Sevinç de elem de kanun zoruyla olmaz. Kerbela Faciâsına her Müslüman üzülür. Bu üzüntü, kanunla düzenlenmemiş ve kanunla teminat altına alınmamıştır. Kalbden gelir…
Ramazan ve Kurban Bayramları, ise Hicrî Takvimle vakti erdiğinde Müslümanlar tarafından sevinçle yaşanır. Kandiller, baş tâcı edilir. Hatta Mevlid Kandili; Sevgili Peygamberimizin -aleyhi’s selâm- yeryüzünü şereflendirdikleri gün, bâzı ülkelerde bayram olarak kutlanır.
Bir Müslüman memleket, izm ideoloji türevlerinden ateist bir rejimin cenderesine düşmemişse devlet, vatandaşlar, dînî bayramı rahatlıkla yaşasınlar diye o günleri resmî tatil yapar. İnsanlar, ölüsünü-dirisini, komşu, akraba ve memleketini ziyaret ederler. Ama dileyen iş ve ticaret erbabı iş yerini açabilir, ticâretini yapabilir. İş yerlerinin kanun gereği kapalı olması mecbur olan tek resmî gün 29 Ekim’dir. Vatandaşlar, dînî bayramlarda iş yerlerini açmada nasıl ki serbestlerse resmî günlerde de tercih hakkı olabilir. Sevgi, kanunla ne kazanılır ve de kaybedilir. Dünkü 29 Ekim sabahı bir semt pazarına uğradığımızda esnaflar, sebze-meyve halinin kapalı olmasından dolayı dertlendiler. İnsanların ekmeğini kazanmasına mâni olmanın savunulur yanı olamaz.
Devletimiz için 17 Şubat 2022’de kaleme aldığımız yazımızın başlığı "Büyük ve Kudretli Türkiye" idi. 100. Yıla hazırlık cümlesinden bir çalışmaydı. Cumhuriyet, bugün 102 yaşında. Şimdilerde de 2071 Cihan Devleti Türkiye yürüyüşündeyiz…
Muhasebemizi yapmalı, geçmişle yüzleşmeli, yanlış ve hataları kesinkes düzeltmeliyiz:
Devlet, 29 Ekim 1923’te kurulmadı. Mete Handan beri dönemine göre Hakanlık, Sultanlık, Beylik, Padişahlık gibi rejim adlarıyla Devlet-i Ebed Müddet olarak sürüp geliyordu. 1299’dan 1876’ya kadar Devlet-i Âli Osman’da yönetim, iktidarın babadan evlada intikal ettiği mutlakiyetle yönetilmişti. 1876’da Kanun-ı Esâsî ile anayasa nizamına geçildi. 1876-78 ve 1908-1923 arası bugünkü Japonya ve İngiltere’de olduğu gibi meşrutî monarşi vardı. 1961-2018 yılları arasındaki Cumhurbaşkanlarının sembolik olması gibi 1908-2023 arasında da Abdülhamid’in son bir yılı ve Sultan Mehmed Reşad ile Sultan Mehmed Vahideddin dönemleri de meşrutî idareydi. Onlar da sembolikti. Meclis, Hükûmet ve Devlet Reisi olan bir idarî kademe vardı…
Dolayısıyla 29 Ekim 1923’te mutlakiyetten cumhuriyete değil, meşruti rejimden cumhuriyete geçildi. Hatta gerçeği daha açarsak meşrutiyetten mutlak cumhuriyet idaresine geçildi denebilir. Uzun yıllar boyunca bir çarpıtmayla Cumhuriyet, demokrasi diye telkin edildi. Oysa ilki devlet, ikinci hükûmet etme tarzıdır. 1923-1945 arası biri ısmarlama kısa ömürlü iki küçük parti denemesi dışında parti kurulamamıştır. Kâzım Karabekir, Terakki Perver Cumhuriyet Fırkasını kurdu diye İzmir Suikastı tezgâhında az kalsın darağacına gidiyordu. Artık söylemek gerekir ki 1923-1950 arası, "Parti Devleti" dönemidir. Zümre hâkimiyeti dayatması söz konusudur. Çok partili hayata ancak II. Dünya Harbi’nden sonra ABD’nin sevkiyle geçildi. 1946 seçimleri ise "açık oy-gizli tasnif" garabetiyle Tek Parti zihniyetinin demokrasi tarihine sürdüğü kara bir lekedir.
Düzeltilmesi gereken onlarca mevzudan biri de şudur:
Bazıları, ağzını açınca "devleti, CHP kurdu" der. Bunun asılsızlığını yukarıda bir kere daha isbat ettik. Bununla kalmaz "Cumhuriyeti, CHP ilân etti" de derler. Bu da asılsız bir yakıştırmadır. Cumhuriyet rejimini, I. Meclis kabul ve ilân etti. Bu icraat yapılırken de hayli kargaşa ve meşhur tehditler yaşandı. Mevcut 352 meb’us sayısının yarısı olan salt sayı 176 oy bulunamadan 158 reyle rejim değişikliği ilân edildi.
Cumhuriyetin ilânından sonra inkılaplara geçildi: 1923’ten yarım asır öncesinden beri harf inkılabı, Cumhuriyet rejimi vs. tartışılıyordu. Midhat Paşa, Cumhuriyet, Ali Suavi, harf inkılabı teklifleri yapmışlardı. Avrupaî kıyafet, zaten, Tanzimat’tan beri tırmanıştaydı. Devrin tabela ve yazışmalarına bakılınca fiilen iki elifbalı olunmuştu. Akşam yatıp sabah kalkıldığında bu inkılaplara karar verilmemişti. Hepsinin arkasında Fransız İhtilali’nin etkileri ve monarşi idaresi olarak yalnızca kendini bırakma ihtirasındaki İngiltere’nin "Orta Doğu" adını verdiği Osmanlı İslam Coğrafyasında vesâyet kurma sinsilikleri vardı.
Bugün bir asrı aşkın bir dönem arkada kaldı. Geçmiş zamanını tahlil etmeyen bir millet, ileride yeniden büyük belki daha ağır hatalara düşebilir. Bugün hiçbir aklı başında insan, şapka giymedi diye yüzlerce insanın idam edilmesini haklı göremez. Bin yıllık ilmî birikimimizin bir anlık harf değişikliğiyle mahzene mahkûm edilmesini de kabul edemez. Bunlar ve daha nice hatalar gibi Ezan-ı Muhammedî’nin yasaklanması, Kur’ân öğretilmesinin cezalandırılması, din hürriyetinin zedelenmesi de asla doğru değildi. Bunlar, milletle devletin arasını açtı.
Erken Cumhuriyet ile onu takip eden darbe devirlerinde din tatbikatında yaşanan vahim bozukluklar, ileride FETÖ terör örgütün, Kürt siyasetinde güdülen aşırılıklar da PKK terör örgütünün doğmasına sebep oldu.
Birinci Dünya Harbi ve Millî Mücâhededen çıkmış yoksul anaların, evlâdlarını besleyebilmek için at ve merkep dışkılarında arpa ve buğday ayıklayarak onları yıkayıp el değirmenlerinde un hâline getirdikten sonra ekmek ve çorba yaptığı o kötü günlerde yabancı heykeltıraşlara büyük paralar dökülerek arka arkaya heykeller dikilmesinin yerinde olduğunu hiçbir vicdan sahibi kabul edemez.
16 devlete sahip bir milletiz…
Dün 29 Ekim 2025 idi...
Bir asır sonra bile bâzı gazeteler, hâlâ eski Yunan izlerinde dolaşıyor, milletin arasında ötekileştirmeyi tekrarlıyor, hâlâ mâziye husumeti körüklüyor, mucizeye inanmayanlar, cumhuriyeti “mucize” diye ilân ediyorlardı.
*
Bu yazımızdan sonra, 11.11.2014 tarihinde Türkiye gazetesinde çıkmış olan KAMAL adlı makalemizi de okumanızı tavsiye ederiz. Mevzubahis yazıya Türkiye gazetesinin web sayfasından veya sosyal medyadan ulaşılması mümkündür.
Rahim Er'in önceki yazıları...