“Bazen çıkarlarımız başkasının çıkarları ile ters düşebiliyor. Düşmanlıklar böyle başlıyor.”
Sevgi akışının devam ettiği alanlarda hayat da akıp gider. Bizler, hayallerin rüyalardan ibaret olduğunu biliriz de yine de hayalperest olmayı yeğleriz. Kelimelerin kaprisli açılımlarına kapılıp yaşamaktan bahsedenleri hep yarım kulak dinleriz. Olduğumuz yerde olmayana, asla olmadığımız şeye ait oluruz. Ne kadar değersiz olursa olsun biz olmamak kaydıyla her şeyi şiirsel bulmuşuzdur.
Biz hiçliği sevmişizdir. Düşünü kuramadıklarımızı ararız. Hayat akıp gittiğini hissettirmeksizin bize şöyle bir değip geçsin isteriz. Tamam gerçek dışı olan gönlümüzdeki manzaralarda bile hep uzaklar cazip gelir...
Tozpembe hayallerle avunmak hoştur. Kederleri kucaklamak asilcedir. Biliriz bize tutku verecek yeni bir girişim hemen kucağımıza düşmez. Bu iş ilgi, enerji, kendini adamayı gerektirir. Bir uçurumun üstünden atlamak misali. Burada da düşmeye zaman yoktur. Bu yolda, kıymetini bilmediklerimiz her neyse yitip gidiyor. Hâl böyle olunca kalıcı değerlere tutunmaktan başka çare kalmıyor.
Bazen çıkarlarımız başkalarının çıkarları ile ters düşebiliyor. Burada yapılabilecek bir şey yok. Düşmanlıklar böyle başlıyor. İşte o zaman yeni atılımların bizi beklediğini anlıyoruz. Kendimize zaman ayırıp hayalimizi objektif bir bakış açısıyla gözden geçirmek en doğrusu. Bu bizim zihnimizin ruhumuzun ve karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmazdır. Bizler kişiliklerimizden sorunlarımızdan, korkularımızdan çok daha fazlasıyızdır... Burada kısa bir anekdot sunmak istiyorum.
Bizler “vatanseverlik” duygusunu benimseyelim. Bu duygu vatanımızdaki tüm insanları kapsıyor. Askerlik yaptığım birlikte İngiliz, Fransız, Rus, Amerikalı arkadaşlarım vardı. Vatanseverliklerinden zerre kadar şüphem yoktu. İsimleri dahi hâlen hatırımdadır.
İslamiyet’i seçmiş İstanbul’da sigortacılıkla uğraşan değerli bir ağabeyim anlatmıştı. Japonya’da bir kurumla yetinilmiyormuş. Çeşitli kurumlardan sigorta alıyor, üç dört kurumdan emekli oluyorlarmış. Birkaç kurumdan emekli oldukları için de “dünyayı en çok dolaşan millet” unvanına sahiplermiş. Dahası, geçim sıkıntısı şöyle dursun, hiç yapmazlarsa evlerine yüz metre mesafedeki bir otele yerleşiyorlarmış. Bunun sebebiyse oda hizmeti alabilmekmiş. Düğmeye basıp yemek ya da kahvaltının yataklarına kadar getirilmesiymiş dertleri...
Mustafa Ali Mahdum
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...