‘Altın zincir'in 25. halkası Seyfeddin Faruki

A -
A +

Evrengzib Âlemgîr tahta oturunca ilk işi ayak altına düşmesin diye paralardaki mübarek ibareleri kaldırmak olur. Türk illerinde İranlı Mecûsilerin bayramlarını (Nevrûz ve Mihricanı) yasaklar. Molla İvaz Vecih adlı bir âlim ve talebelerini yola uğurlar, bunlar belde belde dolaşır, halkı aydınlatırlar. Haramlarla mücadele eder, Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) güzel ahlakını anlatırlar. Evrengzib yürürlükte olan 80 çeşit vergiyi kaldırır, halkın soluk almasını sağlar. Bunun bereketini görür, boşalacağı sanılan hazine aksine altınla dolar. Onun devrinde Agra binbir gece masallarını andırır, bulgurhânelerde fukara için aş kaynar. Yolcuları kervansaraylarda ağırlar, talebelerin ihtiyaçlarını sağlar. Eser takdim edenleri mükâfatlandırır, müderrisleri maaşa bağlar. Açtığı muhteşem kütüphanelerde âlimleri bir araya toplar, onlara Hanefî fıkhı üzerine bir anayasa (Fetâvâ-yı Âlemgiriyye) ve bir kanun kitabı (Fetâvâ-yı Hindiye) hazırlattırır. Yetmez âdil kâdılar yetiştirir, memleketin dört bir yanına yollar. Gayrimüslimler de rahat ve huzurludurlar. On binlerce Hindu İslâmiyeti seçer, kardeşimiz olurlar. Âlemgîr geçmiş yıllarda işgal edilen toprakları da (Kuç-Bihar ve Assam) kurtarır, ezilen, alay edilen aşağılanan Bengallilere sahip çıkar. Havaliye çöreklenen misyonerleri kovmakla kalmaz, bugün Bangladeş olarak bilinen bölgeyi iskan edip, dünyâya açar. Afganlılarla nicedir süregiden gerginliği bitirir, Osmanlı ile sıcak münasebetler kurar. Hoşgörülüdür ama icap etti mi kılıcını sıyırır, meydanı haine, fitneciye bırakmaz. Düşünün yaşı 90'ı aşmasına rağmen Marata'da çıkan Hindû isyanını bastırmaya koşar. Bu seferde vefât eder (1707-Evrengâbâd), naşını Huldâbâd'da toprağa bırakırlar. Âlemgîr Şah'tan batılı seyyahlar da sitayişle söz açar. İtalyan Gemalli Careri, Âlemgîr'in dilekçeleri tek tek okuduğunu, bunları cevaplamaktan haz aldığını yazar. Azılı bir İslam düşmanı olan Will Durant bile "Suç ve suçlunun üzerine gitmede hemen hiç cezâi metotlar kullanmadı, şatafattan uzak durdu" demekten kendini alamaz. Ediptir de... Türkçe kadar Fârisî'ye de hakimdir, mektuplarından derlenen, Ruk'at-i Âlemgîrî uzun zaman, ders kitabı olarak okutulur. Birçok eseri bizzat şerh edip çevirir ki bunlar birer belagat şaheseri sayılırlar. Peki bir ömür nasıl bu kadar verimli ve bereketli geçebilir? Arkasında ki Allah dostu kimdir? Zaten sözü oraya getireceğiz ya... Şimdi azıcık gerilere gidelim. Ardında kim var? Buğulu Hindistan sabahlarından biri... Serhend henüz uykuda.. Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin hanesinde bir telaş, bir heyecan. Ve beklenen misafir gelir: "Nur topu gibi bir oğlan" O anda bir melek görünür; "Doğduğu gün, öldüğü gün ve tekrar dirildiği gün Allah'ın selâmı üzerine olsun" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okumaya başlar. Yıllar hızla akar... Seyfeddîn Fârûkî'nin İlme karşı tarifsiz bir iştiyakı vardır, akranları henüz elif be hecelerken o kelam-ı kadimi ezberlemekte zorlanmaz. Görenler "dedesine (İmam-ı Rabbani hazretlerine) benziyor" diye fısıldarlar. İlk hocası amcası Muhammed Saîd'den çok istifade eder. Cild cild kitapları hıfzına alır, tedrisini tamamlar. Sonra babası Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin sohbetlerinde Nakşibendiyye yolunun usûl ve âdâbını kavrar, hallere sırlara yelken açar. Zâhiren ve bâtınen kemâle erişir, Allahü teâlânın dînini, Server-i kâinatın güzel ahlâkını anlatmakla vazifelendirilir. Zamanın sultânı Evrengzîb Âlemgîr, mübarek babasının talebesidir. Seyfeddin Faruki hazretlerini Delhi'de görmeyi çok arzular. Büyük veli, davete icabet eder, sultan ona şirin bir dergah açar, bizzat kendisi de sohbetlere katılır, derviş gibi diz kırar. Ne denilirse yapar, bid'at ve sapıklıkları önlemek için fermanlar yayınlar. Aleyhisselatü vesselam efendimize harfiyen uyar, unutulmuş sünnetleri ortaya çıkarırlar. Şehir ayan beyan nurlanır komutanlar, nazırlar tasavvuf konaklarında yol alırlar. İslamiyet hızla yayılır, Müslümanlar güç kazanırlar. "Kim bir mümin kardeşinin ihtiyâcını temin ederse, mahşer günü ameller tartılırken terâzinin başında duracağım. İmdâd isteyince, mutlaka şefâat edeceğim" hadis-i şerifi mucibince yoksulların elinden tutarlar. Sultan Âlemgîr Şah, bir gün Muhammed Seyfeddîn Fârûkî'yi husûsî bahçesine dâvet eder. Ortada gâyet süslü bir havuz vardır ki, dallar arasından süzülen ışıklar, yapma balıklar üzerinde oynaşırlar. Bunlar maddi değeri yüksek heykellerdir, bedenleri som altındır, pulları zümrüt yakuttur, gözleri has elmas. Âlemgîr Şah bakar büyükler hoşlanmıyorlar, zerre kadar tereddüt etmeden balıkları kırdırır, havuzu paklar. Evrengzib dünya adamı değildir, tahtın saltanatın geçici olduğunu bilir, hesabını ahiret için yapar. Yatıp kalkıp Allahü teâlâya şükreder; böylesi bir Hakk aşığı ile şereflendiği için kendini bahtiyar sayar. Seyfeddin-i Faruki hazretlerinin kapısı herkese açıktır, kâfirler, fâcirler, fâsıklar da gelir hisse alırlar. Hallere sırlara kavuşan halifeleri (Mesela Nur Muhammed Bedayuni) de meşale olurlar. Halkalar suya atılan taş misali genişler, Hindistan hudutlarını aşar. Bir gün Şehzâde Muhammed Âzam, dergâha gelir, lâkin izdihamdan kapıyı aşamaz. Başından sarığı düşer, kaftanı eşiğe takılır, oturacak hasır parçası bile bulamaz. Ne nimet ama Ayağına halılar serilen, palmiyelerle yellenen, başköşelere buyur edilen bir Veliaht için hazmedilecek şeyler değildir bunlar. Lâkin sohbet başlayınca arınır yıkanır, gönlüne ırmak ırmak feyz akar. Gözünde dünyanın çer çöp kadar değeri kalmaz. Akşam babasına insanların, Seyfeddîn Faruki hazretlerine gösterdiği rağbeti anlatır, "başıma gelenleri duysanız, inanamazsınız bana!" Âlemgîr Şah çok sevinir; "Allahü teâlâya hamd olsun" der, "şehzadelerin bile huzûruna zorlukla çıkabileceği dostlarını yolladı aramıza..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.