Dindar gençlik tehlikeli mi?

A -
A +
Orta Asya’da 8-9. asırda bilimle uğraşmak en büyük hobi idi. Orta Asya bilim adamları, ilme 10 yaşlarında başlamış, 18-20 yaşlarında bilim mübâhaselerinde (bir nevi bilimsel tartışma) boy göstermişlerdir. Bunlar çok özel ve istisnâî durumlar da değildir.
                           
           
9 Temmuz 2013’te Haber Türk’te Hülyâ Par’ın sorularını cevaplayan ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Yasin Ceylan'ın “Din ve Dünyâ” adlı programdaki açıklamaları hayli şaşırtıcı idi. Öyle ki Sayın Prof. Ceylan olayı “bir lokma, bir hırka” söylemine bağlamış olmalı. Prof., İslâmiyetin Batılılaşmaya mâni olduğunu ve dünyâya hiç önem vermediğini savunuyordu. Kendi belirttiğine göre sayın Prof.’un kökeninde imam hatip lisesi ve medrese de varmış. Söz gençliğe gelince açıklamalar daha şaşırtıcı. Başarılı gençlik yerine dindar gençlik yetiştirmenin yanlış olduğunu savunarak sebebini de şöyle açıklıyor: “Çünkü Müslüman, dünyâ mutluluğu peşinde değildir; öbür dünyâ mutluluğu peşindedir. İmam hatipte okudum, medreseden geliyorum, İslâm’ın öngördüğü dünyâ, öbür dünyaya yatırımdır; buraya geçici bakar. Asıl mutluluk ertelenmiş mutluluktur. Dünyânın mutluluğu ikinci plândadır. Bir insanın zihninde bu varken neden bu dünyâda bu kadar başarılı olsun? Yatırımı öbür tarafadır. İslâm’ın Batı tipi bir medeniyet kurma ideali yoktur. Böyle bir ihtimal de yoktur. Batı medeniyetinde ilim, san’at, edebiyat, refah, neş’e, şiir falan var... İslâm böyle toplum öngörmüyor. Ben de iddiâ ediyorum ki dünyâ mutluluğu olmadan başarı olmaz. Mutsuz insan ahlâklı olmayı sevmez. Mutsuzlar arasında dayanışma da olmaz.”
Sunucu “Ya o insanlar âhirete çalıştıkları için mutlularsa?”diye sorunca, Prof. şöyle diyor: “İnsanın tabiatine aykırıdır. İnsan tabiati bu dünyâda mutluluk ister. Dünyâsını mükemmelleştirmeyen insan, kim olursa olsun mutsuzdur.”
 
29 HAZİRAN MELÂMET DÜNYÂSI
 
Gerçekten de nasıl ve nereden başlamalı bilemedim. İbâdet eden bir mü’minin ne kadar mutlu olduğunu acabâ inkâr etmek mümkün mü? Mutlu veyâ mutsuz olmanın kriteri nedir? Hayâta ümitli bakmak, tabiata gülümsemek ve etrafıyla barışık olmaksa, hiçbir kimse inanmış bir Müslüman’dan daha olumlu olamaz. Âhirete inanmak ve onun için çalışmak bu dünyâyı boş vermek midir? Kim dünyâyı unutmamızı ve kulak ardı etmemizi istiyor ki? Kur’ân-ı Kerim’de Rabb’imiz “Dünyadan da nasibini unutma” buyuruyor. (Kasas 77 Âyet-i kerîme meâli)
Yüce Peygamber “Verecek bir şeyimiz yok” diyenlere “İnsanlara tebessüm etmeniz sadakadır” buyuruyor. Herkese güler yüzlü davranmak sadaka sevâbına ulaşmayı sağlıyor.
Yine Efendimiz buyuruyor ki: “Kardeşinin yüzüne tebessümle bakmak sadakadır.” (Tirmizi, Birr, 36) Gülümsemek sirâyet eder, suya atılan taşın hâsıl ettiği halkalar gibi etrafa yayılır. Gülümseme sâhibine iç huzuru verir.
Mutlu insan güler. İslâmiyet din kardeşine gülümsemeyi bile sadaka sayıyor, iyiliği emredip kötülüğü hep menediyorsa o toplum nasıl mutsuz olabilir?
Evet, bir Müslüman elbette âhireti dünyaya tercih edecektir. Çünkü akıllı bir insan ebedî hayâtı geçici olana tercih etmez.
“Mutsuz insan ahlâklı olamaz” diyor Sayın Prof. Yüce Peygamber herhangi bir şart koşmaksızın ahlâklı olmayı emrederken “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” diyor. Zîrâ Efendimiz “Dünyâda kalacağın kadar dünyâ için, âhirette kalacağın kadar âhiret için çalış” buyuruyor. Bu çok mantıklı bir tavsiye değil midir? İnsan ömrü, ebedî değilse -ki değil- isterseniz 1000 sene yaşayın. Belirli en büyük sayının sonsuza nispeti nedir?
Meselâ dünyânın en büyük sayısı olarak bilinen sayı googolplexsiant karşımıza çıkar. Bu sayı da 10 üzeri 100 olup 10 üzeri googol'dur ki bu da 10 üzeri 10 üzeri 100’dür. Eğer bölen sonsuz olursa sonuç sıfır olur. Sadece bir değil bütün sayıları bir sayı olmayan sonsuza bölersek sonuç “sıfır” olur. O hâlde sonsuz âhireti sonlu dünyâya değişmek aklın ve mantığın kabul edeceği bir şey değildir. Tabîî ki bu, bir inanç mes’elesidir. “Dünyâ son durağımdır, bundan ötesi yoktur” diyenlere bir sözümüz yoktur...
Batı’da ilim, san’at, şiir vs. varmış ama bir Müslüman için bunların ne önemi varmış gibi bir iddiâ ise mesnetsiz bir ifâdedir.
Başlı başına bir kitap olan İslâmiyet ve ilim, İslâmiyet ve sanat, İslâmiyet ve estetizm, İslâmiyet ve edebiyat inkârı mümkün olmayan gerçeklerdir.
Bâzı hatırlatmalar yaparak konuyu geçiştirmek istemiyorum ama bu konuya girersek bağımsız bir kitap yazmak gerekir. Bunları her ne kadar taraflı yazsalar bile gerçekleri örtemeyen Batılı yazarları kaynak alarak verirsek:
-Doktor Sigrid Hunke “Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi” Çeviren Servet Sezgin, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1975.
Bu kitap İslâm aydınlanmasının Batı’ya olan etkilerini ve İslâm biliminin metodolojisini incelemektedir.
- F.Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma” Arap Fetihlerinden Timur’a Orta Asya’nın Altın Çağı, Çeviri Yusuf Selman İnanç, Gençlik Spor Yayınları, İstanbul-2020.
Batı’nın kabûl edip bizim aydınlarımızın ise hâlâ bilmedikleri veyâ bilip inkâr ettikleri İslâm’ın ışığındaki fen, tıp, gökbilim, optik, genel cerrâhî, farmakoloji (eczâcılık) acabâ nereden doğdu? Felsefeyi bağımsız bir bilim dalı olarak değil de sosyal bilimlere uygulayıp bir disiplin olarak târih metodolojisini geliştiren İbn-i Haldûn Müslüman değil de biz mi bilmiyoruz hâşâ!
Batılı yazarların yazılarını ve kitaplarını iki def’a dikkatle okumalı. Hiçbiri tarafsız olamamakla birlikte çok kaynağa ulaşılmış olmaları bakımından oldukça önemlidir.
 
ORTA ASYA ORTAK KÜLTÜRÜ
 
Orta Asya’nın “İlk Aydınlanma” döneminde belli bir ırkın baskınlığından söz etmek mümkün değildir. Bu “Aydınlanma” içinde Arap, Fars, Hint, Tacik, Türk varken İslâmiyet, Hristiyanlık, Zerdüştlük, Budizm, Manihaizm ve ilk çağların agnostik inançları vardı. Kısacası 9. ve 10. asır Orta Asya’sı karma ırklar ve dinlerde meydana gelmiş farklı ve yüksek seviyeli bir medeniyetti. Tabîî burada SEA (Sokrat, Eflâtun, Aristo) ekolünün büyük etkisi olduğu açıktır. Ama özellikle Aristo bizdeki felsefî ekollerin ilk muallimidir. Metafizik, matematik ve felsefe karışımlı ilk eserlerde Orta Asya, Avrupa’nın önüne geçmişti.
Felsefe ile olan Orta Asya bilim sayfasının eleştirilerini ileride genişçe açacağız...
Sayın Prof. İslâmiyet’in bilime ve ilerlemeye dolaylı olarak da Batı medeniyetine entegre olmasını mümkün görmemektedir. Peki; fizik, matematik, optik, gökbilim, ruhbilim ve açıklamalı Yunan felsefesi, Avrupa’ya nereden geldi? Ya da Endülüs olmasaydı Rönesans ve Reform olabilir miydi? Bu demek ki, Batı Orta Asya’ya entegre olmuştur.
Dindar gençlik yerine başarılı gençlik tezine gelince: Orta Asya bilim adamları bilim dünyasına 10 yaşlarında başlamış, 18-20 yaşlarında bilim mübâhaselerinde (bir nevi bilimsel tartışma) boy göstermişlerdir. Bunlar çok özel ve istisnâî durumlar da değildir. Orta Asya’da 8-9. yy.da ilimle uğraşmak en büyük hobi idi.
Batı medeniyetinin alanı, zaman birimi nedir? Protogoras ile mi başlar, Eflatun ile devam mı eder yoksa Shakspeare ile zirveye çıkıp, Karl Marks ile zıvanadan mı çıkmıştır? İlim ve medeniyet insan refâhı için varsa dünyâyı kana ve zulme boğan Marksizm’i pozitif bir felsefî alan olarak mı göreceğiz? Makyavelizm’i, kapitalizmi, sosyalizmi, komünizmi, faşizmi ortaya koyan Batı, bunları medeniyet için mi yaptı? Hiroşima’ya atom bombası atan ABD bunu dünyâ refâhı için mi yaptı? Orta Doğu’yu kana bulayıp milyonlarca insanın ölümüne sebep olan AB ülkeleri ve ABD bunlara insanî yardım vakfının faâliyetleri gibi mi bakıyordu?
Amerika’yı keşfetme masalıyla istilâ edip dünyânın en saf insanları olan Kızılderilileri soykırıma tâbi tutan İspanyol ve Portekizli korsanları mâsum gezginler olarak mı göreceğiz? Hiç düşündünüz mü, acaba Brezilya niçin Portekizce, Arjantin niçin İspanyolca konuşur? Afrika halklarının hepsi niçin yıllarca İngilizce, Fransızca, Felemenkçe dillerini kullanmışlar ve bugün dahi Avrupa açılımlarında niçin bu dilleri konuşurlar?
Osmanlının en az 400 sene hâkim olduğu Orta Avrupa ve Balkanlarda Türk olmadığı hâlde Türkçe konuşan bir kavim var mıdır?
Niçin Afro’ların (Afrika kökenli atası köle olan zenciler) tamâmına yakını Hristiyandırlar? Niçin Afrika ülkelerinde Hristiyanlık en çok inanılan dindir. Bunları hiç düşündük mü? Sonra bunlar medenî Batılı, biz Müslüman ve Doğulu olduğumuz için insana yabancı, bilime yabancı, ilerlemeye yabancıyız öyle mi!
Ziyâ Paşa’nı iki güzel beyti tezimizi açıklamaya kâfîdir sanırım:
Milliyeti nisyân ederek her işimizde /// Efkâr-ı frenge tebâiyyet yeni çıktı. (Milliyet duygularımızı unutarak Avrupa fikirlerine uymak yeni çıktı.)
İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî /// Evvel yoğ idi İşbu rivâyet yeni çıktı. (İlerlemeye ayak bağı İslâmiyetmiş; evvelce böyle şeyler yoktu yeni çıktı.)
Bu beyitlerin yazıldığı dönem Tanzîmat yılları olup Pozitivizm’in, Augute Comt’un; Emile Durkheim’ın Voltaire’in fikirlerinin hızla yayıldığı ve dînin tartışıldığı dönemdir.
Evet, sayın Hoca’nın dediği gibi dünyâ mutluluğu olmadan başarı da olmaz. Zâten eskiden tekke ve zâviyelerde zikreden dervişler çok mutsuzdular(!) Bol bol intihar vak’alarına rastlanır, 10 dervişten bir intihâr ederdi(!) Bunları okurken bile şaşırıyorsunuz değil mi? Çünkü gerçek olmaktan o kadar uzak ki...
 
BATI MEDENİYETİ VE İNTİHÂRLAR
 
Bizde ilk intihar vak’ası bilineniyle pozitivist Beşir Fuad’la başlamıştır. Asker, yazar, mütercim ve eleştirmen olan Beşîr Fuâd realizm, natüralizm, pozitivizm ve en sonunda da materyalizm sarmalında kalıp inanç bağlamında boşluğa düşmüş ve intihâr etmiştir. Kadavrasını da tıp öğrencilerine bağışlamıştır. Bizde resmî olarak kayıtlı ilk intihar vak’ası da budur. Sultan Bâyezid’in, Abdülazîz’in intihar iddialarına dair aslâ gerçeğe uyan târihî belgeler yoktur. Her Osmanlı sultânı inanç yönüyle sağlam olduğu için intihâr zâten onlardan çok uzaktır.
Meselâ Seneca intiharı, elemden ve yaşlılıktan getirdiği zilletten kurtuluş olarak görmüştür... SokratEflâtun ve Aristo da intihârı kabul etmezler.
İslâmiyet, Mûsevilik ve Hristiyanlık intihâra karşıdır. Zâten çok eski lügatlerde intihâr kelimesi geçmez. İntihâr eden insan bütün umutlarını tüketmiştir. Yâni mutlu değildir. Yukarıdaki iddiâya göre mutsuz insan ahlâklı olmayı da sevmez. Bu durumda intihâr edenler mutsuzsa ahlâklı da değildirler. İntihâr eden kişi mutsuz olduğuna göre bu düşünceye göre intihâr eden adamlar aynı zamanda da ahlâksızdırlar. Düşünce uygun mu?
O zaman intihar haritasına şöyle bir göz atalım. Bakalım “mutlu ve ahlâklı” Batı toplumunda intihâr eden ünlüler kimler ve dünyâda intihâr oranları nedir:
İtalyan yönetmen Carlo Lizzani balkondan atlayarak intihâr etti. İtalyan yönetmen Mario Monicelli 2010 yılında hastahâne balkonundan atlayarak intihâr etti. Tom Cruise’a Hollywood’un kapılarını açan ve başta “Top Gun” olmak üzere birçok unutulmaz filme imzâ atan Tony Scott 2010’da intihâr etti. Ünlü ABD’li TV yıldızı Gia Allemena 29 yaşında intihâr etti. İngiliz oyuncu Lucy Gordon Paris’te canına kıydı. Ünlü manken Ruslana Korshunova 20 yaşında Manhattan’da 9. kattan atlayarak canına kıydı.
Ünlü yazar Ernest Hemingway de tabancayla intihâr etti. Ernest Hemingway’in torunu model ve oyuncu Louise Margaux Hemingway intihâr etti. Stefan Zweig de intihâr eden ünlü yazarlardandı.
Müzik dünyasına bir göz atalım: Batılı birçok ünlü ve mutlu müzisyen de intihâr etmiştir. Bunlardan bazıları; Curt CobainDead, Candida BrancaFlor, Mindy McCready, Nick Drake, John Spence Capital Steez, Luici Tenco, Teri Moise, Butch Trucks'tır.
İngiliz yazar Virginia Woolf, meşhur psikanaliz metodun kurucusu Sigmund Freud, oyuncu Robin Williams intihâr edenlerdendir. 1960’ların en büyük sinema oyuncusu Marilyn Monroe 36 yaşında canına kıydı...
Bizde de dîni duyguların dumura uğradığı fetret devrinde intihâr olaylarına bir göz atalım: Hayat Türküsü başta olmak üzere birçok dizi ve tiyatro oyununda rol alan Çağatay Emre Mıdıkhan, Yaman Tarcan, alkol bağımlısı aktör Suphi Kaner (intihâr ettiğinde 30 yaşındaydı) İngiltere’de Shakespeare üzerine eğitim alan tiyatrocu Arda Akpolat 31 yaşında intihar etti.
Eski plaj güzeli Seher Şeniz intihar ederken bıraktığı notta “Müslüman geleneklerine göre gömülmek istemiyorum” diye yazmıştı.
 
VE İSTATİSTİKLER...
 
Şimdi şöyle bir sonuca varalım: Sri Lanka %38 ile birinci sırayı alırken Moğolistan, Surinam, Litvanya, Güney Kore, Bolivya, Belarus, Polonya, Rusya, Letonya, Belçika, Macaristan, Japonya, Uruguay, Arjantin, Sırbistan, İzlanda, İrlanda, İsviçre, ABD, Danimarka gibi birçok zengin ve müreffeh Batı ülkelerinde intihâr âdeta bir moda olmuş!
Diğer İslâm ülkelerinde de bu oranın oldukça düşük olması dikkat çekiyor. İslam ülkelerinden Türkiye %8,6 oranıyla 112. sırada. Suûdî Arabistan’da %3,9, İran’da %3,6, Cezayir'de %3,1, Mısır’da %3,1, Âzerbaycân'da %3,1, Endonezya’da %3,1, Pâkistan'da %2,5 ve Malezya %2...
Görüldüğü gibi İslâm ülkelerinde mutsuzluk hâkim olduğu için(!) intihâr vak’aları mutlu ve müreffeh dünyâyı âhirete tercih eden Batı’ya karşı çok az.
Ne diyelim? Bir Müslüman hem dünyâ için hem âhıret için çalışır. Güler yüzlü ve mutludur. Hiçbir şekilde Allâhü teâladan ümidini kesmediği için en zor şartlarda kadere sığınır ve bir kurtuluş yolu arar. Ötanazi ve intihâr ondan çok uzaktır. Çünkü bütün sıkıntıların biteceği dünyâ hayâtı çok kısa âhıret hayâtı ise sonsuzdur...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.