TÜRK İŞİ DONDURMA-İNGİLİZ İŞİ ERİTME

A -
A +
İngiltere, I. Cihan Harbi’nde İngiliz ordusuna asker vermekte isteksiz olan müstemlekesi Avustralya’yı dize getirmek için akıl almaz bir yol kullandı. İki Afgan devecinin, Avustralyalılara saldırması, Londra’nın işini çözdü.
 
Birinci Cihan Harbi’nin en ateşli günlerinde, Avustralya’da Dondurmacı Mehmed ve Kasap Abdullah adında iki Müslüman, kafa kafaya verip, padişahın ilan ettiği cihad emrine nasıl uyacaklarını müzakere ediyor. Neticede Müslüman düşmanlarına kendi çaplarında taarruz edip, üzerlerine düşen vecibeyi yerine getiriyorlar. Bu yolda ikisi de canlarını veriyor.
Böylece, dünyanın öteki ucunda, iki sıradan Müslümanın, her nasılsa cihad ilanını duyup buna iştirak ettiği şeklinde parlak bir kahramanlık hikâyesi lanse ediliyor. Zamanla bu ikisinin Türk değil, iki Afganlı deveci olduğu bilgisi işin içine sıkıştırılıyor. Bu daha da heyecan vericidir. Müslüman Afganlar bile, Türk’ün cihadına, hayatı pahasına, kayıtsız kalmamıştır.
 
Türklerin Tecavüzü
 
Daha çocukken bir mecmuada okuduğum, “1200 Anzak askerine saldıran 2 kahraman Türk” hikâyesi, doğrusu oldukça parlaktır. Yakın zamanda filme bile mevzu olan bu Broken Hill Katliamı, yakın bile olsa tarihin, siyasi sebeplerle nasıl kullanılıp tahrif edildiğinin tipik bir numunesidir. Sadece Türkiye’de değil, Avustralya’da da gerçeğin üstü örtülmüştür.
İşin görünen yüzü şöyledir: Broken Hill, Melbourne'a 840, Sydney'e 1145 km mesafede bir madencilik kasabasıdır. Bu madenlerde nakliye işinde Afgan ve Hindli deveciler çalışırdı. I. Cihan Harbi ile, Almanya’ya ihracat yapan bu madenlerin çoğu kapanmış; insanlar işsiz kalmıştı.
Avustralya'da bir dondurma arabasına Türk bayrağı asan ve Osmanlı askeri üniforması giyen iki Afganlı, 1 Ocak 1915’te Broken Hill kasabasında 1200 kişi taşıyan bir piknik trenine ateş açtı. Dört sivil öldü; yedi sivil yaralandı. (Malum, Ocak ayı, Güney Yarıküre’de yazdır.)
Sonra kendilerine müdahale eden polislerle ve milislerle çatışmaya girdiler. Hâdise mahallinden kaçarak bir çiftlik evinde gizlendiler. Burada kendilerini gören iki ihtiyarı da vurup öldürdüler. Nihayet Mehmed çatışma esnasında; Abdullah ise yaralı olarak kaldırıldığı hastanede öldü. Hadiseyi tasvip etmeyen (bunun üzerinde pek durulmaz) Müslüman cemaatin sahip çıkmadığı cenazeler, bilinmeyen bir yere gömüldüler.
 
Ne Türk! Ne Osmanlı!
 
Ertesi gün gazete manşetlerinde “Türklerin Tecavüzü” başlıklı haberler bir ay devam etti. Böylece hadise her tarafta duyuldu; halk arasında Broken Hill Katliamı, Türklere karşı büyük bir nefret meydana getirmeye yetti.
Hâlbuki Osmanlı bayrağı taşıyan iki katil, ne Türk'tü, ne de Osmanlı. Dondurmacı Mehmed, yani Gül Muhammed, Sepoy diye bilinen Afganlı mültecilerdendi. 17 sene evvel kasabaya gelmiş; maden ocaklarında çalışmış; işsiz kalınca da, seyyar dondurmacılığa başlamıştı. Yine Afganlı Kasap Abdullah, aynı zamanda Broken Hill mescidinde fahri imamlık yapıyordu.
Katliamı bu ikisinin yaptığına dair hiçbir delil yoktu. Tek delil, polisin 3 gün sonra faillerin pusu kurduğu yerde bulduğunu iddia ettiği ve bu iki Afgan’ın asla bilemeyeceği yüksek bir Urduca ile yazılmış intihar notları idi. Notlarda, katliamın Sultan Abdülhamid’in talimatı ile yapıldığı yazıyordu ama, Sultan Abdülhamid tahttan indirileli 6 sene olmuştu.
TÜRK İŞİ DONDURMA-İNGİLİZ İŞİ ERİTME
 
Müslüman Süsü
 
“A Prelude to Gallipoli: The Battle of Broken Hill 1915” adındaki kitaba göre, polis zabıtları ve şahitlerin ifadelerine nazaran, hadiseyi, düşmanla ticaret yasağı kanunu sebebiyle sıkıntıya düşen maden şirketlerinden birinin kiraladığı ve eskiden İngiliz ordusunda vazife yapmış iki Hindu keskin nişancısı gerçekleştirmişti.
İki Hindu’nun, Türk kıyafetleriyle de olsa, masum insanları öldürmesi, halkta beklenen tesiri yapamazdı. Bunun için bunlara Müslüman süsü verilmeliydi.  Zavallı iki Afgan deveci bu iş için biçilmiş kaftandı. Bunlara Hint keneviri enjekte edilerek uyuşturuldular. (Menemen Vak’ası’nın başaktörü de esrarkeş diye bilinir.) 
Sonra Osmanlı üniforması giydirilen iki zavallı, Beyaz Kayalar diye bilinen araziye getirildiler. Hakiki katiller, katliamdan sonra, tüfekleri yarı baygın hâldeki bu ikisinin eline tutuşturup kaçtılar.
 
Kendilerini Gelibolu’da buldular
 
Evet, dünyada Müslüman Türk imajını yerle bir eden bu terör vak’ası, bir komplodan ibaretti. Halkı fazla galeyana getirmemek için ölü ve yaralı sayısı mümkün mertebe az tutulmuştu. Öldürülenlerden biri harb aleyhtarı bir papazdı. Böylece cihatçı bir imamın, barışçı papazı öldürmesi, ortalığı ayağa kaldıracaktı.
Gazetelerin haberleri, beklenen reaksiyonu göstermeye yetti. Sydney’de The Bulletin, Almanların propaganda yaparak, hadiseyi Türk askerleri ile trendeki İngiliz askerleri arasındaki muzaffer bir muharebe olarak anlattığını, 40 kişinin ölüp 70 kişinin yaralandığını söylediklerini yazdı. Sonra bütün dünya gazeteleri, bunu gerçek sanıp, yaydılar.
I. Cihan Harbi’nde İngiliz ordusuna asker vermekte isteksiz olan Avustralya böylece dize getirildi. Avustralya tarihinde ilk defa görülen bu katliamı takiben kasaba halkı, Alman kulübüne saldırdı. Çok sayıda genç, İngiliz ordusuna yazıldı. Az sonra kendilerini Gelibolu’da buldular.
Türkiye’de de Ekrem Saltık, seneler evvel bu hadisenin komplo olduğunu bir tarih mecmuasında neşretmişti. Son yıllarda Samet Kavasoğlu ve Sinan Kıyanç tarafından iki akademik makale neşredilmiştir. Ama hakikat iki tarafın da işine gelmemektedir. İngilizler, ajite etmek için; Jön Türkler de hamaset adına hadiseyi kullanmaktadır.
 
Millî sır
 
Başsavcılık, Türkleri işaret eden hadisede Türk parmağı olduğuna dair en ufak bir delilin bulunmadığını raporuna yazdı. Ancak bu rapor yıllarca millî emniyet gerekçesiyle saklandı. Broken Hill hükûmet konağı yandığı için, hadiseye dair evrakın çoğu yok oldu.
Tahkikatı yürüten savcı Billy Hughes, 6 ay sonra Avustralya’ya başbakan oldu. Harb sebebiyle müşkül vaziyete düşen Broken Hill Madencilik Şirketi, Avustralya’nın da harbe katılmasıyla, büyük bir demir çelik tedarikçisi olarak krizi atlattı. Üstelik Avustralya’nın en büyük şirketlerinden biri oldu.
Her sene 11 Kasım’da saat 11’de Broken Hill’de bir anma merasimi tertiplenir. Katliamın cereyan ettiği yerdeki müzede, faillerin elindeki Türk bayrağı ve iki tüfek teşhir edilir. Kurşunlanan trenin nerede olduğu bilinmediği için, buraya temsilî bir vagon konmuştur.
 
 
Taşın altından çıkanlar
 
60 yaşındaki Kasap Abdullah’a ait olduğu iddia edilen mektup şöyledir: “Ben Allah'ın zavallı günahkâr bir kuluyum ve onun merhametini  istiyorum. Bu ülkede yaşayan fakir biriyim. Bir gün belediye müfettişi [izinsiz hayvan kesmekten dolayı] beni suçladı. Bir başka gün ben ona yalvardım yakardım; beni dinlemedi. Sinirli bir  şekilde oturup derin derin düşünürken Gül Muhammed geldi. Üzüntülerimizi  birbirimize anlattık. Kendi isteğimle onun planlarına katıldım. Allah’tan kolay bir ölüm diledim. İkimizin de kimseye bir  düşmanlığı yok. Padişaha ve Kur’ân’a karşı gelmek istemiyorum. Sadece müfettişe karşı bir kinim vardı. Önce onu öldürmek istedim.”
           ***
40 yaşındaki Gül Muhammed'e ait olduğu iddia edilen mektup ise şöyledir: “Rahim olan Allah’ın ve onun peygamberinin adı ile başlıyorum. Bu zavallı günahkâr, Sultan’ın bir kuludur. Benim adım Gül Muhammed, Sultan Hamid Han'ın  mekânını 4 defa ziyaret ettim. Sultan tarafından imzalanmış mühürlü emri kemerimde saklıyorum. Eğer mermiyle yok olmazsa bulursunuz. İnancıma ve Sultan’ın emrine göre, sizin adamlarınızı öldürmem gerekiyor. Kimseye karşı düşmanlığım yok. Bunu da kimseye  danışmadım ve bilgilendirmedim. İnananlara elveda.”
 
Cevapsız sualler
 
O yıllarda kasaba polis teşkilatında bile sadece 7 adet silah vardı. Polisler, savaş silahı kullanmıyordu. Şu hâlde hadisede kullanılan silahların, polisle de alakası yoktu. Polisin bile silahı yokken, işsiz iki Afganlı bu silahları ve sayısız mermiyi nereden bulmuştu?
Yıllarca belediye müfettişi dışında kimseyle sürtüşmeden kendi hâlinde yaşayan ve herkes tarafından muhterem kişiler olarak tanınan iki Afgan’a ne olmuştu da, sivillere ateş açmışlardı?
Sonradan ifade verenler, neden dondurma arabasıyla hadise yerine geldiği iddia edilen failleri görmediklerini söylemişlerdi?
İki Afgan, suikasttan sonra neden saklanmaya hiç de müsait olmayan 3 km mesafedeki Beyaz Kayalar’a kaçmıştı?
Mahdut sayıda mermisi bulunan ve mermilerinin yarısı harcanmamış iki Afgan neden canlı olarak ele geçirilmemişti?
Kemerde olması gereken mektuplar, neden 3 gün sonra kayalıktaki bir taşın altında bulunmuştu? Üstelik neden üzerinde sultanın mührüne rastlanmamıştı?
Mektupta kimseye kinimiz yok dedikleri hâlde, neden masum sivillere ateş açmışlardı?..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.