Cumhuriyet münevverinin fikri yapısını yoğuran İngiliz'dir; O'nun iç yapısını şekillendirense Fransa, daha da ötesi Paris'tir. Ne günkü 'Fransa' dense, 'Paris' dense iç dünyamda ayrı duygular kendini hissettir:
Fransa'nın ismi geçince 1789 İhtilalini, Hugo, Balzac gibi, hatta Expupery de dahil güçlü romancıları; bir taraftan da Baudelaire, Rimbaud ve diğer şairleri hatırlarım. Fransa, medarı iftiharı olan çok sayıdaki mütefekkirleri ve edebiyatçılarıyla Türkiye de dahil yeni zamanlar dünyasını hayli etkilemiştir.
Fakat Fransa ismi geçince içimi derinden burkan kötü vak'alar da zihnimi tırmalar. I. Dünya Harbi'nde Lübnan'dan Adana, Maraş, Urfa'ya kadarki bir koca bölgemizi Fransızlar işgal etmişti. Maraş'ta hamamdan evlerine giderken "gâvur" askerlerinin Müslüman hanımları rahatsız etmeleri, bugün de bizleri rahatsız etmektedir. O'nun İslam dünyasını inciten sabıkası bunlardan ibaret değildir. Fransa denince Cezayir bir yumruk gibi boğazımıza düğümlenir. Osmanlı sonrası doğan boşluktan istifade eden Fransız tasallutçuluğu/emperyalizmi, Cezayir'i Afrika'ya bir atlama taşı olarak kullanmıştır. O narin ülke, o günden bu güne çekilmez zulümler gördü. 'Büyük devlet adamı' sayılan de Gaulle bile Cezayir'de çok kan ve gözyaşı dökülmesine sebep olmuştur. 1960'lardı; Akbaba isminde bir mecmua çıkmaktaydı. O mecmuanın bir sayısının kapağında merhum Cafer Zorlu, de Gaulle'ün şapkalı başını çizmişti. Bir Fransız askeri, de Gaulle'ün kocaman burnuna yerleşmiş oradan -bile- Cezayirli Müslümanlara kurşun yağdırmaktaydı.
O sıralarda daha sonraları fark ettiğimiz bir yalan, yıllar yılı söylendi. Fransa Cezayir'de katliam yaparken Menderes Hükümeti, farklı saftaydı. Halbuki Menderes, zayıf günlerimize rağmen çöllerden aşırarak Cezayirli kardeşlerimize silah yardımı yapmaktaymış.
Bunlar olurken münevverlikten aydın'lığa geçen Cumhuriyet okur-yazarları, efsunlu bir Paris hayranlığındaydılar. Bayanlar da baylar da Fransızca konuşmayı bir yüksek fark olarak dikkatlere sunuyorlardı. Bizim üniversitede okuduğumuz yıllarda kürsülerden hâlâ "ben Paris'teyken..." diye başlayan konuşmalar işitilmekteydi.
Cumhuriyet arayışçıları da Tanzimat arayışçıları gibi Fransa'yı model almıştı. Anayasa, kısmi âzâmisi ile Fransız hukukundan mülhemdi. İdari taksimat ve idare hukuku ise âdeta iktibastı...
Bu makale, bir kalem dokunuşu, bir buruk hatırlamadır. Fransa-Türkiye, Fransa-Afrika ve Fransa-İslâm âlemi başlı başına bir dizi inceleme ve araştırma mevzuudur.
Ermenileri, Türk kültürdaşlarına karşı kullanıp Fransız soykırım kanununu çıkartan ışıltılı Paris'in metroseksüel vekilleri, herkesi kör âlemi sersem sanmamalı.
Fransa Cumhurbaşkanı Monsieur François Hollande'ın sevgilileri de bizi alâkadar etmez. Biz, magazin havadislerini değil, Fransız şairlerini, romancılarını, yazarlarını okumaya devam edeceğiz. Ve fakat Fransa'yı tarih ve vicdan önünde hesaba çekmekten de asla geri durmayacağız:
Suriye kargaşasından istifade ederek Orta Afrika'ya gidip "azınlık" iddiasıyla buradaki Sünni iktidarı deviren Fransa, Hıristiyanların Müslümanları doğraması karşısında kılını kıpırdatmamaktadır... Halbuki, Suriye'de yüzde 7-10 aralığındaki zorba bir azınlık, 50 yıldır işbaşındadır.
Orta Afrika Cumhuriyeti, bugün, Fransa'nın tarihteki veballerine eklenmiş yeni ve ağır bir vebal halkasıdır, bu vebal, Fransa'nın boynundadır.