27 Mayıs 1960 Darbesi, sadece insanların hayatına, memleketin kalkınmasına, siyaset kurumuna zarar vermedi; en büyük zararı, belki de yargıya verdi. Uzun seneler adalet, inandırıcılığını yitirdi.
Yassıada Mahkemesi emirle kurulmuştu; emirle çalıştı, emirle adam astı. Salim Başol diye nefret sebebi bir hakimi, Altay Ömer Egesel diye yine nefret sebebi bir savcısı vardı. Tarık Güryay isminde bir de ada kumandanı bulunuyordu. O da diğerlerinin cibilliyetindeydi. Salim Başol, bir gün mahkeme salonunu dolduran DP/Demokrat Partili sanıklara "sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!" demekten hiç sıkılmamıştır.
Kastettiği "kuvvet" cuntadır. Faciaya bakınız ki bir mahkeme reisi, dışarıdan emir aldığını maznunlara karşı fütursuzca imâ edebilmiştir.
Böyle bir mahkemenin verdiği karar, ceza değil, cinayet olur. Nitekim öyle de olmuştur. Şunu haber verelim ki adı geçen bu reisin akıbeti berbattır. Ölüm raporunu tutan doktorun yıllar sonra bize anlattıklarını buraya yazsak midenize hakim olamayabilirsiniz.
27 Mayıs darbesinin yargı hayatımızda, yaptığı yıkım üzerine ne yazık ki henüz araştırma ve akademik çalışmalar yapılmamıştır. Halbuki o senelerde alınan yaralar, en az 40 yıl devam etmişti. Zaten tercüme üzerine bina edilen hukuk bin noktada doku uyuşmazlığı yaşarken bir de darbe ile inandırıcılığına şüphe düşürmüştü. Bitmeyen muhakeme yılları, şaibeler, tatmin etmeyen kararlar eksik olmuyordu.
Geçmiş yıllarda çatıdan akan yağmur sularını toplamak için salonun ortasına leğen koyan adliyeleri yazmıştık. Kirada olduğu binayla alâkalı dâvâya bakan adliyeleri de yazmıştık. Bunlar ve benzerleri hazin gerçeklerdi. Bu itibarla son 10 yılda Adalet Saraylarının yapılmasına çok memnun olduk. Aslında "saray" hükümdarlık idaresini ifade etmekle birlikte temsildeki ihtişamı ortaya koymak bakımından yerindedir. Eskiden kiradaki iş hanının kapısına da aynı levhanın asılması tebessüm vesilesi olmaktaydı. Son senelerde Avrupa'nın, dünyanın en büyük adliyesi gibi iddialı sözler edilmekte. Buna rağmen bu görkemli binaların önünden geçerken buruk bir memnuniyet yaşamaktayız. Mekân belki kusursuz. Fakat yargılama süresi, kararların isabeti de öyle mi?
Neyin ne olduğunu son olaylar isbatladı.
Cunta zihniyeti, dün TSK'yı zehirliyordu. Bugünse polisi bilhassa adliyeyi güve gibi yemekteymiş. İdeolojik yapılanmaya giren bir kısım emniyet ve adliye mensupları hükûmet devirmeye teşebbüs halindeyken suçüstü yakalanmakta.
Bazı savcılar, militanlık yapabilmekte, iş takipçiliğiyle uğraşmaktaymış. HSYK gayrı hukuki bildiriler yayınlamakta. Adliyeyi sindiren bir avuç cuntacı kuvvetler ayrılığını hiçe saymıştır. Yargıtay'daki bazı dosyaların kararının yurt dışında verildiği gibi dehşet verici bir iddia ortaya gelmiştir. Ayrıca; bir dönem büyük gürültülerle görülen dâvâlar, iadei muhakeme zaruretine sürüklenmekte. Bir zümre adına adalet olamaz. Temiz adalet adına bu yargının yargılanması mecburiyet olmuştur. HSYK HYK/Hakimler Yüksek Kurulu ve SYK/Savcılar Yüksek Kurulu diye ikiye ayrılmalı ve "yargı benim!" deme cür'etini gösteren kim olursa olsun hesap vermelidir.