Yiğitliğimizin neredeyse tek göstergesi haline gelen borçlarımız, bizi bunaltmaya devam ediyor. Borçlanmak; gelişen ve büyüyen kişi ve kurumların kaçınılmaz sonudur. Bunu peşinen kabullenmek gerekir. Burada gündeme gelen 'borç'#manma değil, 'borç'#rırın nerelere harcandığıdır. Bizim belli dönemlerde artan 'borç'#manmamızla, yatırıma dönüşen oranlar açısından sıkıntımız vardır. Borçlanmanın yatırımlara dönüştürülmesine hiç kimsenin bir diyeceği olmaz. Ancak 'borç'#rırın maliyet hesabı yapılmadan çar-çur edilmesi, sonumuzu hazırlamıştır. Gerek dünya ve gerekse Türkiye'nin ekonomisi iyi değildir. Zaman zaman bütün ülkeler sıkıntıya düşebiliyor... Ne var ki, Türkiye zaman zaman ve çok kısa süreli iyi dönemlere karşılık; sürekli sıkıntı ve kriz dönemleri yaşamaktadır. Bu durum iş bilmezliğin bir sonucudur. İş bilmemek, plânsızlık ve büyük ölçüdeki yolsuzluklar sebebiyle ülkemiz kan ağlamaktadır!.. Hazine bakanımız Derviş'e göre; "durum iyiye gitmektedir." Bu iyiye gidişin gerekçesi olarak da; yeni borçlanma ile ilgili faiz oranları gösterilmektedir. '%193'lerle başlayan borçlanma, 25 Nisan tarihli borçlanmayla mukayese edilerek itibari bir iyileşmeden dem vurulmaktadır. '% 119' oranındaki faizle borçlanma; bir iyileşme mi, yoksa ölüm öncesi nekahet dönemi düzelmesi mi, kabul edilmelidir? Faiz oranlarında olduğu iddia edilen düşüşlerin gerçek durumu hakkında fikir yürütmek için vakit daha çok erkendir. Hatırlarsınız çeşitli manipülasyonlarla düşürülen enflasyonun sonu da tıpkı bu faizlerin durumunu andırıyor. Hele bir de Türk lirasının döviz karşısındaki ümitsiz mücadelesine bakılacak olursa; göstergeler bizi hiç de memnun etmemektedir. '1.4' katrilyonluk bir borçlanma sadece borçların faizlerini ödemekle sınırlı bir borçlanmadır. Yatırım ve getiri sözkonusu değildir! "Borcu borçla kapatmak" akıllı yöneticilerin işi olamaz! diyenler; "borç faizlerini borçla kapatmak" fiiline nasıl bir sıfat getirebileceklerdir? Dört beş yıl gibi kısa bir dönemde döviz bazında %50'lere varan bir borç artışını normal piyasa şartlarına göre izah edebilmek mümkün değildir. Şimdi "takkeyi önümüze koyup, düşünmenin" zamanı gelmiştir. Vatandaştan özveri bekleyen ekonomik politikalar iflas etmiştir. Etmiştir çünkü vatandaşların özverileri istismar edilmiş, kaynaklar talan edilerek rantçılar arasında bölüşülmüştür. Şimdi ne yapılabilir? Birşeyler yapılmasının gerekliliği ortadadır. Ancak bu yapılacaklar öncekilerden farklı olmalıdır!.. Öncekiler gibi vatandaşları (affınıza sığınarak) "sağmal inek" gibi gören politikalara karnımız tok! diyoruz. Plânlı, akıllı ve yolsuzluklara fırsat vermeyecek taahhütlere ihtiyaç vardır. Dikkat edilirse; Londra ve Malmö görüşmelerinin ortak sonucu da aynıdır! "destek verelim de, kime?" diyen bir anlayış dünyayı sarmıştır. Önce güven! Bu güveni verecek olan da siyasi kadrolardır. "Hangi kadrolar?" sorusuna cevap gayet basittir. "Bizi bu hale getiren kadrolar" değil tabii... Bilmem haksız mıyız?