John Bass Türkiye’yi ABD’nin sömürgesi sanıyor

A -
A +
Amerika’nın Türkiye’ye gelmiş geçmiş en kötü Büyükelçisi olan John Bass’ın görev süresi doldu. Giderken de hükûmeti ve Cumhurbaşkanımızı destekleyen tek bir gazeteciyi bile çağırmadı. Özcan Tikit, Verda Özer gibi bir iki düzgün isim dışında ne kadar yeminli Erdoğan düşmanı varsa çağırmış Bass. Aferin (!) Kendisine de bu yakışır.
Bu söyleşiye icabet eden bazı yeminli Türkiye düşmanları da John Bass’ın söylediklerine göbek atmış. Hükûmet medyasından kimsenin çağrılmamasını memnuniyetle karşılaşmışlar. Bak John Bass, şimdi defolup ülkene geri döndün. Oradan da Afganistan’a gideceksin. Türkiye senin sömürgen değil. Burası bağımsız bir ülke. İstediği kararları seçilmiş meşru Cumhurbaşkanı ve AK Parti hükûmeti alır. Sen düz memursun. Kâtipsin. Olmayan yetkinle Türkiye’de kimseye ayar veremezsin. Haddini bileceksin.
Hükûmet tarafından kimseyi çağırmamayı övünerek anlatıyorsun ve şöyle demişsin: “Gazetecilerle her buluştuğumuzda belli bir grup belirliyoruz, nasıl Türk hükûmeti de belli gazetecileri seçip yuvarlak masa toplantıları yapıyorsa… Biz bu sefer kurgu ya da komplo teorisi değil, gerçekleri ve tek bir kaynaktan daha fazla kaynakla konuşan, gazeteciliğin etik değerlerini takip eden gazetecileri seçtik.” Bak sen. Yahu biz seni adamdan saymıyoruz, sen kimsin!  Senin ne haddine bizim tarafa laf atmak. Eski Başkan Yardımcısı Joe Biden Julian Assange için “terörist” dedi. “CIA Latin Amerika’da kartellerle uyuşturucu işi yapıyor” diyen Gary Webb intihar ettirildi. 11 Eylül’de kaynağını açıklamadığı için Judith Miller 8 ay hapis yattı. Özgür basın konusunda bunlara verecek cevabın var mı?
Elbette yok. Sen o görüşmeye çağırdığın ve bazıları sömürge kafasındaki gazetecilerin gözünde kahraman olabilirsin. Ama vatansever ve ülkesini savunan gazeteciler konusunda bir hiçsin. John Bass’ın medyayla ilgili yaptığı açıklamalar ise tam skandal. Habertürk’ten Özcan Tikit Bass’a şunu sormuş: “Bazı medya kuruluşlarını yaptıkları gazeteciliği beğenmediğiniz için davet etmediğinizi söylediniz. Gazetecilik mesleğinin bir resmî yetkili tarafından tanımlanamayacağı söylenebilir. Bazı gazetecileri davet etmemeniz ve sarf ettiğiniz sözler ABD’nin resmî tutumu mu yoksa kişisel görüşünüzü mü yansıtıyor?”
Bass efendi ise şöyle cevaplamış: “Soru için teşekkür ederim. Gazetecilerle her buluştuğumuzda belli bir sayıya bağlı kalmadan davet edilecekleri belirliyoruz, nasıl Türk hükûmeti de belli gazetecileri seçip yuvarlak masa toplantıları yapıyorsa... Biz bu sefer kurgu ya da komplo teorisi değil, gerçekleri ve tek bir kaynaktan daha fazla kaynakla konuşan, gazeteciliğin etik değerlerini takip eden gazetecileri seçtik.”
Böyle skandal bir laf olur mu? Bu ne rezalet! Ve orada hükûmet medyasından kimsenin çağrılmamasına aslında tepki konulması gerekirdi. Hem basın özgürlüğü de, hem de birkaç kişi hariç tek tip gazetecileri çağır.
John Bass’ın PKK ve YPG ile ilgili açıklamaları ise tam bir skandal. Gazetelere bunların hepsi yansımamış. John Bass’a sorulanlar ve Bass’ın verdiği cevaplar aynen şöyle: “Meslektaşınızın tutuklanmasıyla ilgili çok sert bir söylem kullandınız. Neden önce mahkemenin kararını beklemediniz? Bu, artık Türk adaletine güvenmediğiniz anlamına mı geliyor? Ve son 9 ayda DEAŞ’ın saldırı yapmamasının 2 ülke arasındaki iş birliğini gösterdiğini söylediniz. Bu, ABD’nin Türkiye’ye istihbarat verdiği anlamına mı geliyor? Geçmişte Türk yetkililerin 'radikal İslamcı' hareketlerle ilgili duyarlı olmadığı söyleniyordu. Şu an nasıl yorumlarsınız? 3.sü; ‘YPG’ye verilen silahlar Türkiye’ye dönmeyecek’ diyorsunuz ancak Ankara inandırıcı bulmuyor. Silahların terör örgütlerinin eline geçmeyeceğinden nasıl emin oluyorsunuz?..”
“Davaların normal yasal süreçle mahkemelerde görülmesini tercih ederdik. Ancak bir meslektaşımızla ilgili bir dava mahkeme yerine medyada görülünce, kamuoyu önünde bilgi vermeye mecbur hissediyorum, ki böylelikle bilgi almak isteyenler alternatif bir görüş olduğunu da bilsinler... Teröre karşı mücadelemiz güçlü bir şekilde devam ediyor ve terör saldırılarını engellemeye ve Türk, Amerikan ve müttefiklerimizin vatandaşlarını korumaya yönelik ortak çıkarlarımıza dayanıyor. Ve bu iş birliğinin Türk vatandaşlarını daha güvenli hâle getirdiğine inanıyorum... YPG’ye verdiğimiz sınırlı taktiksel desteğe gelince… Hükûmetimiz açıkça söyledi; bu bir tercih değil, bir zorunluluk, DEAŞ’ın hepimize yönelttiği tehditle mücadele edebilmek için mecbur hissettiğimizi. Aynı zamanda DEAŞ’la mücadelemizin PKK’yı güçlendirmemesi ve Türkiye için daha büyük bir güvenlik sorunu hâline gelmemesi konusunda hassasız ve kaygılıyız. Ve Türk hükûmetinin PKK’ya karşı çabalarını desteklemeye devam edeceğiz. Bununla birlikte; PKK’nın elindeki ABD menşeli bir silahın kuzey Suriye’den mi, yoksa DEAŞ’a karşı savaşan başka bir gruptan mı geldiğine dair kanıt görmemiz lazım. 2003-2011 arasında ABD’nin Irak güvenlik güçlerine büyük miktarda silah sağladığını hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ve DEAŞ 2014’te Musul’a girdiğinde bu güçlerin şehri terk ederken çok büyük miktarda silah bıraktığını gördük. Bu silahlardan bazıları DEAŞ’ın eline geçti, bazıları karaborsaya düştü. Dolayısıyla PKK’nın doğrudan SDG’den değil, silah temin edebileceği başka birçok yol var...”
“ABD hükûmetinin, Türk hükûmetine PYD ve PKK’yı birbirinden ayırmaya çalıştığı iddiaları var. Teyit edebilir misiniz?”
"Biz PKK ile çalışmıyoruz ya da desteklemiyoruz. Dediğim gibi YPG’nin bazı unsurları için taktiksel sınırlı desteğimiz var. DEAŞ sorununu çözdüğümüzde ve kuzey Suriye’de kontrolün o bölgenin insanları tarafından sağlandığında, kuzey Suriye’de daha farklı bir yaklaşıma geçeceğimize ve Türk hükûmetinin DEAŞ-karşıtı mücadelede yaptığımız iş birliğiyle ilgili bu kaygılarını gidereceğimize inanıyorum."
“PKK terör örgütü diyorsunuz ama bu odada herkes PKK ve YPG’nin aynı şey olduğunu biliyor. Merak ediyorum, bir terör örgütünü desteklemeyi aklınızda nasıl meşrulaştırıyorsunuz?”
“Bence 2-3 yıl öncesine geri dönüp hepimizin karşı karşıya kaldığı durumu hatırlamamız önemli. DEAŞ Tel Abyad’da sınırın ötesinden traktörler dolusu gübre alıyordu. Ve bu gübreleri, bomba yüklü kamyonlar yapıp, onları Ramadi’de, Irak’ın batısında patlatarak Irak hükûmetini devirmek üzere kullanıyorlardı. Biz o zamanlar bu gübrelerin, diğer başka teçhizatın, Türkiye sınırına erişimini ve örgütün Irak-Suriye’nin dışına elemanlarını gönderip; Türkiye, ABD, Avrupa’da saldırılar düzenleme kapasitesini kullanan DEAŞ’lıların ortaya çıkardığı tehdidi ortadan kaldırabilmekte engellemede kısa vadede başarılı olabilecek Suriyeli kuvvetler bulabilmek için çok uğraştık. Bu acil sorunu çözmek için başka yollar bulmaya ve kuvvetler geliştirmeye çalıştık. Hükûmetim bu sorunun yeterince acil olduğuna ve sahada o zaman elimizde olan kuvvetleri kullanmaya karar verdi. Bu kalıcı bir anlaşma değil ve aynı zamanda Türk hükûmetinin PKK şiddetiyle mücadelesini destekledik ve desteklemeye de devam edeceğiz.”
 “Türk devleti DEAŞ’a yardım ediyor” yalanının kaynağını öğrenmiş olduk. Tolga Tanış ve Kadri Gürsel gibilerin “Türkiye terör örgütü DEAŞ’a yardım ediyor” açıklamasının kaynağı Büyükelçi Bass’mış. Traktör dolusu gübre geliyor söylemini Hürriyet, Tolga Tanış üzerinden çok kullandı. Bunun altının çizilmesi lazım.
Aslında John Bass öyle akılsız ki, kendi kaynaklarını da afişe etmiş. Her  şeyde bir hayır vardır. Bass, giderayak Tel Abyad’dan ötürü PKK’ya silah verdiklerini de itiraf etmiş. Şimdi Türk devletinin eli daha güçlü. İzleyelim bakalım başka neler ortaya çıkacak. Amerika zaten PKK’yı destekliyordu, bunu resmî ağızdan onayladılar. Sömürge gazetecilerin finansmanını ve bilgi akışını kimler sağlıyor anlamış olduk. Yeni gelecek büyükelçinin işi şimdi daha zor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.