“Yağmura rağmen dili damağına yapışmıştı. Susamış olmalıydı ama suya değil, umuda!..”
Gecenin zifirî karanlığı şehrin üzerine kâbus gibi çökmüştü. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur bu silüeti daha da ürkütücü hâle getiriyordu. Issız sokaklardaki tek ses, yağmurun ve uğultuyla esen rüzgârın gürültüsüydü... Rüzgârla bir o yana bir bu yana savrulan ağaçlar karanlık devlere benziyordu. Soğuk hava insanın iliklerini donduracak cinstendi.
Hayvanların bile korkup yuvalarına sokuldukları bu hengâmede birisi vardı. Bir genç... Bir delikanlı... Çıplak ayakları yoldaki su birikintilerini etrafa sıçratıyor, rüzgâr ıslanmış siyah saçlarını karıştırıyordu. Yoldaki küçük taşlar ayaklarını yer yer kanatmıştı. Ayağının battığı su birikintileri hafif bir renk alıyordu, bu sebeple... Kıyafeti bastığı yoldan daha ıslaktı âdeta. Paçalarından ip gibi sular süzülüyordu.
Bütün bu acıya ve korkunç havaya aldırmayan genç ise karanlık, ıslak yolda bütün gücüyle koşuyor, koşuyordu. Gözlerinden akan yaşlar saçlarından süzülen sulara mı yoksa yağmur damlalarına mı karışıyor kendi de bilmiyordu... Bilmek de istemiyordu... Genç adam nefes nefese, gözyaşlarına hıçkırıklar karışmış koşuyordu. Önce rüzgâr sonra yıldırımlar bu cılız çığlıkları, hıçkırıkları alıp götürüyordu. O ise yalnız koşuyordu. Çölde suya kavuşmak ister gibi...
Yarınlara, umutlara, aydınlığa koşarcasına... Nefesi tükenmiş kalbi duracak raddeye gelmişti. Yağmura rağmen dili damağına yapışmıştı. Susamış olmalıydı ama suya değil, umuda... Koştu, koştu... Sokakları geçti, caddeleri... Pencerelerden bakan şaşkın gözlerin, sileceklerini çalıştırarak geçen arabaların bakışları altında koşuyordu. Durmaya niyeti yok gibiydi...
- Gökhan!
- Aaa... E... Efendim...
- İyi misin? Biraz dalgın görünüyorsun? Hasta mısın yoksa?
- Yok yok, iyiyim...gerçekten...
-Hımm... İyi o zaman... Arkadaşlarla kafeye gidiyoruz sen de gel diyecektim.
- Siz gidin ya...Teşekkür ederim. Ben pek havamda değilim bugün.
Az önce duyduğu sesle doğrulduğu tırabzanlara yasladı kollarını yine. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Güneş ışıl ışıldı. Kuşlar neşeyle cıvıldaşıyordu.
Ama o hâlâ düşüncelerinde tutsaktı. Tekrar döndü zihnindeki yağmurlu geceye. Koşuyordu hâlâ... Nereye koştuğunu bilmeden... Yeryüzü ne kadar güneşli olsa da karanlık bir geceyse insan, tek bir kandil bile yanmazdı ruh karanlığında.
Koşuyordu o ruh, zihninin dehlizlerinde... Ayaklarına çakıllar batıyordu...
Aişe Şevval Avşar
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...