Unkapanı’ndan Kurt kapanına

A -
A +

Şöhret olmak isteyen saflar, tarlasını tapanını satar, gelir “ün” kapanında kapana kısılırlar

Bizde devlet ve millet ayrı kulvarlarda yürür bir türlü buluşamaz. Ankara obua, viyola peşindedir, Anadolu davul, zurna.
Polis radyosu ufaktan çizgiyi zorlasa da TRT yasakçıdır hâlâ.
Devlet işi gücü bırakır, klasik Batı müziği dayatır. Şimdi de Niccola Paganini sonatae di lucca opus bir sürü rakam...
Sen avamsın karar veremezsin! Benim seçtiğimi dinleyeceksin!
Yaa öyle mi al radyonu çal başına!
Vaziyetten vazife çıkaran müteşebbisler kaset işini parlatırlar. Seyyarlar bir pazar arabası ayarlar, teyp ve akü bulur, ulu perdeden girerler yayına. Yanında yöresinde diğer kasetçiler de tıngırdar, nağmeler birbirine karışır, “rabarba!”
Yetmişli yılların Topkapı’sı felaket gürültülüdür, kornalar, sirenler, çıngıraklar, n’alırsan bi’ liracılar... At satarlar hatta.

Unkapanı’ndan Kurt kapanına

TELİF DE NE YA?
Kasetçiler umumiyetle minibüsçülere hitap eder, arabeskin dibine vururlar.
Eğer kadınlar korosundan “tennenni tennenni terenom” istersen, takar bi’ A. Avaz bağırtır avaz avaz.  Bu kibarca “Yaylan” demektir, “hadi karrrdeşim sağdan!”
O yıllarda semtin ne kadar bakkalı, çakkalı varsa o kadar da kahvesi, birahanesi, totocusu, ganyancısı, atari salonu, tekel bayii ve plak evi vardır.
Eğer civarınızda bir kasetçi bulunuyorsa yanmışsınız, çocuk uyuyormuş, yaşlı varmış, kimin umurunda?
Bir şarkıcının çok olsun on tane tutan parçası olur, yapımcı hepsini bir kasette toplamaz, on ayrı mal sürer piyasaya. Gerisi dolgu malzemesi, makara kukara.
Müşteri de az çakal değildir, gider boş bir kaset alır (Sony, Maxell, Raks) istediklerinin listesini yapar, doldurtur esnafa.
Araya mesaj da koydurabilirsin icabında. “Hale, Jale ve bütün mahalle...”
Evet onlardan.
Ekolar abartılıdır, aksiseda tedricen azalır, sanki tekerrür eder uzaklarda.

BATSIN BU DÜNYA
Mahalle abilerinin çift yollu (double deck) cihazları olur. Kayıt yapar eşe dosta. Yoo para için değil, hatırına.
Zamanla evler kaset çöplüğüne döner, analar kızar, “Bak bir gün bunları atacam ha sobaya!”
-Tamam gııı toplıycaz!
Arabalar desen ona keza. Torpido, güneşlik her taraf kaset. Lagalara girdikçe, kutular şıngırdar.
Dolmuşçu kardeşim sabahın seherinde Müslüm koymuş, gam, kasavet, tasa... Bıktım be usta!
-Birader değiştirsene şunu.
-Olur şeker abim.
Takar ağlangaçlı çocuk sesleri.
Yok boynu bükükler, yok acıların çocuğuyam... Biteviye dert, hüzün, isyan; sonunda kendini doğrar.
Kampanya abiler!
Kaset alana, jilet bedava.

JAPONLAR TAPON MU?
Teyp gurbetçilere ısmarlanır, Alamancılar işi bilir, bir yerlere saklar, gümrükten yırtarlar. Philips, Grundig, Telefunken, ITT Schaub Lorenz, Blaupunkt ya da Saba.
Ne kadar paran varsa...
Kaset bitince stop eder, çıkarır ters çevirir yine takarsın yuvaya. Sonra “auto-reverse”ler gelir, hiç durmaz öbür yüzünden devam eder okumaya.
Kasetler zamanla yamulur, bozulur, demir iyonları mıknatısa doğru akar. Misal hoparlör yanına konan bandın şaftı kayar. Ses yokuş çıkan kamyon gibi inler, boğulmaya başlar. Bazen incelir çatallanır, vici vici kulak tırmalar.
Kristali kolonyalı pamukla silersiniz düzelmez, ı ıh olmayacak galiba.
Bazı tırık teypler bandı kafaya dolar, yanında timsahlı kalem yoksa saramazsın başa. Müzik kasetlerinin üzerine kayıt yapılmaz ama alttaki boşluğu selobantla kapatırsan kullanabilirsin pekâlâ.
Teyp dediğin okkaya gelmelidir, bitpazarında metal kasalı Almanlar prim yapar. Japon malı tapon malıdır, hele müstameline mangır çıkmaz.
Sonra bakarlar ki, hafif mafif ama bozulmuyor. Sesi de diğerlerini aratmıyor. Üstelik radyosu, saati ve gece lambası da var. Sony, Sharp, JVC, Hitachi, Kenwood, Pioneer, Panasonic, Fisher, Sansui, Toshiba, AKAI, AIWA patlar gider, Almanların tozunu atar.
Yerliler de fena değildir.  Vesteller, Arçelikler, Bekolar... YU-MA-TU (Yusuf - Mahmut - Tuncay) aldığı parayı hak eder fazlasıyla. 

ŞÖHRET YOLUNDA
Eskiden boyu bosu, kaşı gözü yerinde olanlar İstanbul’a gelir. Haydarpaşa’da tahta bavuluyla iner, şöyle “Geldim” gibilerden bir şehre bakar.
Sonra doooğru Yeşilçam’a!
Derken ne kadar düğünde tombada söyleyen muganni varsa alır sazını düşer yola. Bu defa Harem tarikiyle, Unkapanı’na.
Yapımcı istikbal gördüğü şarkıcıya sahip çıkar, tutmayacak adamla uğraşmaz. Ama şöhret meraklıları yapışkandır, kapıdan kovsan bacadan.
Stüdyolar sabah akşam doludur, iş kesafetinden teknisyenlerin çayı soğur bardaklarında.
Koliler, koliler, koliler... Hamallar bile şaşar, bunları kim alıyor ya?
Bazı hevesliler muhatap bulamayınca söz ve beste ayarlar, aranje ettirir, seslendirip mastırını alır.
Ama bunu piyasaya arz için yine İMÇ’ye gitmeli, bir aracı bulmalıdır ivedi kaydıyla. Çünkü bandrol sadece yapımcıya verilir, şahıslar alamaz. Bu yüzden eli mahkûm düşecek, yalvaracak.
Bazı plakçılar mevzuyu Ağrı’nın ardı gibi anlatırlar, yok dosya hazırlanacak da, meslek birlikleri tetkik edecek de, Bakanlığa sunulacak da...
Reklam, dağıtım, iade... Bunlar hep korkulu rüya.

Unkapanı’ndan Kurt kapanına

UYAN DA BALIĞA
Unkapanı’nın uyanıkları  gelen ürüne istihza ile bakar “Bize yaramaz” der tavır yapar. Suratından düşen bin parça. “Yok niye vokal kullanmadın?” “Araya bi’ klarnet almaz mı insan?” “Keşke soraydın bana!”
Tüh tühler, vah vahlar. Muhatabı kıvama gelince “Gel şunu baştan yapalım” derler, “bir de klip çekelim, zımba gibi çıkalım piyasaya!”
Garibim malını mülkünü satmıştır, henüz hadisenin şokunda. Gider kalanları da satar, sermayeyi hayale yükler sonunda.
Bazı firmalar da “Tamam yaparız ama” derler, “masraf yarı yarıya. Peşin ödeyeceksin, tutar mı, tutmaz mı bilmiyoruz, muamma!”
Ya da “Sen hiç karışma” derler, “al yüzde beşini, bak dalgana!”  
“He” mi dedi? Zavallıya öyle bir sözleşme imzalatırlar ki, bukağısız köle olur o saatten sonra.
Nüfusumuz 50 milyon iken 117 milyon bandrollü kaset satılmış, üç misli de korsan olsa, takriben 10 adet düşer kişi başına. Yedi kaset, üç CD fabrikası vardır, mal yetiştiremez piyasaya.
Öyle 50-100 bin satan şarkıcının yüzüne ile bakılmaz, şimdi 20 bin satana ödül veriyorlar alkışlarla.  
Kasetin ardından CD ve DVD ile tanışırız. Çizilen diskleri dikiz aynasına bağlarız, polis radarlarına birebirdir rivayet doğruysa...
Ardından MP3 yayılır, bir darbe daha.
Hele internet çıkar, çivisi de çıkar. Bacak kadar tıfıllar cep telefonu ile klip yapar, YouTube’a atarlar. 

SİSTEM KORSANA...
Efendim bu ses saklama işine ilk defa Smith adlı bir Amerikalı kafa yorar (1888), demir tozuna bulanmış şeritlere manyetik tescil yapılabilir mi acaba?
Bir yıl sonra Poulsen “telegrafon” adlı cihazıyla Paris Fuarı’na gelir ve Avusturya İmparatoru Josef’in sesini alır kayda.
1923’de Pfleumer uzun ince kâğıtları zikrolunan kimyasallarla kaplar. 1935’de Alman AEG beklenen “magnetofonu” yapar, BASF bant sağlar ona.
Ancak makaraları korumak zordur, bunları kartuş içine mi alsalar acaba? Nitekim Philips kompakt kaseti yapar ve sunar (1963) Dolby sistemle dip seslerini azaltır ayrıca. Sony ise “Walkman” ile koca teybi cebimize sokar (1979)
Türkiye piyasasına Alman Odeon, Amerikan Columbia, İngiliz His Master’s Voice ve Fransız Pathel hâkimdir. Bunlar Rum, Ermeni ve Yahudilerle çalışırlar. Menderesli yıllarda bizim çocuklar iner sahaya. Ama nasıl? Kıran kırana!
Yerli kaset firmaları “Plaksan, Raks, Kervan, Minareci, Elenor, Uzelli” üretime başlar.
Ne telif diye bir mefhum vardır ne de mevzuat. Gün doğar korsana.

YASAKLANSA DA SATILSA
Kaset deyince aklınıza sadece müzik gelmesin. İlim adamları, lisan kursları ve gazeteciler de kullanırlar.
Siyasette önemli bir silahtır sonra. Lider gidemediği yerlere bandını yollar.
İran’da çarşı kasetle karışır mesela, koca Şah ve SAVAK (istihbarat) âciz kalır el kadar plastikler karşısında.
Malum, rahmetli Kadir Mısıroğlu Eskişehir’den geçerken tutuklanır, içeri alınır. Birisi kaset mi yakalatmış ne? İrfan Özaydınlı pusuda.
O günlerde örfi idare komutanlarının eli güçlüdür, sizi mahkemeye çıkarmadan içerde tutabilirler kolayca. Tabii bir serseri şişlemezse o arada.
Hatip susturmak kolay da, ya kasetler? Her teyp bir Kadir Hoca olduktan sonra?
Şivan Perver kasetleri el altından satılırdı, deli para. “Kürtçe serbest” dendi, alayı ıskarta.
Kaidedir: Yasak, yasaklanana yarar daima.

OLMASA GELMEZDİ
Adam otomobilini çaldırmış, yanmış yıkılmış. O zamanlar bir TOFAŞ, ev arsa parasına.
Ertesi gün bi telefon, “Abi in aşağıya, araban kapıda! Yalnız bi’ kaset vardı aldım, haberin ola!”
- Araba geldikten sonra kaseti soracak değiliz ya!
- Zaten o kaset olmasa otomobilin dönmezdi sana!
TGRT’nin sesli yayınlarından biri efendim, Bişr-i Hafi Hazretlerini anlatıyor tiyatro tadında.

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.