MONTRÖ’DEN İSTANBUL KANALI’NA

A -
A +

Biz, “Kanal İstanbul” değil, Türkçe grameriyle “İstanbul Kanalı” diye yazıp konuşuyoruz. Burada “İstanbul Kanalı” derken tartışılmakta olan “Kanal İstanbul”u kastetmekteyiz:
24 Temmuz 1923 Tarihli Lozan Andlaşması’nın Ek Maddeleri, İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve bunların çevreleri ile  Marmara Adalarına dair geçiş ve emniyeti tanzim eden şartlardır. Onlar, zor bir zamanımızda kabul mecburiyetinde kalınmıştır.
Mevzubahis Ek Maddeler, ölüm, 20 Temmuz 1936 Tarihli Montrö Andlaşması ise sıtmadır. Elbette sıtma olmak ölmekten iyidir. Ama en güzeli, sapasağlam yaşamaktır. 13 sene boyunca Boğazlarda hükümranlık hakkını kullanamayan, Boğaz tepelerindeki işgal askerlerini uzaklaştıramayan Ankara, Lozan Ek Maddesi’nden daha iyi imkânlar sunan Montrö’yü benimsemek zorunda kalmıştı.
Montrö Andlaşması, 20 yıl süreyle yapılmıştır. O süre, 1956’da dolmuş, fakat fesih ihbarnamesi gönderen devlet olmadığı için kendiliğinden, re’sen uzamıştır. Bu sebeple Türkiye’nin ve imza sahibi taraf her devletin, diğer imza sahibi devletlere fesih ihbarnamesi gönderme hakları mevcuttur.
Ek Maddeler, Boğazlar ve Marmara Denizi’ndeki adalarla alakalı şartları, T.C.’nin hükümranlık, egemenlik haklarını vesayet altına almaktaydı. Montrö mukavelesi, bu vesayeti gevşetmiş fakat topyekûn ortadan kaldırmamıştır. Bu itibarla bugünkü istiklalimiz gölgelidir. İstanbul Kanalı’nı inşa edip, O’nu kendi hak ve menfaatlerimiz istikametinde, dünyanın hizmetine açmak, mutlak mânâda  istiklalimize, bağımsızlığımıza kavuşmak olacaktır. Bunu yaparken hakkımızı yerine oturtacak fakat elbette üçüncü devletler için gayrı hukuki sayılacak bir tasarrufa gidilmeyecektir.
Kanal kavramıyla Boğaz kavramı karıştırılmamalı. Bu sebeple Panama Kanalı, Süveyş Kanalı... gibi kanallarla İstanbul Boğazı’nı mukayese etmek, elma ile armutları toplama hatasına düşmek olur. Birinciler, isimlerinden de anlaşıldığı gibi insan eliyle açılmış su yollarıdır. İstanbul’da ise şehri ikiye ayıran, denizin devamı, şehrin ve tabiatın tabiî bir parçası olan Boğaz vardır. Bering Kanalı değil, Bering Boğazı dendiği gibi bizimkiler de Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı’dır.
Küçükçekmece’yle Karadeniz arasına kanal açmak, yalnızca kaza tehlikesini önlemek olmayacaktır. Dünyanın her yerinde her bağımsız devlet, dilediği şehrinin istediği bölgesini araç trafiğine kapatabilmektedir. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını deniz ve hava araç trafiğine kapatmak, şehirlerle ve bu şehirler sakinlerinin hakkıdır. İstanbul Boğazı’nı kullanan ticarî gemiler ve savaş gemileri, bu yeni hizmetle beraber hak kaybına uğramayacaklardır. O gemiler için aslolan seyr-ü seferdir. Bundan mahrum kalmıyorlar. Yeni güzergâhla birlikte daha geniş imkânlarla alternatifler sunmaktayız.
İstanbul Kanalı’nın açılmasıyla çevrede arazinin değerlenmesi tabiîdir. Bu konu tâlîdir. Yeni bir köy yolu açıldığında bile onun çevresi kıymetlenir. Diğer yandan arazilerin revaç bulması, serbest piyasayı canlandırır. Atıl, kuş uçmaz-kervan geçmez araziler, fayda getirmez.
Es-Sani Ailesine 40 dönümden daha fazla arazi de satılabilirdi. Sonuçta bu bir yabancı sermaye girişidir. Birçok Batı ülkesinde de yabancılara mülk ve arsa satışına dair emsaller mevcuttur. Adı geçen aile, bu toprağı, hiçbir zaman Katar’a taşıyamayacaktır.
Her vurulan kazmaya muhalefet etmek, muhalefet yapmak değildir. Ana muhalefetin artık, tek parti taassubundan kurtulması menfaatinedir. Vatan Caddesi’nden, Köprülere, tünellere ve nihayet İstanbul Havalimanı’na kadar 70 yıl boyunca her yapılana karşı çıkmak, hep kaybettirdi ve hep mahcup etti.
Bu defa sağduyulu hareket edilsin isteriz.
Diğer inşa edilmiş olanlar ve şimdi inşa edilecek İstanbul Kanalı, bugünden ziyade yarına yatırımdır. Nitekim yüz yıl öncesinin mecburiyet ve mahkûmiyetlerini bugün hizmet ve hürriyete çevirebiliyoruz…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.