Seviyoruz da… Kedimizi mi kendimizi mi?

A -
A +

Eskiden av ve ev hayvanları daha fazlaydı, her kapıda at ya da merkep olurdu mutlaka. Tavuklarla, oğlakların zevali yoktur, orda burda eşinir, akşam gelir girerler yuvalarına.
Gece köpeğiniz ulur, sabah horozunuz yırtınır durur. Hadi kalk gayri, müezzinin eli kulağında…
Ecdat tabiatta kendi başına yaşayamayan kuşları (muhabbet, kanarya) besler ama saka, serçe kır kuşudur, kafes zulümdür onlara.
Çatı arasına kumrular, anten üzerine kargalar, bacalara leylekler, kiremitlere martılar kurulur. Eğer kapınız kırlara açılıyorsa kurbağanız, kertenkeleniz de olacak, mutfağınız dolacaktır karıncayla. Metruk kulübeler harabeler ise baykuşlara mekân olur. Bence hiiiç elleşmeyin, felaket fare avcısıdırlar. Ama ev içine alamazsın, öyleyse bi kedi edineceksin kısa yoldan, avcı olsun olmasın fark etmez, kokusu yeter onlara.
Kediler evcimendir çabuk alışır ve kovsanız gitmezler bir daha.
Soba, sofa, sofra üçgeninde dolaşır, sıcağı bulan uyuklar.
Eski evlerden bahsediyorum tabii, bahçeli avlulu olanlardan.
Yoksa yirminci katta nasıl zapt edeceksin, Allah muhafaza ilk açık gördüğü camdan aşağıya.

MÜEZZA

Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem mahlukata şefkati çoktur. Atlarına, develerine kıymet verir, adlarıyla çağırırlar.
Uhud harbine giderken yavrularını emziren bir kedi görür ve ayakaltında kalmasın diye çekerler kenara. Cenk dönüşü (ki zor bir gündür) kediciği yavrularıyla birlikte alır hane-i saadete taşırlar. Onunla şakalaşır, konuşur ve adını Müezza (izzet veren, şereflendiren) koyarlar.
O geceyi zikirle geçirmişlerdir, sabah namazına çıkacaklar, baksalar ki yavrulardan biri eteğinde uyumuş. Yavaşça cüppeyi keser, kediciği kıpırdatmazlar.
Ezd kabilesinden Abdullah da kedi dostudur. Efendimizle ansızın karşılaşınca elindeki yavruyu mintanına saklar. Server-i âlemin gözünden kaçmaz, “Ebu Hureyre” (kediciklerin babası) buyururlar ona.
Mevlâna hazretlerinin dar-ül bekaya irtihallerinden sonra kedisi yemez içmez hayata küser âdeta. Son nefesini verir aynı mekânda. Hazretin hassas kızı Melike onu kefenleyip defneder ağlaya sızlaya.
Şair Meâli de ölen kedisine pek yanar, oturup bir ağıt (mersiye-i gurba) yazar ardı sıra.
Vefa semtine adını veren Ebûl Vefa hazretleri vefalı bir kedi dostudur, Sultan Fatih’i durduran kapı, pisilere açıktır daima.
Peki. Kedi nankör müdür?
Hayır o rızkı verenin Allahü teala olduğunu bilir, itibar etmez aracıya.

EFENDİ AĞA

Abdülhamid Han’ın kar beyaz bir Ankara kedisi vardır, temiz titiz ve ağır başlıdır. Padişah “ağa efendi” der ona.
Zaten çocukluktan itibaren kuş, kedi besler, marifetli bir papağanı vardır sonra.
Habeşistan Kralı II. Menelik ile bir anlaşma yapmış, memalik-i Osmaniye’deki Habeşilere haklar tanımıştır. Karşılığında tek şey ister: “Afrika’daki Müslümanlara iyi davranıla.”
Kral kabul eder, hatta devekuşu, şahin, maymun, pars, kaplan, zebra, zürafa ve misk kedisi yollar, anlaşmanın hatırına.
Çok makbule geçer, Sultan her biri ile yakinen ilgilenir, isimler takar.
Hareket ordusu Yıldız’ı bastığında kitapları yakar, fotoğrafları yırtar, eşyaları yağmalar. Hayvancıkların da yuvalarını tarumar eder, bırakırlar ortalıkta.
Abdülhamid Han’ın biricik atı Ferhan, İttihatçılar tarafından Bulgar çeteci Yane Sandansky’ye verilir.
Olacak şey mi? Sultanın atı, mimli bir Türk düşmanına!

GÜNAH KEDİSİ

Orta Çağ’da Avrupalılar kedileri şeytanın elamanı görür, acımadan yakarlar. Hele kara kedileri (ki bence en güzeli onlar) kılık değiştirmiş cadı sanır, çuvala doldurur, vururlar duvara.
Peki sonra?
Sonra n’ossun? Fareler ortalığı basar ve veba merasimle gelir, bağıra çağıra.
Hayvanların hisleri kuvvetlidir, bizim göremediklerimizi görür, duyamadıklarımızı duyarlar. Karıncaların hareketlerini okuyan bir araştırmacı vardı. Zelzele hususunda isabetli tahminlerde bulunurdu mesela.
Bayezid Kütüphanesinin ünlü müdürü İsmail Saib Sencer el yazmalarını kedilerle korur, bilirsiniz fareler kâğıt kemirmeye bayılırlar. Çatıdan mahzene dek her yer evrak, kitap, ferman, harita...
Şimdi nasıl baş edeceksiniz onlarla.
Millet sahipsiz kedi yavrularını kütüphaneye getirir, hiçbirini geri çevirmez, hemen işe alır, mesaiye başlatır o saat itibarıyla.
Siz de şahit olmuşsunuzdur, yalnız yaşayan insanlar bir kedi edindikten sonra hayata bağlanırlar. Kedi en masrafsız hayvandır, yemek artıkları ile kifafı nefs eder icabında.
Pek de temizdir, kum bulamasa kahrolur, asla pislemez ortalığa.
Oyunbazdır, sokulgandır mırıl mırıl mırıldanırlar. Ama apartman katları onlara göre mi bilmiyorum. Ağaca çıkamayacak, güneşe uzanamayacak, yavrulamayı unutacaktır.
Bilmem hakkımız var mı buna?
Hangi halı serin çimin yerini tutabilir ki, bilirsiniz yalanan kedi yuttuğu tüylerden ot yiyerek kurtulur anca.

HEPSİ SİZİN

Bence sokaktakilerle dost olun, birkaç kere okşayın tamam. Sizinle birlikte asansöre binecek, kapınıza gelecek ve KDV’lerini alacaktırlar mutlaka. Hatta eşiğinize yavrular ve unutulmaz aylar yaşatırlar. Yarım düzine stres topunuz olur ne gam kalır ne tasa.
Kediler keyifli uyur ve güzel uyanırlar. Tadını çıkara çıkara gerinir, kocaman kocaman esnerler aslan edasıyla. Minikler gözünün çapağı ile uykucu kardeşe sataşır. Alt alta üst üste boğuşur, sırtüstü yatar, taklalar atar, tırmık ısırık birbirlerine dalarlar.
Bazen annesinin kaybolacağı tutar. Mecburen damlalıkla besler, sütannesi olursunuz bir bakıma. Sonra bir gün ana çıkagelir, yorulmuş hırpalanmıştır. Ne macera yaşadığını bilemezsiniz ama gözünüz parlar. Miniklerle sarmaş dolaş olur, tek tek yatırır yalar. Allah kimseyi yavrusundan ayırmaya.
Eyüp, Üsküdar ve Fatih kedi dostudur, mezarlıklarda irili ufaklı kedicikler yatar. Esnaf ve vatandaş dokunmaz, dokundurtmaz, evladı gibi bakar. Haddinize mi düşmüş kışşt diyesiniz onlara.
Evet kediler yemek ister ama daha da önemlisi ilgi ister, şöyle başına sırtına gıdığına dokunun memnuniyet tavan yapar. Kış günleri teklifsizce gelir kucağınıza otururlar. Soğuk zeminden iki dakika kopsa kâr.
Bisiklet, motosiklet selelerini sever, araba motorlarına girerler, enerji meselesi. Sıcak sıcaktır sonunda.

AH MUSTAFA!

Yıldız’da IRCİCA toplantısı vardı. Erken gelmişim geziyorum dışarıda. Saray penceresinde bir kedi gördüm, simsiyah, on numara. Makinemi doğrulttum çektim. Derken bir deklanşör sesi geldi arkadan. Döndüm baktım bir gazeteci. Tatlı sert “arkadaşım sil onu” dedim.
Şaşırdı, açtım ekranı gösterdim “telifi bende bak!”
Bozulur gibi oldu, elimi uzattım. “Şaka şaka” dedim, “ben Türkiye gazetesinden İrfan.”
“Ben de Mustafa Cambaz” dedi, “Yeni Şafak’tan.”
Allah rahmet eylesin iyi bilirdik, Rumeli’den hemşehrimizdi ayrıca.
Merhum Mehmet Şevket Eygi de kedisi Lâedri’ye değer verir “ben ölünce biri onu evlat edinsin” yazar, sağ olsun sevenleri vasiyetini emir saydılar.

***

‘Milliyetçiliği, İslam’ı gaye edinen anlayışla savunurdu’

Aramızdan 33 yıl evvel ayrılmasına rağmen büyük izler bırakan, hatıraları anlatılan, kitapları okunan, eğitimci, şair, yazar ve dava adamı Seyyid Ahmed Arvasi, Ensar Vakfının Süleymaniye merkez binasında düzenlenen toplantı ile yâd edildi.
Bu vesileyle konuşan Gazeteci Hüseyin Sarıkoç “Ahmet Arvasi Hoca, milliyetçiliği Batı taklidi bir tarzla değil, İslam’ı gaye edinen bir anlayışla savunurdu. Çünkü güçlü bir Türk Devleti bütün mazlum milletlerin ümidiydi.
Ahmed Arvasi adı üzerine seyyiddir, Evlad-ı Resuldür, ehl-i beyttendir.

Seviyoruz da… Kedimizi mi kendimizi mi?

Soyu Hazret-i Hüseyin ve Ali keremallahü vecheh ile Server-i Kâinat’a ulaşır. Sonra Arvasizadedir, bu aileden sayısız âlim ve veli çıkar. Onun doğduğu evde eğitim beşikte başlar, babası Abdülhakim Efendi Ağrı Doğubeyazıd’da mukimdir, gümrük memurluğu yapar. Ahmed de aile bütçesine bir şeyler katmayı arzular, gider Ağrı’da bir kuyumcunun yanında işe başlar. Bir gün dükkânın kapısı açılır, heybeti düğme ilikleten bir Allah dostu içeri girer, elini omzuna koyar, “Senin işin gönül sarraflığı olmalı” der ve çıkar... İşte o günden sonra bir yük biner omuzlarına.
Çok okur, uykusuz gecelerde yazdığı beyitleri “Sır” adlı manzum eserinde toplar. Ailesi onu “eli bir an önce ekmek tutsun” diye öğretmen okuluna yazdırmıştır. Bu arada evlenmiş barklanmış, genç yaşta çoluk çocuğa karışmıştır. Mezun olunca Tutak’ın Mollaşemdin köyüne tayini çıkar. Bir kış günü eşyasını at kızağına yükler, vururlar yola. Kızakçı “Bırrr” deyip dizginleri çeker: “Geldik hocam!”
-Nereye geldik?
-Okula!
-Hani okul?
Karın örttüğü bir tümseği gösterir “şurada!”
-Ya lojman? Öbür tümseği işaret eder: “Yanında!”
Ahmed Arvasi Bey sıcak odalar hayal ederken, sırılsıklam bir delik bulur.
Çocuklar cılız ve bakımsızdır, yırtık hasırın üstüne ilişir, birbirlerine sokulurlar.
Vatandaş Ahmed Hoca’nın farklı olduğunu anlar ona açılırlar. Önceleri müellim (elem verici) diye hitap eden köylülerin muallim demeye başlar.
Bir ara tayini Van Erciş’e çıkar, gelişmiş bir kaza. Ne ararsan var.
Oradan Balıkesir Savaştepe’ye gider, Doğudan daha perişan.
Anadolu çocuklarının yetişmesi, memleket idaresinde söz sahibi olması lazımdır. Bunun tek yolu vardır tahsil yapmak. Bu yüzden Gazi Pedagoji’ye yazılır gelecek nesiller için kafa yormaya başlar.
Dünyada var olan eğitim sistemlerini inceler ve her ülkenin kendi şartlarına, ihtiyaçlarına göre hazırladığını anlar. Biz 1920’li yıllardan bu yana yapbozla devam ediyoruz. Sürekli farklı eğitim modelleri tartışılıyor hâlâ” dedi.
Ardından konuşan Yaşar Bozkurt “Arvasi Hoca’nın iki türlü talebesi vardır. Biri Eğitim Enstitüsünde derslerine katılanlar. Bir de grup grup evine gelip sohbetinde bulunanlar.
Bana ikisi de nasip oldu. O yıllarda Arvasi Hoca ile Erenköy’de komşuyduk, gece gündüz gençlerle haşır neşirdi, yedirir, içirir, dert dinler, yol gösterir ve asla yorulmazdı.
Onunla Necip Fazıl’ın evine giderdik, üstad ceddine hürmeten koltuğu gösterir, kendisi yere otururdu, yaş olarak büyüktü oysa.
Arvasi Hoca millî eğitim şûralarına katılır, inandığı gibi konuşur muhteşem hitabetiyle ufuklarını açardı.
Sonra 12 Eylül oldu, bizi toplayıp hapishanelere aldılar. Arvasi Hoca’yı Mamak zindanlarına tıktılar. Kıyamda durulmayan secdeye varılmayan ıslak hücrede çok çile çekti, zaten bu yüzden hastalandı.
Gün gelecek aynı Genelkurmay kapısını çalacak, Doğu Anadolu meselesi üzerine bir çalışma yapmasını arzulayacaktı.
Bakın şu olgunluğa ki onlara hayır demedi, başkası olsa yüzlerine bakmazdı” dedi.

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.