Devlet idarelerinin değişkenlikleri

A -
A +

Milletlerin teşkilatlı şekli olan devletler hep aynı mı kalmış, hep aynı idari şekilleri mi göstermiştir? Bu asla mümkün olmamış, çeşitli idari şekiller meydana gelmiştir. Kuruluşlar, ilerlemeler, bölünmeler, istilalar, başka bir devlete tâbi olmalar ve din değiştirmeler… Hepsi binlerce yıllık tarihimizde yaşadığımız izzet ve zillet sarkacındaki periyotlardır.

 

 

 

Göktürklerin kuruluşu, (552) sonra yayılışı, ardından Çin’e tâbi’ olup istilâ dönemi yaşayıp bölünmeleri (630), Çin’le benzeşmeleri ve çöküşe geçmeleri (744) hep bize açık bir ders mahiyetindedir.

 

 

 

Sistemler değiştikçe idari şekiller üzerinde polemikler de artmıştır.

 

 

 

Devlet idarelerinin değişkenlikleri

 

 

 

Canlı varlıkların değişmez bir kuralı vardır: Değişmek. Bünyede hücre yenilenmeleri, rejenerasyon; hattâ cansız varlıklarda bile tabîî dejenerasyonla meydana gelen yeni oluşumlar hep bir şeyi işaret ediyor: Değişmek. Âlem-i mümkinât dediğimiz bu âlem hep tahavvülâta (hâlden hâle geçmek) tâbi’dir. Denizler karalara yer vermiş, birleşik kıtalar boğazlarla ayrılmış, dağlar ufalanmış kumullar meydana gelmiştir. Nutfe, alaka sonra cenin (fetus) meydana gelmiş ve organların teşekkülü ile insan oluşmuştur…

 

Peki, milletlerin teşkilâtlı şekli olan devletler hep aynı mı kalmış, hep aynı idârî şekilleri mi göstermiştir? Bu aslâ mümkün olmamış, çeşitli idârî şekiller meydana gelmiştir.

 

Devletlerin idârî şekillenmelerinde, ibtidâ (kuruluş, başlangıç), inkılâb (bünye ve idâre değiştirme), ihtilâl (kanlı ve tedhişli idârî değişimi), istihâle (bir idâreden veyâ dinden başka bir şekle giriş), tebeddül (başka bir hâle dönüş), tedennî  (aşağı inme, gerileme), tâbiiyyet (başka bir devlete tâbi’ olmak), istihâle (bir hâlden başka bir hâle geçiş), izmihlâl (çöküş), inhitât  (aşağı inmek), tederrüb (alışma, yakınlaşma ), terakkî (ilerleme), taklîd (benzemeye çalışma), istîlâ (düşman tarafından zabtedilmek), musâlâha (sulh, barış yapmak), mütâreke (karşılıklı silâh bırakmak) irtidâd (İslâmiyet’i terk etme) gibi hâllere rastlanır…

 

Bu saydığımız değişmeler çoğu devletlerde ve dolayısıyla Türk devletlerinde de yaşanmıştır. Yukarıdaki terimlere bakarsak çoğu birbirine benzer ama aralarında farklar vardır. Kuruluşlar, ilerlemeler, din değiştirmeler, bölünmeler, istîlâlar, başka bir devlete tâbi’ olmalar, iç isyanlar hepsi binlerce yıllık târihimizde yaşadığımız izzet ve zillet sarkacındaki periyotlardır.

 

Türk târihinde Asya ve Batı Hunları’nı veyâ Sakaların, devletleri iclâline râm eden (boyun eğdiren) ve benzerlerinin istilâ döneminden sonra en deşifre târihimiz olan Göktürkler, bütün gelecek Türk devletlerinin yaşayacağı safhaları birer birer yaşayıp bize âdeta devletlerimizin gen şifrelerini sunmuşlardır.

 

Göktürkler, başkaldırmanın, tefekkürün devlet kutsiyetinin, törenin, kutun, esâretin, bölünmenin, millet emânetinin ne olduğunu yaşayarak bize ders vermişlerdir. 552-744 târihleri arasındaki bu sayfaların bize bir ibret nümûnesi olması gerekmektedir. Göktürklerin ibtidâsı (552) sonra yayılışı, sonra Çin’e tâbi’ olup istilâ dönemi yaşayıp bölünmeleri (630), Çin’le benzeşmeleri, inhitât ve izmihlâle (çöküşe) (744) geçmeleri hep bize açık bir ders niteliğindedir. Maalesef dedelerin yaşadıklarını torunları da hep yaşamıştır. Kitâbelere baktığımızda bunları belge olarak şöyle sıralayabiliriz:

 

-Kuruluş dönemi

 

“Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış, milleti câriye olmuş, kul olmuş milleti Türk töresini bırakmış milleti, ecdâdımın töresince kurmuş…” (Prof. Dr Muharrem Ergin, Orhun Âbideleri, KD/ 13-14 s.22 Boğaziçi Yay. 1986 İstanbul)

 

-İ’tilâ (yükseliş) ve istîlâ (yayılma) dönemi

 

“Doğuda Şantung Ovası’na kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı, Güneyde Dokuz Ersin’e kadar ordu sevk ettim, Tibet’e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci Nehri’ni geçerek Demir Kapı’ya kadar ordu sevk ettim. Kuzeye Yir Bayırku’ya kadar ordu sevk ettim. (K. G 3/ 4 Age Orhun.) 

 

-Musâlaha (sulh, barış) dönemi

 

Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım.”  (KG.4 / 5 s. 18 Age Orhun.)

 

-Esâret ve tâbiiyyet (Çin’e benzeme, uyma)

 

“Türk beyler Türk adını bıraktı Çinli (Çinlileşmiş Türk beyleri) Çin adını tutarak Çin kağanına itâat etmiş.” (BK D 7, s.34  Age. Orhun)

 

-İzmihlâl (yok oluş) dönemi

 

“Teslîm olduğu için Tanrı öldürmüştür. Türk milleti öldü, mahvoldu, yok oldu.” (T. 1. Taş. B.4 s. 52. Age Orhun)

 

Bey ve milleti birbirini çekiştirdiği için il yaptığı ilini elden çıkarmış. (KD, 5,6,7 s.25 Age Orhun)   

 

-Esâret ve isyân dönemi

 

“Böyle deyip Çin kağanına düşman olmuş ama tertip ve tanzîmini iyi yapamadığı için yine teslîm olmuş.” (KG, 10, s.68 Age, Orhun.)

 

 

KARDEŞ KAVGALARI VE KATİL KÂNUNNÂMESİ

Türk târihinin şeref sayfalarını oluşturan Karahanlı, Gazneli, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri’nde de bu durumlar yaşanmıştır.

 

Karahanlılara (932) kadar Türk devletleri İslâm’la tanışmamıştır. İdil (İtil) Bulgar Devleti (921) kısa ömürlü olsa da târihin ilk Müslüman Türk devleti olma şerefini yaşamıştır.

 

Göktürkler örnek alınarak diğer Türk devletlerindeki durumlara bir göz atalım: Dünyânın dört kıt’asında egemen olan Selçuklu ve Osmanlı Devletleri de ataları Göktürklerin yaşadıklarını aynen yaşamışlardır.

 

Göktürk Devleti kuruluşunda ve ileriki dönemlerdeki kardeşler uyumu başarının en açık delîliyken, özellikle Osmanlıda erken dönemlerde bu uyum yakalanamadığı için sıkıntılara sebep olmuştur. Kardeş kavgaları devleti yıkılma safhasına kadar yaklaştırmış sonunda “Kardeş katli kararnâmesi”yle bunun önüne geçilmiştir. İlk bakışta acımasız gibi görünen bu kânunun en önemli madde başı “nizâm-ı âlem için” ifâdesidir. Bu sihirli kelimeler, devlet için yârdan da, serden de, evlâttan da geçilir tezinin açık göstergesidir.

 

Fetret Devri kardeş kavgalarının devleti nasıl tehlikeye soktuğunun en acı örneğidir.  Bu sıkıntılı aralık, Yıldırım Bâyezid’in hayattaki beş oğlundan dördü arasındaki taht kavgaları sebebiyle 1402’den 1413’e kadar süren kargaşa dönemidir. Yıldırım’ın oğulları Emir Süleymân, Mûsâ Çelebi, Îsâ Çelebi ve Çelebi Mehmed’in hepsi pâdişâh evlâdı olduğu için kendilerini tahta vâris olarak görmeleri normal bir hâdisedir. Bu yıllar henüz çok yeni olan Osmanlı Devleti’nin Ankara Savaşı’nın doğurduğu bir kargaşa dönemidir. Emîr Timur Müslüman olduğu için Osmanlıya çok zarar vermekle berâber devlete esâret veyâ kesin tâbiiyyet yaşatmamış, devleti işgâl etmemiş, dolayısıyla devletin dâr-ı İslâm statüsü değişmemiştir. İşte bu savaş sonunda kardeşlerin her biri ayrı devletler kurarak devlet içinde devlet olmuş ve birlik bozulmuştur.

 

Türk devletlerinde vatan hânedânın mâlı olduğu için bu ortak malda “ülüş” (paylaştırma) sistemi esastı. Oğuz Kağan ölmeden evvel topraklarını oğulları arasında pay etmişti. Bu, çok geniş coğrafyalarda devletin toprak ve idârî birliği için geçerli bir sistemdi. Osmanlı şehzâdelerini, sancakbeyliği ve vâliliklerle ferdî yönetime hazırlıyorlardı. Yanlarında umur-dîde (görmüş geçirmiş) bir devlet adamı (lâla) yardımcı olarak bulunurdu. Şehzâdeler hem bu bölgeleri eyâlet gibi yönetir hem de devlet tecrübelerini artırırlardı.

 

 

İHÂNETE AF YOK

Kuruluş döneminde Osman Bey amcası Dündar Bey’i öldürmeseydi Osmanlı kurulmadan yıkılabilirdi; çünkü Dündar Bey Bizans tekfuru ile anlaşmış ve devletine ihânet etmişti.

 

Çelebi Mehmed de Fetret Dönemi’nde kardeşleri ile arsında geçen savaşlarda çok sert davranmış, Mûsa Çelebi’yi savaşta yenmiş ve onu öldürmüştür. Ayrıca bu savaş fitnesi yüzünden bir hayli insan da ölmüştür. Kitâbelerde bunun benzeri devre “bulgak” yâni bulanıklık devir diye geçer.

 

İşte bu yüzden Fâtih, “Kânunnâme”si ile devleti ayakta tutmuş ve fitne ve fetretten korumuştur. Bâb-ı sâni faslına bu konu ile ilgili koydurduğu Kânunnâme şöyle idi: “Her kimesneye ki evlâdından saltanat müyesser ola karındaşların nizâm-ı âlem içün katletmesi münâsibdür. Ekser ulemâ dahi tecvîz etmişdür (olur vermiştir). Anunla âmil olalar (böyle davransınlar).” Bu kânun yaklaşık 150 yıl devâm etmiş, 1603 yılında Osmanlı tahtına geçen I. Ahmed, kardeşi Mustafa’yı öldürmeyerek ekber ve erşed (büyük ve aklı başında) sistemi denilen bu uygulama ile yeni bir dönem başlatmıştır.

 

1617 yılında Sultan I. Ahmed öldüğünde oğulları olmamasına rağmen hânedânın en yaşlı üyesi kardeşi I. Mustafa tahta geçti. Bu Göktürkler döneminde de uygulanan ekber evlât sistemiydi.

 

 

ZAMÂNA UYULMALI MI; NASIL?

Mecelle’de “Ezmânın tegayyürü ile ahkın tegayyürü inkâr olunamaz” ifadesi geçer. (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, s.27, mad.39 Dersaâdet Matbaası, İstanbul, 1322)

 

Burada zamânın değişmesi ile hükümler de değişir diyor. Değişen ahkâm, şer’î ve i’tikâdî hükümler değil, âdetlere âit bid’atlerdir. Yâni asrın getirdiği teknik ve günlük yaşayış argümanlarıdır.

 

Çağlarla birlikte sistemler de değiştikçe idârî şekiller üzerinde polemikler de artmıştır. Lâik ve seküler sistemde insanlık pragmatizm (faydacılık), epikürizm (maddeci ve hazcı sistem) kıskacında kalmış ve hedonik (sâde zevk için yaşama) bir dünyâ görüşünün esîri olmuştur. Tabîî ki bu sistemlerde din, insanlık, ahlâk, merhamet, yardımlaşma ve vatanseverlik hep ikinci hattâ üçüncü planda kalmıştır. Bu durumlarda özellikle Yeni Çağ ile başlayan idârî ayrışmalarda ve hukûkî alanda ileri çıkan madde başlıkları nelerdi?

 

Milletlerarası hukûkun teşekkülünde bâzı eserler yazılmakla birlikte dünyâda bu sahada yazılan ilk eser VIII. asırda İmâm Ebû Hanîfe’nin talebesi Muhammed Şeybânî’ye âit “e’s-Siyerü’l-kebîr” adlı kitaptır.

 

Meşhur Fransız hukukçusu Henri Bonifis der ki: “Devletler hukûkunun esâsı Hâfız-ı Şîrâzî’nin şu iki mısraındadır: “Âsâyîş du kîtî in du harfest, bâ dûsitân mürüvvet, bâ düşmenân müdârâ.” (İki âlemin emniyeti şu iki sözdedir: Dostlara mert davranmak, düşmanları idâre etmek.)

 

 

ÇOK DEVLET TEK MİLLET

Şer’î sisteme göre dünyâ iki kısma ayrılır: Dârü’l-İslâm ve dârü’l-harb. Müslümanların hâkim olduğu ve şer’î hukûka göre idâre olunan memleketler-velev ki Müslümanlar ekseriyette olmasın- dârü’l-İslâmdır. Ayrı hükûmetler tarafından idâre edilse bile yine buralar İslâm ülkeleri sayılır. Yâni bir yerde tek vatan olarak telâkkî edilir. Meselâ Osmanlı Devleti ile Mısır’daki Memlûk ve Hindistan’daki Gürgâniye devletleri dârü’l-İslâm’dır. Bir Müslüman’ın dârü’l-harbden dârü’l-İslâm’a gelince sınırlardan geri çevrilmesi mümkün değildir. Hâlbuki şimdi umre için bile Suûdî Arabistan’a giden Müslümanların izinsiz ve para alınmadan bu ülkeye girmeleri mümkün değildir. Bu durumda Osmanlı dârü’l-İslâm’ın son tipik nümûnesidir.

 

Dârü’z-zimme: Önceden Eflâk ve Boğdan gibi Müslümanların yaşamadığı ama İslâm hâkimiyetinde olan memleketler dârü’z-zümmedir. Buralar da dârü’l-İslâm’a dâhildir.

 

Dârü’l-bagıy (bagy): Meşrû hükûmete isyân edenlerin mülküne dârü’l-bagy denir. Buralar da Dârü’l-İslâma dâhildir. 1908-1918 Osmanlı devleti gibi. İstanbul, 1919-1922 arasında Ankara hükûmetini böyle görmüştür.

 

Dârül-ridde: İktidârı Müslümanlıktan dönenlerin (mürtedlerin) ele geçirdiği yere riddîler mülkü (dârü’l-ridde) denir ve burası da dârü’l-harbe dâhildir.

 

Dârüs-sulh: Dârü’l-İslâm ülkeleri ile aralarında anlaşma bulunan memleketlere dârü’s-sulh denir. Osmanlı Devleti’nin yükselme devrinde Fransa ve vergi veren Gürcistan gibi ülkeler dârü’s-sulhdür. Buralar da dârü’l-harbe dâhildir.

 

 

BİR BAŞKA FETVÂ

Hanefî İmamlardan Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed’e göre ayrıca Mâlikî ve Hambelîlere göre bir yerde şer’î hukûkun kaldırılmış olması oranın dârü’l-harbe dönüşmesi için kâfidir. Mal ve can emniyetinin bulunması bir yeri dârü’l-İslâm yapmaz. Müslümanlar dârü’l-harbde de emniyet içinde bulunabilirler. İbni Âbidîn “Emân” bahsinde “Had ve kısas icrâ edilmeyen yer dârü’l-harbdir.” der. Kûhistânî “Bir beldede hâkim, şer’î hukûka göre hükmetmiyorsa orası dârü’l-harbdir der. (Câmiirumûz)

 

Bir dârü’l-İslâm gayr-i Müslimler tarafından işgâl ve fethedilip burada şer’î hükümler tatbîkine izin verilmişse orası dârü’l-İslâm sayılır.

 

İspanyollar bir müddet Endülüs’te şer’î hukukun tatbîkine izin vermişlerdi. Hindistan, Kıbrıs, Tunus gibi yerlerde Şerî’atin tatbîkine izin verilmiştir. Bunun yanında Moğol ve Haçlı istîlâsında İslâm beldeleri darü’l-harbe dönüşmüştür. (Dârü’lharb ve diğer son konularda Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin “Devletler Hukukuna Müslümanların Hizmeti” adlı makâlesinden genişçe yararlanılmıştır. www.ekrembuğraekinci.com)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Yalınız Efe 2 Mayıs 2024 22:21

Şimdi ise "Türkiye Türklerindir!" sözü olmasına rağmen fakir bir Türk, Akdeniz ve Ege sahilleri "Türkeli" olmasına rağmen oralara tatile gidemez. Gayri Türk unsurlar oralardaki fakir Türklerin efendisi olmuş durumdadır. Otellerde karın tokluğuna onlara hizmet ederler...