İşin mânevî tarafını düşünerek 'hayır' diyemedim çocuğa...

A -
A +

O iri elâ gözlü, ufacık tefecik, Abdullah ismindeki; kendi küçük, yüreği kocaman çocuk, olmayan aklımı da alıp götürmüştü...

 

 

 

Kulübeme açık, sakin bir yaz sabahı uğramıştı masum çocuk. Dışarı çıkmama fırsat vermeden “Hocam, ne vakittir sizi arıyordum. Sormadığım adam, gitmediğim yer kalmadı. Son olarak uğradım, eğer bugün de bulamasaydım sarayın yolunu tutacak, Harun Reşid Sultanımızdan aman dileyecek, yardım isteyecektim...” dedi, önüme dikildi. Bu fakirhaneme yedisinden yetmişine kadar her yaştan insan uğrardı lakin bu başkaydı!..

 

Hava açık, mevsim yaz olduğu için uzak yerlere ulaşmak rahat oluyordu. Benim gibi bir meczuba ulaşıp bir de talebe olmak isteyince akan sular dururdu. Pek şaşırsam da işin mânevî tarafını düşünerek “Hayır…” diyemedim. Bu saf masum talebin üzerine çocuklar için de eğitim programı hazırladım. O iri elâ gözlü, ufacık tefecik, Abdullah ismindeki; kendi küçük, yüreği kocaman çocuk, olmayan aklımı da alıp götürmüştü. Her şeyden önce pek akıllı, dersleri canla başla dinleyen “Büyümüş de küçülmüş…” denilebilen sevimli biriydi. Çoğu sabah dedesiyle beraber derse geliyordu. Dedesi, aylar önce ciğerparesi bir evladını kaybetmiş, bütün muhabbetini bu torununa ayırmış meğerse... Sohbet ettiğimizde “Buraya gelmek, sizi dinlemek gamımı, kasavetimi aldı, bana şifa oldu…” diyor, sebep olan herkese kalpten duâ ediyordu. Ben de duâ aldıkça coşuyordum. Maksadım bu değil miydi? Fırsat kaç defa insanın ayağına gelirdi...

 

Mevsimin sonlarına doğru, torunu ile yaşadıklarını anlattı: "Abdullah, burayı çok seviyor. ‘Oradan başka tarafa gitmem, benim yerim de medresem de her şeyim orası' diyor, başka bir şey demiyor. Akşam yatmadan tembihliyor: 'Sakın uyuyup kalmayın! Ne edin eyleyin beni uyandırın. Hazırlayacağım derslerim var! Hocama mahcup olmak istemiyorum!' Aslında uykucu denilebilecek bir çocuk. Buna rağmen erkenden uyanmaya muvaffak oluyor. Namazını kılıp kitaplarını alıyor, dışarı çıkıyor. Eve gelince, yatana kadar da susturamıyoruz. Burada ne yaptıysanız, neler öğretildiyse hepsini tekrar edip anlatıyor. Ayrıca başka bir kâğıda yazıyor, onlara da ‘Paha biçilmez hazinelerim…’ diyor, altın mücevher saklar gibi kendi bilebileceği köşelere saklıyor. Sultanımızın sizi alıp başka yerlere götürdüğü günleri hiç sevmiyor. Devamlı 'Dönmediler mi? Ben şimdi sabahtan akşama kadar evde mi duracağım?' diyerek bizleri bıktıracak dereceye getiriyor. Hep sizden ve yaptıklarınızdan bahsediyor... Bir gün dayanamadım 'Beni mi çok seviyorsun, hocanı mı?' diye sordum. Biraz tefekkür edip düşündükten sonra 'Seni seviyorum, galiba...' dedi. Ben de 'Niçin durakladın ve şüpheyle söyledin a güzel evladım?’ diye şakayla karışık suâl edince... evladım bu sefer de ‘Açık söyleyeyim! Hocamı çok seviyorum ama küsersiniz diye…’ dedi, gülüştük..."

 

Abdullah talebem, benim her şeyim oldu. Çalışkanlıkta, maharet ve dinî vecibeleri yerine getirmedeki hassasiyetlerde hep numune gösteriyordum. Sohbetlerimde örnek verirken Abdullah'ın aşk derecesindeki tutumunu, heyecanını anlatarak başlıyordum sözlerime. İki kişi bir araya gelince mevzu hep Abdullah oluyordu. O artık öğrenmeye hevesli bir çocuk değil de “Bizim Abdullah'ımız” olmuştu. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.