Sâde bir semtini sevmek: PAŞABAHÇE

A -
A +

Paşabahçe, “Sur İçi" denen gerçek İstanbul’un dışında, Boğaziçi’nin kuzey kesimindedir. Beykoz kazâsına bağlı olan bu şirin beldeye Çubuklu, Kanlıca ve Anadoluhisârı da komşudurlar.

 

 

 

 

 

Önceleri Boğaz balıkçılığı çok yaygındı. Lüfer, kalkan, hattâ kılıç balığı bile sularımıza vururdu…

 

Paşabahçe’ye yerleşim 1640 yıllarında başlar. Bizans döneminde adı “Plodes” idi…

 

Yahya Kemal İstanbul için “Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre bedel” der. Ben de bugün doğup büyüdüğüm, büyüklerimin mezarları olan Paşabahçe’den bahsedeceğim…

 

Paşabahçe, “Sur İçi" denen gerçek İstanbul’un dışında, Boğaziçi’nin kuzey kesimindedir. Beykoz kazâsına bağlı olan bu şirin beldeye Çubuklu, Kanlıca ve Anadoluhisârı da komşudurlar. Gerçi Yahya Kemal Kanlıca’ya, Çubuklu’ya gazeller yazmış ama Paşabahçe’yle ilgili şiiri yoktur. İstinye, Tarabya, Erenköy vb. semtler için de şiirler yazmıştır. “Körfez’deki dalgın suya bir bak göreceksin” şiiri de Kanlıca Körfezi içindir.

 

Paşabahçe’de sâdece mahalle ve semtler vardır. Beykoz’daki gibi köyler yoktur; toplu ve merkezîdir. Hiçbir Paşabahçeli “Ben Beykozluyum” demez. Hattâ Paşabahçe’de olan iki Devlet Hastanesine “Beykoz Devlet Hastanesi” dendiğini hiç kabul etmemişlerdir.

 

Burasının homojen yapısı 1930’larda yapılan Şişe Cam ve İspirto Fabrikası ile aslî nüfus yapısını kaybedip karışmıştır. Eski Paşabahçeliler burayı terk edip Çiçekçi taraflarına yerleşmişlerdir. 1960’larda 5000 olan nüfus bugün 200.000’in üzerindedir. Eski Paşabahçeli yok denecek kadar azalmıştır.

 

Zâten iki fabrika da çok plânsız yapılmış olup Boğaz’ın en güzel sâhillerini kullanılamaz hâle getirmiş, ispirto Fabrika’ndan denize atılan üzüm çekirdekleri ve anason, Boğaz’ın en güzel mesîre ve yüzme alanı Burunbahçe’yi bile kirletmiştir. Sonra bu hatâdan dönülmüş ama “ba’de harâbi’l-Basra” (iş işten geçince)…

 

Şimdi söylendiğine göre İspirto Fabrikası yerine turistik bir otel, Şişe Cam Fabrikası yerine de bir marina yapılması tasarlanıyormuş. Gerçi hâlâ “Paşabahçe” cam mâmulleri bir marka olarak yaşamaya devâm ediyor.

 

  

 

Paşabahçe’de balıkçılık

 

 

 

Önceleri Boğaz balıkçılığı çok yaygındı. Lüfer, kalkan, hattâ kılıç balığı bile sularımıza vururdu. Rahmetli İsmâil eniştem çok iyi bir balıkçı idi. Küçük şirin bir sandalımız vardı. Eylül sonlarında lüfere çıkardık. Zor balıktır. Çinekop, sarıkanat, lüfer, kofana, sırtıkara büyüklük sırasına göre sıralanır. Kofanaya “canavar” da denir. Zokadan alırken dikkatli olmazsanız; parmak gidebilir. Balığa çıkarken ikindi vakti zargana veyâ istavrit tutulur ve lüfer zokaları için yemlikler hazırlanır. Gece olunca balığa çıkılırdı. Lüks fenerler dağınık yerlerde yanarken balıkçılar “lüfer kaç kulaçta ?” diye sorarlardı. Bu hayvan denizde bir tabakada sürü hâlinde yaşar. Bir bakarsınız deniz ortasında denizde fener alayı gibi bir sürü sandal aynı yerde toplanmış. Balıkçılar birbirlerine “Sular var mı?” diye sorarlar yâni rüzgâra göre akıntı. Bâzen Yeniköy açıklarına bâzen de Kandilli önlerine lüferciler doluşur.

 

Ben balık tutmayı sevmezdim; hiç balık tutmadım. Aslında hayvanın boğazına o oltayı veyâ zokayı geçirmeyi pek merhametli bulmazdım, ama Boğaz’da devamlı akıntı olan yerde kayığı lüfer çizgisinde tutmak zordur. Ben sandalı uzun zaman “viya yaparak” (kürekleri çapraz çekerek) sâbitlerdim ki bu çok önemliydi. Bâzı geceler 25-30 lüfer tuttuğumuz olurdu. Onları karaya çıkmadan önce gece 01-03 arası madrabazlara satardık. (Madrabaz kıyı balık lokantalarının ucuza balık alımı yapan kişisi.) Sonra kalan bir iki balığı da gece saat kaç olursa olsun, balkonda denize karşı ızgara yapar yerdik.

 

Paşabahçelinin eğlencesi yüzmek ve balık tutmaktır.

 

 

 

Ulaşım

 

 

 

Eskiden ulaşım genelde Boğaz hattı vapurları ile sağlanırdı. Hemen her iki saatte bir iskelelere vapurlar yanaşır, Yeniköy-Eminönü seferleri yapılırdı. Vapurlar saat 07.30 civârında gelir, Yeniköy-Beykoz-Paşabahçe-Eminönü hattını uygularlardı. Akşam dönüşü ise 17.45 Eminönü çıkışı ile Boğaz’ın hemen her iskelesine karşılıklı zikzak çizerek bütün Boğaz’ı geçerdik. Hele vapurun yan tarafında oturup bir çay alıp simidimiz de varsa değmeyin keyfimize. Bugünün tenezzüh “gezinti” vapurlarını biz çok yaşardık. Üstelik rehberimiz de martılardı.

 

En dikkat çeken olaylardan birisi de vapur garsonları idi. Çok temiz kıyâfetli, kravatlı -hattâ papyonlu olanları bile vardı- okula giden öğrenciler onlara Fransızca ve İngilizceden sorular sorar onlar da çok vakur bir şekilde cevaplarını verirlerdi.

 

 

 

Târihçesi

 

 

 

Paşabahçe’ye yerleşim 1640 yıllarında başlar. Bizans döneminde adı “Plodes” idi. 17. yy.da Sultan İbrâhim’in sadrıa’azamı olan Ahmed Paşa geniş bir arâzî içinde kendisine büyük ve güzel bir yalı yaptırmıştır. Bağlık ve bahçelik olan bu yalıya “paşanın bağçesi”, sonra da “Paşabağçesi”, daha sonra da Paşabahçe denmiştir.

 

Ahmed Paşa binbir parça anlamına gelen “Hezarpâre Ahmed Paşa” olarak tarihe geçmiştir. Sebebi de 7 Ağustos 1748’de isyancılar tarafından parçalanarak öldürülmüş olmasıdır.

 

Sultan III. Mustafa döneminden îtibâren mesîre yeri olması bakımından buraya devlet memurları yerleşmeye başlamış, bu durum yaklaşık 1950’lere kadar devâm etmiştir. Buranın sâkinleri kışlarını genelde Lâleli’de geçirirlerdi.

 

Paşabahçe önceleri Hristiyanların en yaygın yaşadığı bölgelerden biriydi. Bu nüfus %90 itibâriyle Rum’du. Bir büyük kilise ve ayazmalar vardı. Paşabahçe parkındaki ayazma en eskilerden biridir. 1894 yapımlı olan Ayios Kostaninos Rum Ortodoks Kilisesi hâlâ ayaktadır. Bölgede Rum ve Ermeni maşatlıkları (mezarlık) vardır.

 

 

 

6-7 Eylül olayları

 

 

 

Meşhur 6-7 Eylül olaylarından sonra Rumların büyük bir kısmı Yunanistan’a göç etmiştir.

 

Rumlarla Müslümanlar arasında eskiden Paşabahçe’de hiçbir problem olmamıştır. Onlar bizim bir parçamız gibiydi. Zâten sonra da açıklanmıştır ki Selânik’teki Atatürk’ün evinin bombalanması da Türk ajanlarının yaptığı bir provokasyondur. O utanç verici günü hatırlıyorum. Osmanlı bakıyyesi bu Devlet-i Aliyye tebaası olan gayr-i müslimler bu olayı büyük bir üzüntü ile karşılamışlar ve hiç de hak etmedikleri bu olay karşısında evlerini, ata mezarlarını ve en önemlisi de ata dostlarını ve hâtıralarını bırakarak hüzünle göç etmişlerdir.

 

Meydan içi asmalı kahve sâhibi Yorgi Angilidis’i, Berber Koço’yu, Dr. Aleksi’yi sevmeyen yoktu. Paşabahçe’nin tek doktoru olan bu Rum, uzak mahallelere at sırtında ve yağmur altında saatlerce gider ve hastalara bakardı.

 

Lağımcı Zago da enteresan bir adamdı. Ramazân-ı şeriflerde Kahveci Ahmed’in mekânında sigara içeceği zaman kahvenin en dibinde âdetâ saklanarak kimseye göstermeden sigarasını içerdi. Berber Koço ramazanlarda dükkânında kimseye sigara, çay ve kahve içirmezdi. İnanın ki onlar bu mübârek ayda oruç yiyen bizim insanlarımızdan bize ve dînimize çok daha saygılıydılar.

 

Kasap Leonida Koti Paşabahçe İskele yolundaki en büyük kasaptı. Orada bir sürü Rum olmasına rağmen bir defa bile domuz eti satmamıştır.

 

Sultan III. Mustafa Paşabahçe’de medrese, câmi, hamam ve çeşmeler yaptırmıştır. Ne yazık ki onun adıyla anılan câmi 1971’de yıkılıp yerine bugünkü büyük câmi yapılmıştır.

 

Paşabahçe’de ayrıca Tepeköy Ahşap Câmiiİncirköy Câmiileri vardı. Yine bunlardan Tepeköy Câmii restore edilerek betonlaştırılmış ve eski mânevî havasını kaybetmiştir.

 

Boğaz’da Üsküdar’dan başlayarak kubbeli, câmi sâdece Beylerbeyi’ndeki Hâmid-i evvel Camii’dir. Bunun dışında Çengelköy Kuleli’de, Vânîköy’de Anadolu Hisârı’nda, Kanlıca’da, Paşabahçe’de, Beykoz’da kubbeli olmayan Osmanlı câmileri vardır. Paşabahçe dışındaki câmiler restore edilse bile asıllarını korumuşlardır.

 

Kubbeli ve birden fazla minâreli câmiler hânedâna mensubiyeti işâret eder.

 

Paşabahçe’de ayrıca Ali Paşa Yalısı, Tebrîke Hanım Yalısı (câminin alt kısmında) Tevfîk Paşa Yalısı, Zafer Hanım Yalısı, İskele yanındaki Andonâki Yalısı, Hacı Kaptan Yalısı ve Sâhip Molla Yalıları vardır.

 

Sultâniye mesîre yerinde III. Selim’den kalan bir nişan taşı da vardır.

 

Bugün Sunâzırı Sokak’ta, Şekerpâre Sokak’ta iki adet, Kıble Sokak’ta Muhallebiciler KöşküKaragözsırtı Sokak’ta Hâmi Bey’in KöşküSafiye Sultan Sokak’ta Ferid İnal’ın köşkü, bulunmaktadır. Eski zabtiye subayı Ali Bey’in üç katlı köşkünde çocukluğumun en güzel günleri geçti. Ablamla envaiçeşit meyve ağaçlarının bulunduğu, mutfağı bahçede olan (matbah) bu köşk, vitray ve ahşap süslemeleri ile Yeniköy’ün tam karşısında mükemmel manzaralı bir evdi.

 

Eski mahalleler Merkez, İncirköy, Tepeköy, Fıstıkaltı, Sultâniye, Karagözsırtı ve Maslak’tır.

 

Paşabahçe’de ilkokul, 1925 yılında 5 öğretmen ve 115 öğrenci ile açılmıştır. Bugün burada iki lise ve iki de Devlet Hastanesi vardır. Bu semtin insanları eskiden beri Burunbahçe’yi yüzme alanı olarak kullanmıştır.

 

Buranın sâkinlerinden tiyatrocu Necdet Mahfî Ayral, Müşir İzzet Paşa’nın torunudur. Eski Fenerbahçeli Mehmet Ali ve Şeref Has kardeşler ve Şirzat da Fenerbahçeli eski futbolculardı.

 

(Kısmen faydalanılan kaynak, Hasan Göksu, Blog Milliyet Com. 12. Kasım 2008)

 

  

 

Târihî yerler ve sîmâlar

 

 

 

III. Mustafa Câmii eski hâliyle çok rûhânî idi. Hoca Tahsin Efendi tanıdığımız en cömert kişi idi. Hani meşhur bir uydurma lâf vardır: “Nân-ı molla kes nedîd” Yâni hocanın ekmeğini kimse görmemiştir. Bu uydurma bir sözdür.

 

Câmimizin müezzini Bülbül Mustafa muazzam bir sese sâhipti Hoparlörsüz ezânın okunduğu o mutlu günlerde sesiyle bütün Paşabahçe’yi câmiye dâvet ederdi.

 

1950’lerde Paşabahçe’de vakıf evleri vardı. Bu evlerde önceden imam ve müezzinler otururmuş. Bunlar birbirine bağlı 3-4 meşrûta biçiminde idi. Bu yıllarda yalnız öğle veyâ ikindilerde “Tanrı uludur” diye ezan okunurdu. Polisler bu iki ezanı okutturur ki unutulmasın diye… Câmide serili halı ve kilim yoktu. Cemaat de yoktu. Câmi meşrûtalarının birinde anneannemler otururlardı. Bu imam meşrutası idi. Bu meşrûtadan câminin içine geçilirdi. Biz ablamla bu meşrûta sofasından câmi mekânına geçer ve mihrapta evcilik oynardık. Zaman zaman mahalle çocuklarını çağırdığımız da olurdu.

 

İmam Âbidin Efendi (Köse Hoca) geçinemediği için yarım şişe zeytinyağına (250 gr) kızak yapardı. Ne acı günlerdi. Beş yaşımda idim ve o günleri çok iyi hatırlıyorum.

 

Paşabahçe’nin unutulmaz sembol isimleri vardı. Meselâ Berber Davut Efendi, Köybaşı yokuşunda idi. Saç kesmekten başka, hacamat, diş çekme ve sünnet gibi işleri de yapardı… Babamın Arapça Hocası Muhâsebeci Nûri Bey saraylı idi. Huzur görmüşlerdendi. İlk dersinde babama pâdişâh fermânı gibi bir büyük kâğıt verdi; birkaç kattı. Bu “emsiledir; bu kısmı ezberlemeden bu dil olmaz” dedi. Bu zat ders vermek için Beylerbeyi’nden Paşabahçe’ye evimize gelirdi. Ne fedakârlık değil mi? Ben de 6 yaşımdan itibâren babama imrenerek ezberlemeye başladım. Çok zevkli gelirdi. Nasara, yensuru şiir gibi, akıcı ve ferahlatıcı.

 

İlkokula başlamadan önce Osmanlı geleneği “Âmin alayı”nı kısmen yaşatmak için olsa bile salavatlarla evden ‘İncirköy Câmii’ne ne kadar gidip İmam Şevket İnler Hoca’nın dizi dibine çöküp “rabbî yessir’i” tâlim ederek tahsîl hayâtıma başlamıştım.

 

 

 

Lakaplarla yaşayanlar

 

 

 

Ufak yerlerde lakaplar önemlidir. Paşabahçe’de de böyle lakaplı insanlar vardı: Kız Memet, Ağaç Ziyâ, Kırmızı İsmet, Yarımkâğıt Hüseyin, Deli Şefik, Deli Hüseyin, Arap Cemal, Kırdiş Nâciye, Zozik Mustafa, Arnavut Niyâzî, Lâz Ali, Kürt Ali, Topal Nûman, Koca Cemîle, Küçük Hanım.

 

İşlerine göre ise:

 

Mezarcı Şükrü, Börekçi Bâhir, Ebe Cemîle (benim de ebemdi) Kahveci Enver, Kahveci Hüseyin, Saatçi Niyâzi, Fırınci Halit, Ayakkabıcı Abdülkâdir, Kahveci Ahmed, Kasap Leonida, Zangoç Vasil, Kasap Mitat (Midhat) Lehimci Mihal, Leblebici Derviş, Muhallebici Mûsâ, Muhtar Sâlih, Lâğımcı Zago, Turşucu Mustafa, Kahveci Hasan, Foto Tombul Hakkı, Kâhya, (Etfâi) İtfâiye Mustafa, Baba Reis, Kahveci Yorgi, Sünnetçi Fethullah, Sıhhiye Emin (babam) Tıkı Orhan, Balıkçı Ahmet, Gazeteci Kardeşler (Mehmet ve İsmâil) Müezzin Sezâi, Suyolcu İbrâhim, Mumcu ve Katina kardeşler (terzi) Matilda (terzi) Maçlo Memet; Boylu Memet, Çapa Memet (Armatör) Ferit Bey (armatör) Ana Hasan, Eczâcı Cemâlettin Efendi.

 

Artist Sadri Alışık ve Hâdi Çaman da Paşabahçeli idi.

 

24 Şubat 1954’te Tuna Nehri’nden gelen buzlar Boğaz’ı kapladı. Müthiş bir manzaraydı. Boğaz bembeyaz olmuştu. Paşabahçe’den Yeniköy’e buzlardan yürüyerek geçen olduğu bile söylendi. (Biraz abartı olsa gerek.)

 

İşte böyle… Emekli olduğum zaman eskiden pek eser göremediğim Paşabahçe’de oturmayı tercih etmedim; Çengelköy’ü seçmem boşuna değildir. Çünkü artık orada ne Paşabahçeli ne de eski Paşabahçe var. Hattâ esef ve hüzünle belirteyim ki Paşabahçe Vapuru bile kalafata çekilip gâliba sonunda restorana çevrilmiş. Bilmiyorum doğru mu. Araştırmak bile bana zül geliyor…

 

 

 

 

 

Prof. Dr. Osman Kemal Kayra’nın önceki yazıları…

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.