Türkler (7.-10. yy arasında) beşerî dinler dâiresinde kendi dilleriyle ibâdet etmişlerdir. İbâdetler daha ziyâde terennüm edilen ilâhî tarzı sözler eşliğinde yapılırdı. Şamanizm’de belli sözler, şaman, kam, baksı, ozan ve oyun denilen bölgesel büyücü, (tabîb, şaman’)ın kopuz veyâ ıklığ eşliğinde söylediği parçalarla icrâ edilirdi.
İnsan toplulukları târihin hiçbir döneminde dinsiz yaşamamışlardır. Bu dinler beşerî veyâ ilâhi formda olsa bile böyledir.
İlkel kabîlelerde tapınmamalarda söylenen sözler veyâ ilâhî benzeri duâ anlamlı ibâreler kabîle halkının bildiği dildendi. Zâten kapalı devre kültür yaşayan bu halklar başka bir dile de yabancıydılar. Din, dış kaynaklı olmadığı için bütün ibâdet ve ritüeller halkın bildiği ve anladığı bir dille icrâ edilirdi.
Beşerî dinler, kavim ve kabîle sınırlarını aşıp geniş alanlara yayılınca, âyinlerde okunan duâlar da halkın anlayamadığı dillerle yapılmaya başladı. Duâ metinleri farklı bir dilde terennüm edilse bile bu farklı dilde bâzı ibâreler özel din terminolojisi olarak tekrarlanırken araya serpiştirilen duâlar ve bâzı metinler bilinen dille icrâ edilirdi.
İslâmiyet’te Arapça inen Kur’ân-ı kerim bu dîne mensup bütün ümmet tarafından orijinal şekliyle tatbîk edilirken, vaaz ve duâlarda kendi dilleri ile uygulamalar yapılmasında bir beis görülmemiştir. Bugün de 2 milyara yakın İslâm toplumu ibâdetlerini (namazlarını) Kelâm-ı kadîmde geçen şekliyle uygularken, dînî vaaz ve nasîhatleri kendi dilleriyle yaparlar. Bu meyanda Cum’a hutbesi bu namazın rükünlerinden olduğu için onun da metninin Arapça şekliyle olması gerekir. Bu uygulama 1932’ye kadar bu şekildeydi. Dînin önemli rükünlerinden biri olan ezan da Peygamberimiz (aleyhissalâtü vesselam) tarafından Bilâl-i Habeşî’ye ta’lîm ettirip okuttuğu 7. asır şekliyle okunması mutlak gereklidir. Ezan da 1932’de Türkçe olarak okunmuştur ki bu İslâm dünyâsında tek örnek olarak bilinmektedir.
Cumhûriyet’in fikir teorisyeni Ziyâ Gökalp bir şiirinde bunları şöyle dile getiriyor:
“Bir ülke ki câmiinde Türkçe ezân okunur /// Köylü anlar mânâsını namazdaki duânın /// Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’ân okunur /// Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudâ’nın.”
Şimdi şöyle sathî baktığınızda “E fenâ mı işte, herkes dinimizi icrâ ederken sözlerin mânâsını anlayacak” diye düşünebilirsiniz. İlk bakışta mantıklı gibi görünüyor. Peki bu uygulandığı vakit Türk milleti daha dindar mı oldu? Osmanlı dönemine göre Cumhûriyet nesilleri daha dindar mı yetişti? Buna evet diyebilecek kaç kişi çıkar? Bu uygulama İslâmiyet’i kendi kavim kabîle dilleri ile uygulanan ilkel dinlere çevirmek oluyordu. Zâten amaç da bir millî din uygulattırmaktı. Bu uygulama da zecrî tedbirlerle 1950’ye kadar sürdü. Bu, aynı zamanda İslâm dünyasından kopuş projesiydi.
Bütün Hristiyan dünyâsında (Protestanlar hâriç) ibâdet dili bugünkü muharref (bozulmuş) İncil dili olan Lâtincedir. Halk bunları hiç anlamaz. Hattâ müzik eşliğindeki ilâhîler bile Lâtincedir. Tevrat veyâ bugünkü Taroh (Talmut), o da muharreftir, fakat Mûsevîlik bir kabîle dîni gibi bölgesel olduğu için halk diline çevrilmesi gerekmemiştir.
Hristiyanlığın ilk reformu olarak kabûl edilen Protestanlık’ta birçok dînî içerik evvelâ Almancaya çevrilmiştir.
Bugünkü kilise inancına göre Matta, İbrânîce veyâ Arâmîce bir İncil yazmış ama bu zamana dek bu İncil hakkında bir belge bulunamamıştır. Eldeki Matta İncili, Markos İncili örnek alınarak Yunanca yazılmıştır.
Meslâ Cizvitler Katolik kilisesine bağlı genelde erkeklere âit bir tarîkattır. Din gibi algılanır. Kendilerine “Kompanya De Jesus Amigos en el-Senyor” Yâni “Rabb’in arkadaşları” diyorlardı; bu tarikat veyâ din “İsâ cem’iyeti” olarak da tanınıyordu. Din dilleri Latince’dir.
Kalvenizm, Jean Kalven’in 16. yy başlarında ortaya attığı bir Hristiyanlık mezhebidir. Sonra Hollanda, İskoçya, Almanya ve Fransa’da örgütlendi.
Kalvenler ve Cizvitler mistisizmden de etkilenmişlerdir. (Mistisizm İslam kaynaklı tasavvufla ilişkilendirilemez. İslâm tasavvufu tâbiri de yanlıştır.) Bu mezhebin Yunanca ve Lâtince metinleriyle doğrudan bağlantıları yoktur.
Angilikanizmin dili İngilizce olmakla birlikte farklı ülkelerde uygulanan ibâdetler bölgesel dillerle yapılır.
Ne demek istedik?
Dikkat edilirse İncil’in dili bile asıl İncil dili olmayıp, Lâtin’ce ve Yunanca’dır. Diğer saydığımız bütün din, tarîkat ve mezhepler hepsi bağımsız bir din gibi gelişmiş olup kendi bölgesel dilleriyle ibâdet edilen dinlere dönüşmüştür.
İşte asıl mes’ele de burada: İslâmiyet indirildiğinden beri hiçbir şekilde değiştirilmemiş ve bütün İslâm ülkelerinde aynı dil ve aynı ibâdet şekilleriyle uygulanmışken 1932’de yalnız ülkemizde beyne’l-İslâm (bütün Müslümanlar arasında) bir din olmaktan çıkarılıp beyne’l-millet-i Türkiyye (yalnız Türkiye cem’iyeti)nde uygulanan bir din hâline getirilmiştir. Burada dikkat çeken husus millet-i Türkiyye ifâdesi olup “milel-i Türkân (bütün Türk toplulukları) değildir. Kaldı ki bu uygulama Çarlık Rusya ve Komünist Rusya döneminde ve Komünist Çin döneminde bile Türk âlemi tarafından uygulanmamıştır.
İlkel dinlerde yerel dillerin kullanılması bir motivasyon aracı olarak düşünülürse bu ilkel dinler için geçerli olabilir. Çünkü bu dinlerde derûnî bir haşû yerine, zâhirî bir meditasyon daha geçerlidir.
Dar alan bölgesel Türk dinleri
Türkler (7.-10. yy arasında) beşerî dinler dâiresinde kendi dilleriyle ibâdet etmişlerdir. İbâdetler daha ziyâde terennüm edilen ilâhî tarzı sözler eşliğinde yapılırdı.
Şamanizm’de belli sözler, şaman, kam, baksı, ozan ve oyun denilen bölgesel büyücü, (tabîb, şaman’)ın kopuz veyâ ıklığ eşliğinde söylediği parçalarla icrâ edilirdi.
Türk kabîle ve toplulukları ayrı yaşasalar bile birbirlerine yakın Türkçe konuştukları için ibâdet ve ritüeller birbirlerine benzerlik gösterirdi.
Tengri Dîni genelde atalar dîni olarak da bilinir. Orta Asya steplerinin ortak dîni gibidir. Eski Türklerde ve Moğollarda bu din uygulanırdı. Buna tabîat dîni de denirdi. Eğer Hunları saymazsak Göktürkler, Türklerin ilk büyük ve kapsamlı devletidir. Göktürkler de bu dönemde muhtemelen Tengri Dînine inanıyorlardı. Çünkü Kitâbeler’de “Kök Tengri” ifâdesi yaygındır.
Bu ifâdenin İslâm inancı ile alâkası zor görünse de Oğuz Kağan’ın muvahhid olduğunu düşündüğümüzde “Kök Tengri’ke men ötedim” “Gök Tanrı’ya ben borcumu ödedim” ifâdesi dikkat çekicidir.
Din-töre ilişkisi bu dönemlerde kopmaz ve ayrılmaz sosyal realite olduğu için halk, dîni bir töre; töreyi de din olarak algılardı.
İlk dînî Türkçe şiir
7. veyâ 10.yy’a âit olduğu kabûl edilen “Tang Tengri” şiiri ilk en eski dînî şiir olarak bilinir.
Bu şiir başlıksız olup bunun yerine “Sogdça” <<Van vagi-nung baş>> yazılmıştır. Bu ifâde “Tang Tenri” ilâhîsi diye çevrilmiştir. Sogdça başlığın sonradan eklendiği kesindir. Sanskritçe ifâdeler de daha çok Uygur Türklerinin dîni olan Budizm’de geçerli olmuştur. Bu dilde duâların orijinal ifâdeleri hep Sanskritçedir.
İşte Tang Tengri şiir metni:
Tan Tengri kelti/// (Tan Tanrı geldi) Tang Tengri özi kelti/// (Tan Tanrı’ının kendisi geldi. Şiirde bu iki mısra tekrarlanmıştır. (Bir ara nakarat gibi düşünülmeli.) Turunglar begler kadaşlar/// (Ayağa kalkın beyler ve kardeşler) Tang Tengrig ögelim (Tan Tanrı’yı övelim.) Bu ikili de tekrarlanmıştır. Körügme Kün Tengri/// (Gören güneş (veyâ gök) tanrı Siz bizni küdezing/// (Bizi gözetin) (kollayın) Körügme ay Tengri siz bizni kurtgarıng. (Gören Ay Tanrı siz bizi kurtarın.)
Burada “turunglar” ifâdesi <<ayağa kalkın>> anlamında kullanıldığı için muhtemelen âyin başlarken ayağa kalkılması ihtârı gibi duruyor.
Bu şiirde geçen Ay ve Güneş Tanrıları, Kök Tanrı ilkesine ters düşerken bunlardan gözetilmek ve kurtarılmak dilenmesi de yine Kök Tengri birliğine aykırı ifâdeler olarak gözümüze çarpar.
Tang Tengri ifâdesinde sabahları yola çıkan Türklerde “tan vakti” önemli bir zaman olarak da öne çıkar. Ayrıca bu bölümlerde “Türklerin güneş doğarken ibâdet ettikleri” anlamı da çıkarılabilir. Nitekim bâzı araştırmacılar “Tang Tengri”yi “tan yeri” olarak da almışlardır.
Ayrıca “tengirmek” fiili yerden yukarı doğru yükselmek ifâdesi taşıyorsa bununla yapılan zarf fiil kullanılışındaki “Tengri” gökte olan bir tanrı ifâdesi de taşır. Nitakim Göktürk Kitâbeleri giriş kısmı “Tengri teg tengride bolmış Türk Bilge Kagan” (Tanrı gibi gökte olmuş, doğmuş Türk Bilge Kagan) ifâdesi de bunu doğrular bir anlamdadır.
Budist Türkler ve Budizm
Elimizdeki en eski Budist Türk metinleri duâ kitâbı bir tomar olarak nitelendirilen “Sekiz Yükmek” (sekiz tomar, sekiz yığın)dır. Bu metinleri en önemli tarafı bâzı İslâmî kavramlarla benzerlik göstermesidir. Metinde Buddha (Buda) Türklerde “Burkan” olarak anılır.
Bu metinde geçen “bir ikintike” (bir ikinci hayat) İslâmiyet’teki “ba’sü ba’del mevt”le alâkası olmayan bir kavramdır. Bu ikinci hayat Budizm’de reenkarnasyon (tenâsüh) olarak geçer. İyi insan ruhlarının ölümünden sonra bir diğer iyi, îtibarli, zengin bir bedende devamlı yaşaması veyâ kötü bir insan rûhunun ölümünden sonra ıstırap çeken bedenlere girerek sonsuz bir işkence ile yaşamaları anlamındadır. Bu din üç ana başlık altında toplanmıştır: 1-Sutra (Mezhep âyetleri) 2- Vinâya (ahkâma âit bilgiler) 3- Abhidharma (akâide âit bilgiler.)
Cezâlar oldukça ilgi çekicidir. Cezâlaraın en ağırı “irinç emgek”tir. Bu Kur’ân-ı kerîmdeki “azâbün elîm” ifâdesi gibi duruyorsa da bunun çekileceği mekân olan cehennem, Budizm’de yoktur.
Bu dinde üç esas temel (rükün) “üç erdini” diye geçer. Bu üç erdini Buddha, dhrama ve sangha şeklinde geçer ki metinde bu üç cevhere saygı ile başlar “Namo But, namo dram, namo sang” Yâni Buda’ya şerîatine ve cemâatine saygıdır:
Bu dinde ibâdetler için kapalı mekân (ibâdethâne), toplu din kuralları (şerîat) ve cemâat söz konusudur.
018’de “içkek” (şeytan) olarak geçer ve bu arada ‘kam’lara ve şeytanlara tapınmayı yasaklar. Metinde geçen içkek “çok içen” ve “yek” de şeytan olarak geçer ki çok yiyip çok içenlerin şeytan veyâ şeytanlaşmış insanlar olabileceği düşünülmelidir. İslâmiyet’te de Kur’ân-ı kerîmde “Şeytâna tapmayın, bana ibâdet edin, o sizin apaçık düşmanınızdır.” Yâsîn 60 diye geçer.
019’da “arıg çakşapatlıg tınlıglar az” (Takvâlı dîni bütün canlılar az.)
Takvâlı yâni tam inançlı Budistlerin az olması burada, şeytanla olan yakınlıklarından dolayıdır ifâdesi vardır.
Kur’ân-ı kerimde de “Rabb’im, beni azdırmana karşılık and olsun ki yeryüzünde beni saptırdığın için mutlak ben de yeryüzündekilerin amellerini süsleyerek onları azdıracağım. İhlâslı kulların müstesnâ.” Hicr 39-40
026’da “Yumuşak huylu yavaş canlılar az” diye geçer. Yumuşak huyluluk (hilm) övülmüştür. Kitâbımız da “Çünkü İbrâhîm çok yumuşak huylu, yufka yürekli ve Allâh’a gönülden yönelen bir kimseydi.” Hûd-75
Yine bu metinde “edgüke katıglanır tınlıglar az, ayukka tavranur tınlıglar öküş tengrim” (İyilik için zahmet çeken ve çabalayan insanlar az, fakat kötülük yapmak için acele eden insanlar çok tanrım) diye geçer. Yâni iyilik dururken neden kötülük için yarışıyorsun. Kur’ân’da Hazret-i Sâlih aleyhisselâm “Ey kavmim neden iyilikten önce kötülük istiyorsunuz” Neml- 46 diye geçer.
21’de “Âferin ey râhip, siz asil ve yüksek bir gönülle bütün bahtsız ve mutsuz insanlar için doğruyu ve güzeli arzularsınız.” Kur’ân-ı kerîmde “Biz seni âlemlere rahmet olarak günderdik” Enbiyâ 40 şeklinde geçer. Yine Ahzâb-21’de “And olsun ki Allâh’ın peygamberinde sizin için güzel örnekler vardır.”
Yine bu metinde “Sadaka veren hayır yapan canlılar az” diye geçer. Kitâbımızda “Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe aslâ ulaşamazsınız” diye geçer. Âl-i İmrân-92
Hristiyan Türkler ve Codex Cumanicus
Bu kitap 830 yılında Evangelist (İncil yazan) râhip ve tüccarlar tarafından yazılan Venedik Katedral Kütüphânesi’nde bulunan bir kitaptır. Bâzı parçalar şöyledir:
Ave porta paradis (Cennetin kapısına selâm)
2-Ave Maria kim bizge///Tuurdung bu cehanda///Anı kim Tengri tuurur. (Selâm sana Meryem sen bizim için doğurdun -ama- onu Tanrı doğurur.)
Kurân’da “Ondan çocuk olmamıştır. (Kimsenin babası değildir) O doğurmamış ve doğmamıştır.” İhlas-3
“Ay bahtı kimin oğlu-Çarmıha gerildi asıldı. -Kâinat ona tahammül etmeyip titredi- Aydınlık günün karardı. Kur’ân’da “Onu öldürmediler onu asmadılar, onu öldüremediler, onlara öyle gösterildi.” Nisâ 157 diye geçer.
Verbum Caro factum est
“Arı kız Mariam’dan söz etöz bolmuştur.” (İffetli kız Meryem’den Tanrı insan olmuştur. (İsâ aleyhisselâma Rab Tanrı denmesi.)
“Üçlük sensin bir Tengrim/// Övsin seni canlarımız/// Haç ile kurtulanlar/// Bizi ebedîliğe ulaştır.”
Burada en mühim ifâde “üçlük Tanrı” dır. Bugünkü Hristiyan inancında da <<<Baba, Îsâ, Rûhü’l-kuds>>> Yâni -hâşâ- üç Tanrı (trinite, ekaanim-i selâse) inancıdır. Kitabımız’da da “Tanrı üçtür demeyin.” Nisâ-171 diye geçer.
Daha verilecek çok örnek var, ama şurası önemli ki Türkler İslâmiyet’le şerefleninceye kadar çok değişik dinler denemişlerdir. Elimizde bu dinlere âit metinler de vardır. Mûsevî olan Türklerin metinleri de bu yelpâzeye dâhildir.
Eski dinlerde bilhassa Budizm’de İlâmiyet’e çok yakın ifâdeler göze çarpar. Fakat Hristiyanlıkla ilgili metinde Tevhîd akîdesine ters düşen ifâdeler vardır. Bu dinlerle İslâmiyet karşılaştırıldığında İslâmiyet’in insan fıtratına ne kadar uygun olduğu açıkça görülür.
Özellikle Budizm’de İslâm’a yakın ifâdelerin bulunması, o dinlerin eski peygamberlerden etkilendikleri ve birçok klişeyi uyguladıkları göze çarpmaktadır.
.....
Faydalanılan kaynak:
Türk Lehçeleri Örnekleri, Dr. Saadet Çağatay, Erol Ofset Matbaacılık, Ankara 1977

