarış içinde! DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...