Vızzzt Magirus geçti

A -
A +

Bir zamanlar firmalar müşteri aramıyor, yer lütfediyorlardı. Mazot makul, müşteri mebzuldu. Arabalar dolu gider, dolu döner, aylarca kontak kapatmazlardı.

Bilet fiyatları cep yakar oldu bayram yaklaştıkça otobüslerde yer bulmak zorlaşıyor.
Bu sıkıntı oldum olası yaşanır. Eskiden şehirler arası otobüslerin ehemmiyetli bir kısmı hacca giderdi, garaj kapılarına kaptıkaçtılar dayanırlardı.
Otobüsçüler bu salgın döneminde çok sıkıntı çekti, dileriz kazasız belasız gider gelir, zararlarını biraz olsun kapatırlar.
Hatırlar mısınız bilmem. 60’lı yıllarda otobüsler Sirkeci’nin dar sokaklarında basarlardı marşa, bir iki firma da Laleli’den yolcu alırdı. Sonra sahile iner, arabalı beklerlerdi sabırla. Suhulet ile Sahilbend karşılıklı gelir gider ama yetişemezlerdi izdihama.
Henüz Harem’de garaj filan yoktu. Sahilde ahşap bir iskele ile önü asmalı bir kahve hatırlıyorum, yamaçta asırlık konaklar sıralanırdı. Kolları paslı vinçler, kum yüklenen ‘Thames’lar, ‘Bedford’lar, eğreti bir iskele, tahtaları çürümüş mavnalar…
Anadolu yakasının yolcuları Kadıköy Meydanı’nda toplanırlardı, hemen sebze halinin arkasında. Hoş o günlerde kaç firma vardı ki? Ulusoy, Kâmil Koç, Güzel İzmir, İnanöz, Özen, Sağlam, Fındıklı Toros...
Sonra güreşçi firmaları türedi, Dağıstanlı, Atan Kardeşler ve Şampiyon Hersekli... Çocukluk bu ya Gülhan, Gazanfer çekişmesi hoşumuza giderdi. Kâhyalar karşılıklı atışır, icabında ücret düşürürlerdi. Eli valizliyi görmesinler, anında koluna girer, biletini keserlerdi.

ADAM YAPMIŞ ABİ
Yolcu mu bekliyordum, yoksa uğurluyor muydum bilemeyeceğim, firmanın biri gıcır gıcır bir Magirus’u yazıhanenin önüne çekti. Diğerleri de geldiler, “Hayırlı olsun” dediler. Arabayı hayran hayran inceleyip “Maşaallah” çektiler.
Öyle ya burunlu Scania’lardan, burunsuz ‘Fiat’lara henüz geçtiğimiz yıllarda motoru arkaya atan bir teknoloji şaşılacak şeydi. Sürücüden daha geride yer alan bir ön tekerleği aklımız almamıştı. Zaten bize göre arkaya konulan bir motor ancak geri geri giderken işe yarardı.
‘Magirus’lar albenili renkleri, sessiz kabinleri, beyaz direksiyonları ve ayağa takılmayan motorlarıyla gönülleri fethetti. Sesleri de heyecan vericiydi, hava soğutmalı olduğu için sürekli dönen ve boşa düştükçe vınlayan türbinler uzay gemisini andırırdı. O çift eksozdan çıkan çılgın patırtı, hakikaten kan kaynatıcıydı.
Mahallede çocukları ellerini uçak yapıp akranlarının burunlarını sıyırır, şaşkın muhataplarına “Vızzzt” derlerdi, “Magirus geçti!”
Ve Magiruslar da geçti. Bir dönem Otomarsan’ın 302’leri yollara ipotek koydu. Süratli, yakışıklı, o devir ölçülerinde (tekerlek üstü hariç) rahattı. Hepsi bir yana masrafsız ve sağlamdı. 70’li yılların başında Magirus “Havalı Apollo” ile parlak geçmişine dönmek istedi. Apollo’lar gerçekten havalıydı. Hem göz okşayan bir dizaynları vardı, hem de yolcuya saygılıydı. Bacak kadar çocuk binse eğilir, yerlere kapanırdı.
Ancak arabaya yumuşaklık kazandıran hava yastıkları Anadolu yollarında sıkça patladı, tadı tuzu kalmadı..
O zamanlar işlek yollara şose derdik. Önce taş toprak yayılır, ezilir, stabilize edilir, sonra üstüne zift serilir, çakıl serpilirdi
Yazın zift erir akar, kışın delinir donar. Çukurlarda daima su olur, güm güm düştükçe iki yana sıçrar.
Bir ara MAN “sessiz dünya” diye bir seri çıkardı, ancak 302’lerin saltanatı pek  sallanmadı.

ARAYA TABURE
Otobüs perondan full kalkardı, kontrol noktalarını geçince araya adam alır, tabure dağıtırlardı.
Otobüsçülüğün altın yıllarında muavinler şoför, şoförler mal sahibi oldu, bir arabası olan ikinciyi aldı, iki arabası olan firma kurdu. Ünlü otobüsçülerin “öz”leri, “es”leri, “as”ları, “en hakiki”leri çıktı.
Yeniler de sektöre hız kattı. Şişe suyu verdiler, kolonya, şeker tuttular. Hatta koltuk sayılarını azaltıp araları açtılar ve arka cama “Rakibimiz Hava Yolları” yazdılar.
Kaptanlar saçlarını limonla tarar, dişlerini altın kaplatırlardı. Tiril tiril laci takımlar ve apoletli gömlekler giyer, Çarşamba’ya uğradıklarında Zileli Osman Usta’dan yumurta topuk alırlardı. Ökçelerine basmak mecburiydi, eğilip de çekçek kullanmak delikanlıyı bozardı.
Mürettebat Kent ya da Palmall içer ve Mercedes armalı şövalye yüzükler takardı. Altın görünümlü bakırdı, kavgada muşta gibi kullanılırdı.
O yıllarda aynaya CD asılmaz, tampona “Canısı” yazılmazdı ama çiğ yeşil ve cart kırmızıdan örülmüş bir karpuz maketin yoksa olmazdı.
Fırıldak yap para kap sektörü iyi çalışırdı, birileri yürüdükçe sallanan eller yapmış ve yok satmışlardı.
Firmalar yolcu aramıyor, yer lütfediyorlardı. Mazot makul, müşteri mebzuldu. Arabalar dolu gidip, dolu dönüyor, aylarca kontak kapatmadan çalışıyorlardı.
Deseler ki, bir gün tayyareler otobüs fiyatına yolcu taşır, her vilayete hava meydanı açılır.
Söyleyin kim inanırdı?

BAYILANA LİMON
Bizim çocukluğumuzda yolcular ne bileyim, sanki daha bir gariptiler. Artık eskimesin diye mi bilmem çoraplarını yıkamazlardı. Gerçi ayakkabı içinde zararı yoktu ama suhunet ve rutubet artınca koku dışarı taşardı. Muavinler sık sık “Pabucumuzu çıkarmayalım abiler” diye ikazda bulunur, ufunet artınca istesin istemesin herkesi kolonyayla yıkarlardı.
Garip huylar edinmiştik. Yola çıkarken mutlaka gazete alır, hatta Teks ve Zagor bakardık. Kabak çekirdeği ve sımışka tedarik eder, keskin nane bulundururduk baş ağrısına mide bulantısına. Kadınlar sarma, dolma, kol böreği yapar, patates, yumurta ve tavuk haşlarlardı.  Hele biri salatalık ve mandalina soymaya görsün bütün otobüs mis kokardı.
Burunlu otobüsler ekseri kamyondan bozmaydı, kalorifer havalandırma olmazdı. Hatta pencere aralarından rüzgâr alır, kışın camlar buz tutardı.
Çocuklu kadınlar tedarikliydi, yanlarında battaniye taşırlardı. Dizini örtmeyenlerin romatizmaları azardı.
Tiryaki olsun, olmasın, sırtı koltuğa değen mutlaka sigara yakardı. Öyle ya, kazağın izmarit kokmadıktan sonra yolculuk yaptığın nereden belli olacaktı?
Bütün bunlara rağmen birer otobüsseverdik. Büyüklerimize doktor, mühendis olacağız derdik ama gönlümüzde şoförlük yatardı.

ÖN KOLTUK KEYFİ
Gençler kaptanlara hayrandı, haftalar evvelden bilet alır ön sırayı kapatırlardı. Sabahlara kadar uyumaz kaptana yoldaş olurlardı. Sigara tutar, çakmak yetiştirir, meyve soyup uzatırlardı. Ne söylerse “Di mi ya” diye katılır, yanlış yapanları “cık cık cık” çekerek ayıplarlardı.
Teyp gece boyu susmaz, Elâzığ Şafak Stüdyolarında doldurulan bantların ekolu sesi “Şimdi 41 numaradaki yolcumuz için çalıyoruz” diye çınlardı, “Ben yanmışım arkadaş...”
41 numaranın arkası motor sıcağı, önü kapı ayazı. Kulağınızda uğultu, altınızda merdiven, önünüzde buzdolabı.
Hakikaten yanmışsın arkadaş.
Bazı şoförler tek kasetle yolu tamamlar. Bittikçe çevirip takardı. Aynı parçaları 40 defa çalar, ezberletirlerdi âdeta.  Ne iştir bilinmez, radyo yokuş çıkarken uzun havaya geçer, motorla birlikte inler, ağlar, süratlenince oynak bir türkü yakalardı.
Ilık yaz geceleri lastikler asfaltla bir muhabbet tuttururlardı. Biliyor musunuz, en tatlı hayaller bu cızıltıyla kurulur. Geçmiş yıllar hatırlanır, geleceğe matuf planlar yapılırdı.
Ne hikâyeler ne mısralar, gelgelelim yanınızda kalem olmazdı...

RESMİN BÜYÜK HALİ İÇİN GÖRSELE TIKLAYIN
Vızzzt Magirus geçti

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.