Mutluluk, huzur ve saadet insanın hep içinde saklıdır…

A -
A +
Huzur, saadet pek uzaklarda, Kaf Dağı’nın ardında zannedildiği için mi ne kolay kolay gülmüyor insanoğlunun yüzü…
 
Ali, Hasan dedeye döndü ve;
- Hani bana bir şey daha anlatacaktınız! “Unutursam hatırlat” buyurmuştunuz.
- Anlattım ya; “guguk kuşu” masalını.
- Ondan başka demiştiniz.
- İhtiyarlık, kusura bakma! Ha, evet evlat, şimdi hatırladım. Maşallah unutmamışsınız.
- Çok merak ettim de...
- “Ayaküstü sohbeti” derler ya o türden, kısadan anlatayım. Hemşire hanımefendi de müsaade ederler mi?
- Peki efendim. Ben de dinlerim!
- Kültürümüzde, eskiden beri bir meseleyi karşı tarafa daha iyi anlatabilmek için çeşitli misaller verilir. Mesela; hayvanlar, eşyalar konuşturulur, Başka şeyler de yapılır… Bu anlatacağım kıssada da melekler konuşturulmuş. Aslında maksat farklı tabii. İnsanoğlu, her zaman olduğu gibi huzur, saadet ve mutluluğu hep hor kullanıyormuş…
Hep şikâyetçi hep bıkkınmış hâlinden ve hayatından…
Misal bu ya; bir gün melekler huzur, saadet ve mutluluğu saklamaya karar vermişler…
“İyi saklayalım, bulamasınlar, bulunca da kıymetini anlasınlar…” diyorlarmış. Zor ulaşılan her şey kıymetli kabul edildiğinden böyle bir yol deneyeceklermiş.
Mesele oldukça büyükmüş…
Huzur, saadet ve mutluluğu saklamak kolay değilmiş, çünkü…
Kimisi…
“En yüksek dağların en karlı tepesine saklayalım” demiş, kimisi;
“Okyanusun en derin yerine” demiş.
Taç Mahal’in kubbesi, Mekke-i mükerreme, Medine-i münevvere sokakları, şark sofrası… Bir hastanenin yeni doğan bebek odası, dondurma külahı, oyun-eğlence, meyve bahçesi, çiçek tarlası…
Akla gelebilecek pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş…
Derken meleklerden biri:
“İçlerine saklayalım… İnsanların en yakınına, kendi iç âlemlerine…” demiş… İlave etmiş; “Kimsenin aklına gelmez, kendi içine bakmak…”
İşte o gün bu gündür mutluluk, huzur ve saadet insanın hep içinde saklıymış…
Hiçbir aileye, insana huzur, saadet ve mutluluk kolay gelmiyor. Huzur, saadet pek uzaklarda, Kaf Dağı’nın ardında zannedildiği için mi ne kolay kolay gülmüyor insanoğlunun yüzü…
Oysa çok yakınında kendi alın terinde, emeğinde ve en yakınında, tam içinde saklı aradığı en kıymetli şey, yani huzur…
Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde…
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun…
Siz dışını boş verin, içine bakın insanın…
- Yani kalbine!
- Siz kalp deyin biz iç, fark etmez evlat!
- Çok teşekkür ederim efendim. Mühim olanın, iç dünyamızı düzeltmek olduğunu bir daha anladım.
- Sen zaten huzurun, saadetin nerede olduğunu çözmüşsün be evlat. Sözüm diğer insanlaraydı.
- Tamam efendim.
Hasan dede, küçük kahraman Ali’nin pembe alnına bir buse kondururken sevinç gözyaşlarına mâni olamıyordu. Tarifsiz hislerle vedalaştılar. İçi içine sığmıyordu Ali’nin.
Bu akşam annesi kim bilir ne yemekler yapacaktı?.. Ayakları yerden kesildi, uçmak istiyordu. Babasıyla olan en son mutlu günlerine dalıp gitti…
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.