Siyasette sanat kavgası

A -
A +

'Salkım Hanım'ın Taneleri' filmleşeli iki yılı geçmiştir herhalde. TRT'de gösterilmesi de bir ayı aştı. Romansa 12. yılına giriyor. Bu kadar zaman sonra Yılmaz Karakoyunlu vatan hainliği ithamına muhatap. Şu ihanet, hain gibi kelimeleri kullanmakta son derecede dikkatli olmak lazım. Bunlar bir kimseye denebilecek en son ve kurşuna eş sözlerdir. Karakoyunlu, çok yönlü bir insan. Şair, tiyatro yazarı ve romancı. Bunların içinde baskın vasfı romancılığı. İzmir Suikasti'yle 27 Mayıs darbesi arasındaki yakın tarihi nehir roman üslubuyla kitaplaştırıyor. Kavga çıkınca romancının eserlerini tekrar raftan indirdik. Yılmaz Karakoyunlu'nun bizim için imzaladığı "Salkım Hanım'ın Taneleri"ni 20.11.1994'te okumuşuz. Eseri şöyle bir karıştırıyoruz. Hayli satırları çizmişiz. Kitapta keyfine varılan bir Türkçe var. Hadise artık malum. Şükrü Saraçoğlu hükümetinin 1942'de koyduğu Varlık Vergisi. Bu vergiyi ödeyemeyen azınlıkların sürgünü, bayağı ahlaktaki açıkgözlerin zuhuru, sermayenin yer yer el değiştirmesi işleniyor. Güz Sancısı'nda ise 6-7 Eylül Olayları sahnede. Bu eserler, aynı zamanda eski İstanbul vesikaları. Onlarda devrin hanları, sokakları, limanları, tren istasyonları, kahvehaneleri, sinemaları bir kere daha yaşıyor. Şimdi bazıları var, bazıları yok. Keza simalar da öyle. Kadını ve erkeğiyle üç isimli bu zevat galiba bu zamanın mensuplarından daha bir kültürlüler. Hayatı hazmetmiş kimseler. Hatmetmiş ve hazmetmişler. Romancı, tarihi roman yazıyorsa gerçeklerle muhayyilesinin terkibini yapar. Onu salt tarihçiden ayıran yürüdüğü olay örgüsüdür. İnandıklarını, tezlerini kahramanlarının ağzından nakleder. Memduh Beye söylettiği yine kendi tesbitiyle "cihanşümul" bir düsturdur. "Adalet, vergiyi az veya çok almak değildir; insana bütün haklarını teslim etmek sanatıdır." Franko'yu ise şöyle konuşturur "her davanın dayandığı direkler vardır. Siyaseti vardır. İktisadı vardır. Hukuku vardır. Maarifi vardır. Hepsi neticede insan unsurudur. Ya kendiliğinden yıkılırlar, yahut biz yıkarız. Size İttihad Terakki'den misâl vereyim. İttihad Terakki'nin maarifçileri yoktu. En büyük eksiği buydu. Hukukçularını kendileri yıktılar. Nizam fikrine alışkın değillerdi. Siyasetçilerini İstiklal Mahkemeleri astı. İktisadiyatını da şimdi Varlık Vergisiyle Saraçoğlu alıyor" Bir başka sayfadaysa Dr. Artin'e şunları söyletmekte "devlet, mükellefin vergi ahlakını bozdu. Cumhuriyetin en büyük ayıbı budur." Dönem, tek parti diktası günleri. Aslında azınlık olanla olmayanı ayıran tek fark Aşkale'ye sürgüne gidip gitmemek. Azınlık olmayanlar da 6 liralık yol vergisini ödeyemeyince piramitlerinde çalıştırılan köleler gibi demiryolu inşaatlarına koşulmuşlar. Okuduktan sonra Karakoyunlu'ya romanların teksif edilmiş olduğunu söyledik. Sanki asıl eserler saklı da bunlar onların uzun özetleri. Onlarda doğrusu-yanlışı ile bir devir tartışılıyor. Roman hayat değildir. Senaryo da roman değil. Senaryosunu Etyen Mahcupyan'ın kaleme aldığı filmi de gördük. Film de roman gibi takip külfeti istiyor. Bu topraklarda yaşanmış olanlar bu milletin dünüdür. Onları sorgulamak muhakkak lazım. Bazısı bunu romanla, sanat yoluyla yapar, bazısı diğer çalışmalarla. Eser vermek kolay değil. Ahmet Çakar gibi terbiyeli bir insanın muhtemelen bir hazırlık yapmadan meseleyi vatan hainliğiyle tavsifi doğru olmadı. Zulüm kime karşı ika edilmiş olursa olsun zulümdür. Üstelik TRT'yi ürkütmek de isabetli değil. Onun gibi Yılmaz Karakoyunlu'nun da Sabit Paşa'yı 'O bir Hamidiye Paşasıydı' diye bahsedip Hamidiye Paşalarının her türlü zül halle hallenebileceğini ima etmesi de hakikat kıyıcılığına girer. Hamidiye Alayları teşkil edilmeseydi bugün Güneydoğu diye bir vatan parçası olmayabilirdi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.