"İnsanoğlu noksanoğlu" desek de oldukça karmaşık bir mahluk!

A -
A +

Çok tabuları yıktığımı, nefsimi perişan ettiğimi sandığımda daha kuvvetlice çıkıp geliyordu önüme bu nefis denilen iç düşman!

 

 

 

Hayatımın bu faslı nispeten kolaydı. Asıl zorluk, sonrasıydı, yani işin ucunda “Meseleyi biliyorum!” diye ortaya çıkıp nefsinin zebunu olmak da vardı. Atıp tutmanın ötesine ebedî saadete giden yolu bırakmamalıydım. Maksadım oydu. Sonu Cehennemde bitecek yolu ne yapacaktım?

 

Zaten herkes her işi kolayca yapabilecek olsaydı, kimse kimseye muhtaç olmazdı. Bana göre hayat, mücadele içinde mücadeleydi. Ne kadar kuvvetli, ne kadar âlim olsaydım da yine de birilerine muhtaç olabiliyordum. Rabbim akıl, izan verdiği biz insanları böyle yaratmıştı. Haddimi de yerimi de bilmeliydim.

 

Çok tabuları yıktığımı, nefsimi perişan ettiğimi sandığımda daha kuvvetlice çıkıp geliyordu önüme bu nefis denilen iç DÜŞMAN! Ondan emin olamıyordum. "Yeneriz, yaparız be! Niçin olmasın? Allahü teâlâ kerîmdir! Bilmediklerimizi öğretendir. Bu işin altından da biiznillah kalkarız!” desem de altında yine NEFSİN olduğunu görüyor, onun için de gevşek davranmıyordum. “İnanmak, muvaffak olmanın yarısı...” derler ya, bence daha fazlası; çünkü sağlam bir inancın bünyeye yüklediği kuvvet, kesinlikle kuvvetlerin en hasıydı...

 

Güzel şeyler düşünüyordum hep. “Niyet ettim Allahü teâlânın rızâsı için ve bizden geriye bir sadaka-i câriye olarak kalması için adam yetiştirmeye. Ya Allah, Bismillah...” dedim, bütün kalbimle, insanların sıkıntılarını hafifletmeye gayret ettim. Üzerime aldığım emaneti Rabbimin razı olduğu şekilde tamamlamak nasip olacak mıydı bilemiyordum. Çalışmayı ve sebeplere yapışmayı bırakmadım... Zaten dünyada her iş böyle değil miydi? Nicesi meyve yetiştirir, yemek yapar, yiyemeden can verir. Nice insan ev yaptırır, içinde birkaç gün dinlenemeden vefat eder, göçer öte âleme. Nicesi at alır, daha ikinci sürüşte bir kaza geçirip düşüverir.

 

Ölümü, en yakınımızda, tam dibimizde hissede hissede yine de bir iş yapmaya başlayacak kuvveti, fâniliğimizden, ölümün kendisinden aldım. Ömür, dediğimiz şey bizim ebedî saadetimizi kazanmamız için tek seferlik fırsattı. Bu fırsatı kıymetlendirebildiysem ne âlâ yoksa ikinci bir şansım veya yeniden tecrübe etme imkânım yoktu. Ardımda, hayır duâlara vesile olabilecek bir şey bırakmaya iyice hazırlandım.

 

Düşünceleri ve idealleri bulunan bir Müslüman olarak kolay kolay kırılamayacak fikir ve davranış esaslarım vardı.

 

     ***

 

Bedenim çalışırken, gönlüm ve zihnim de boş durmadı ve devamlı tefekkür ettim, dünyayı ahirete tercih etmedim.

 

“Sevinenler güler, üzülenler ağlar!” derler ya… İnsan bazen de sevinçten ağlıyor, üzüntüsünü örtmek için gülüyor. Anlayacağınız insanoğlu noksanoğlu desek de oldukça da karmaşık bir mahluktu...

 

“Şu iş şunun işidir, bu iş bunun işidir...” deyip sınırlamayı, sıkıştırmayı insana yakıştıramıyordum. Bu düşüncemi genişletince insan, hayırlı her işin kuvveti yettiğince yardımcısı, faydalı her yükün takatince hafifleticisi oluyordu. Bunları yaparken de farkında olmadan eriyor, olgunlaşıyordu. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.