SULTANIN MESÂİSİ

A -
A +

-Sultan Abdülhamid Han’ın sâkin ve mütevâzı bir hayatı vardı. Kibar bir insandı. Büyük-küçük herkese “siz” diye hitap ederdi.
-Yaz-kış her gün sabah 04.30-05.00 arası uyanırdı. Önce hayatının hiçbir gününde terk etmediği âdeti olan ılık su ile yıkanırdı.
-Güne sabah namazı, Kur’an-ı kerîm ile Delail’ül Hayrat ve benzer kitaplar okuyarak başlardı. Sabah namazını, şayet mevsim elverişli ise Yıldız Sarayı bahçesinin tenha bir yerinde edâ ettiği de olurdu.
-Sâde giyinir, giyinip mesâiye hazırlanması Avrupalı kralların aksine kısa sürerdi.
-Sabah namazından sonra Mekke Şerifi’nin gönderdiği Moka kahvesi ve kahvaltısı ikram edilirdi. Gün içinde de muayyen fasılalarla kahve içerdi.
Kahvaltısı da öğle ve akşam yemekleri gibi sâde olur; sofrada kahve ile birlikte ekmek, tereyağı, yumurta gibi yiyecekler olurdu.
-Devlet teâmülü îcâbı kahvaltı ve öğünleri yalnız yerdi. Bâzen Müşfika Kadınefendi yemeğe iştirak ederdi. Resmî dâvetlerdeyse masa kalabalık olurdu.
-Tiryakiydi; tütününü Mutki’den gelirdi.
-Kahvaltıdan sonra Harem Dairesi’ne geçer, aile efradıyla Harem mensuplarının ihtiyaç ve taleplerini ayrı ayrı ayrı öğrenir, gereği için Başharemağası’na tâlimat verirdi.
-Harem’den sonra saat 10’da Selamlığa geçerek devlet işlerine dâir arzları kabul eder, en ufak teferruata kadar her şeyi sorar, mahiyetini öğrenir ve lâzım gelen emirleri verirdi. Bu sebeple devlette her tafsilat ve teferruata hâkimdi. Bütün tâyin ve vazifelendirmeleri bizzat yapardı.
Saray memurları, işleri dosyalayarak Sultana arz ederlerdi.
-Sultan, güne başlarken Avrupa ceridelerinin/gazetelerinin Devlet-i âli Osman ve şahsı için neler yazdıklarını dinler ve bir şey yapılacaksa gerekli talimatı verirdi.
-Sultanın mesâisi gün boyunca idârî işleri tedvîr etmek, dilekçeleri dinlemek, istihbarat almak, raporları incelemek, iç ve dış hâdiseleri tahlil etmek, harcama kalemlerini tasdik, nâzır ve sefirleri huzura kabul... şeklinde yoğun geçerdi.
-Abdülhamid Han-ı Sânî, yorulmak nedir bilmeyen bir azme sahipti. Bundan dolayı bıkıp-usanmadan çalışır ve o günkü işleri, ertesi güne bırakmazdı. Çalışma odasında sabahladığı çok olmuştur. Mesâisine ancak namazlarla öğün yemekleri için ara verirdi.
-Öğle yemeğini, saat 11-12 arasında Harem Dairesi’nde yerdi. Sofrası sâde fakat seçkin olur, sebze yemeklerini tercih ederdi. Asla alkol kullanmaz, masada su, bâzen de şerbet bulunurdu.
Öğle öğününde sofrada çok az miktarda et veya et suyu, az miktarda sebze yemeği, börek veya küçük kek ile meyve bulunur, yemekten sonra kahve içerdi. Kahvesinin sâde olması düşünülür. Yemeğini, umumiyetle Boğaz yahut Marmara’yı gören odalarda yerdi.
-Öğle yemeğinden sonra yatak odasındaki şezlonga uzanarak bir miktar kaylule yapar, sonra mesaisine dönerdi. Bazı günlerse kaylule/siesta yapmayarak yalnız olarak veya yâverlerle yahut devlet erkânıyla sarayın bahçesinde gezinir, bâzen de göletteki kayıkla bir miktar gezinti yaptıktan sonra mesâisine dönerdi.
-Öğleden sonraki mesâide toplantılara riyâset eder, kabullerde bulunurdu. Öğle ile akşam arasındaki çalışmasında kısa bir teneffüsü olurdu.
-Sultan, ahşap işleri yaparak çalışmak suretiyle dinlenirdi. Mimar Sinan, mimarlıkta ne ise Abdülhamid Han da marangozlukta odur. İkisi de dünya çapında üstün san’atkârlardır.
-Sultanın hayatında Cuma günü müstesna bir kıymeti haizdi. Cuma namazına Yıldız Sarayı’nın önündeki Hamidiye Câmiî’ne gider; namazını Hünkâr Mahfili’nde edâ ettikten sonra Saray’a; mesâisine dönerdi. Bu gidiş-gelişe “Cuma Selamlığı” denir; ahali ve ecnebiler, kendisini görmek için çevreyi doldururlardı.
-Cuma, namazdan sonra nâzırlar ve sefirler, huzura kabul edilirdi.
-Sultan, akşam yemeğini akşam namazından sonra yavaş yavaş yerdi. Bu öğün de öğle öğünü gibi israftan uzaktı. Sofrada pirinç pilavı, buzlu şerbet, tatlı ve dondurma nev’înden yiyecekler olurdu.
-İcâb ediyorsa paşalarla yüksek rütbeli subaylarla devlet ricâlini akşam yemeğinden sonra Selâmlıkta kabul ederek onları dinler ve gerekli emirleri verirdi.
-Eğer gün içinde aşırı yoğunluktan dolayı yorgun düşmüşse akşam yemeğinden sonra Harem’e giderek istirahat ederdi.
-İşler elveriyorsa bazı akşamlarda da Hareme geçerek aile efradıyla meşgul olur, şehzâde ve sultanların Kur’an-ı kerîm ve dînî bilgilerdeki yetişmelerini takip ederdi.
-Akşamları kütüphanede vakit geçirmesi mutad işleri arasındaydı.
-Sultan, çok geç yatar ve yaz-kış yukarıda yazılı olan saat aralığında erkenden kalkardı. Fevkalâde hâllerde hiç uyumadan iki gün boyunca çalıştığı olurdu.
-Devlet işleri beklemeyeceğinden gecenin her saatinde kapısının çalınmasına izni vardı. Sultan, hiçbir gün devletin hiçbir evrakını abdesti olmadan imzalamamıştır.
-Akşamları yatak odasına geçse de hemen uyumaz, Kur’an-ı kerîm ve kitap okurdu. Ayrıca süt biraderi Esvabçıbaşı İsmet Efendi, bir paravanın ardında Sultan uykuya dalıncaya yahut “kâfidir” diye sesleninceye kadar dinlendirici türden kitaplar okurdu.

 

...

 

Tafsilat için bkz: Prof Dr. M. Metin Hülagü, Son Sultanın Bir Günü-Derin Tarih mecmuası, Şubat 2018
         *
Bugün; 25.10.2025 Cumartesi günü için hangi mevzuu kaleme alacağımıza dâir haberleri, gazeteleri, gündemi… tararken bir duygu mu desek, bir arzu mu desek; meçhul bir sevk, bizi alıp bu makalemize getirdi:
Okuduğunuz bu yazımız, ilk defa 02.03.2018 tarihinde Türkiye gazetesindeki bu sütunumuzda intişar etmiş:
7 yıl evvelki satırlarımızı okurken onun daha önce Abdülhamid Han’ın ve her îmân sahibinin çok hürmet ve muhabbet duyduğu bir Cum’a günü yayınlandığını unutmuştuk. Şimdi de tekrar basılması için 24.10. 2025 Cum’a günü gazeteye yolluyorduk. Buna tesadüf diyemeyiz. Tesadüf var mı ki? Bu kelime, belki de aklın almadığı şaşırtıcı hakîkatleri bir tefsir biçimidir.
Kezâ; 7 sene evveline ait satırları okurken bir taraftan da yazının başlığını değiştirerek “Hünkârın Bir Günü” ismini verip veremeyeceğimizi zihnen muhakeme ediyorduk. Birden hatırladık ki o isim, bizim, kendisine “Osman İmtihan” diye takıldığımız merhum dostumuz Osman Sınav’ın yönetmenliğini yaptığı ve diğer senaristi olduğu bir TRT dizisinin adıydı.
Satırlar bittiğinde ise bir defa daha şaşırdık. Meğerse biz, bu yazıyı kıymetli tarihçi Prof M. Metin Hülagu’nun “Son Sultanın Bir Günü” adlı çalışmasından nakletmişiz. Uzun yazı hayatımızda bir başka kalemi, sütunumuza konuk etmemiz yok denecek kadar azdır. Demek ki bu kıymetli satırları okuyunca âdetimizi bozarak Abdülhamid Han’a hizmet etmek ve okuyucularımızı bu malumattan haberdâr etmek istemişiz.
Öyle ise yazının tekrarı gerekirdi…
Güzellik, farklılıkta!..
Sıcak gündem zâten belli:
Zâlim İsrail, tahmin ettiğimiz gibi ateşkese asla riâyet etmeyerek Gazze ve Batı Şeria’da kanlı ve vahşi katliamlarına devam ediyor.
İç gündemdeyse muhalefet buhranı kazan kazan biteviye kaynamakta. Belediye yolsuzluklarında savcılık iddiaları, casusluğa kadar dayandı.
Öyle ise iç ve dış gündemi takip ederken değişmez gündemimiz olan tarihî gerçekleri ihmal etmemeliyiz:
İhmali mümkün olmayan üç değerimiz:
-İmân
-Tarih
-Edebiyattır.
Bu varlıklarımız pusuladır.
Yapay Zekâ, bir şekilde olur; bunlar yitirilirse vay hâlimize!!!

 

 

 

Rahim Er'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.