KIBRIS, ANADOLU'NUN KİLİDİDİR!..

A -
A +

Gözümüz herhâlde üzerlerindedir. İsrail, Türkiye’ye karşı Güney Kıbrıs ile her ân stratejik ittifak andlaşması yapabilir. Adada müstakil bir Türk devletinden sarf-ı nazar edilip federasyona gidilmesi hâlinde bu andlaşma, şüphe yok ki çabuklaşır. O zaman Kıbrıs, Türkiye için tehdit unsuru olur. Ankara, bu pervasızlığa asla izin vermez.

 

Bugünden dikkat çekiyoruz:

 

Soğuk Savaş dönemindeki gibi Doğu Akdeniz’de rakibimiz, bundan böyle Rusya Federasyonu değil, ABD’nin başını çektiği; işgalci İsrail’in de kışkırtıcısı olduğu Uluslararası Toplum aldatma etiketiyle Haçlı- Emperyalist-Evanjelist Dünya olacağı görülüyor.

 

Kıbrıs’ta MOSSAD, CIA, Yunan ve İngiliz istihbaratının seçime dair çok çalıştığı elbette MİT’in takibindedir. El çabukluğu ve emrivakiyle Federasyon kurulur, İsrail, Yunanistan, İngiltere, ABD, Ankara’ya bulaşırlarsa yeni bir harekât şart olur. O zaman ümid edilir ki en fazla 24 saat içinde adanın tamamını istirdat ederiz. İstirdat, zorla elden çıkan mülkü, gâsıbın, bileğini bükerek kanırta kanırta geri almadır.

 

Şarm el Şeyh’teki göz boyama Gazze ateşkesi, bizim için asla rehavet sebebi olmayacaktır. Türkiye’nin iç barışıyla Suriye’yi tez zamanda tahkim etmesi, Filistin’i kurtarması âcil öncelikleridir. Aksi hâlde Kıbrıs ve Akdeniz tehlikeye girebilir. Akdeniz’de yeni bir harekât gerektiğinde bu harekâtın içinde Kıbrıs, Gazze, Rodos, Onikiada olması kaçınılmazdır. İlk hamlede bunların en az yarısı üzerinde çalışırız.

 

Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanının değişme ihtimali tedirginliğe yol açtı. Bütün bakışlar adaya döndü. Seçmen dilerse vakti geldiğinde başındaki yöneticiyi değiştirir. Bunun yadırganacak bir tarafı yok. Tedirginliğin sebebi bu değildi. Muhalefetin kazanması hâlinde müstakil bir Türk devletinden vazgeçilip federasyona gidileceği iddiası mevzubahis rahatsızlığı doğurdu. Nitekim 19 Ekim 2025 günü muhalif seçmen sandığa giderken KKTC Bayrağı ve Türk Bayrağı taşımadı. Bu manzara, durumu iyice bulandırdı. Türkiye, bu havadayken Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılıp bitti. Sonuç olarak Cumhuriyetçi Türk Partisi genel başkanı Tufan Erhürman, rakibi tarafsız aday Ersin Tatar’a açık ara farkla oyların yüzde 62,76’sini alarak KKTC’nin 6. Cumhurbaşkanı ünvanına kavuştu. “Hayrlı olsun” deriz. İlk konuşması da gâyet olgun ve kucaklayıcı oldu: “Kardeşliğimiz, kazanmıştır. Bu seçimin kaybedeni yoktur. Kıbrıs Türk halkı olarak hep birlikte kazandık, dedikten sonra “dış politika, elbette Türkiye’yle istişare ile yürütülecek. Bunda kimsenin kuşkusu olmasın” sözleriyle Ankara’ya mesaj göndermiş oldu. Seçim konuşmasındaki bâzı beyanları belki de maksadından saptırıldı. Yahut malum merkezlerin ajanları bu propagandayı yaparak fitne çıkarmak istediler. Taç giyen baş, akıllanır. Mes’uliyet, olgunlaştırır. Biz, “KKTC”, “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” adını alsın diye nefes ve mürekkep tüketirken yarım asırlık emeği çöpe atıp federasyon peşine düşmek sâdece mâcerâ olur. Ama, Sn. Erhürman’ın Kıbrıs’ı tufana vermeyeceği ilk beyanatındaki dengeli cümlelerden anlaşıldı. Doğru olanı yaptı. Ancak, konuşmasında münhasıran “halk” demeyip, milletimiz, Türk milleti demesi de evlâ olur.

 

Mâdemki bu münasebetle Kıbrıs’ın idârî şekli yine gündeme geldi; o zaman birçok gerçeği bir kere daha dile getireceğiz:

 

Kıbrıs adasının tamamı Osmanlı Vakıf mülküdür. Osmanlı mirasçısı Müslüman Türkler dışındaki bütün unsurlar, Vakıf Mülkü Ada’da işgalcidir. Hükûmetimiz, bu mevzuda çok iyi çalışılmış bir dâvâ veya dâvâlâr açmalıdır.
Akdeniz, Kıbrıs, Rodos, Adalar Denizi, Girit şüheda yatağıdır. Kıbrıs, sadece üstünde yaşayan soydaşlarımızla değil, tarihî değeri ve stratejik konumuyla da bizim için önem arz eder. Gazze kaybedilirse Kıbrıs elden çıkar. Kıbrıs, düşerse Hatay, Adana, Mersin tehlikeyle karşılaşır. Bütün bunlardan dolayıdır ki KKTC adının KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ olarak değiştirilmesinin tam zamanıdır…

 

Bu teklifimizi, Ankara’ya yıllardır her türlü yolla yapıyoruz. Şimdi bir kez daha tekrarlamış olduk. Atalar, “demir, tavında dövülür” demişler. Ve çok doğru demişler. Bir söz daha etmişler: “Yiğid, bin yaşar, fırsat bir düşer!” Abdülhamid Han idaresi, Kıbrıs adasını 1878’de Ruslara karşı İngiltere’nin desteğini almak için bu devlete kiraya verdi. Sadrazam Midhat Paşa, meşrutî Sultan’ın bütün ikazlarına rağmen şahsî ihtirasıyla devleti daha sonra adına “1293” veya “1877/78 Türk-Rus Harbi” denecek olan felâkete sürükledi. Padişah, fevkalâde dehâsıyla çâreler üretmeseydi cuntanın yol açtığı bu âfet yüzünden devlet, yarım asır evvel çökecekti.

 

I. Dünya Harbi çıkınca Londra, doğan kargaşayı fırsat bilerek dumanlı havanın kurdu olarak 4 Kasım 1914’te kiracısı olduğu adayı gasbetti. Gerekçesi, İttihad ve Terakki iş bilmezliğinin Osmanlı imparatorluğunu kendilerine karşı Alman saflarında savaşa dâhil etmesiydi…

 

1923’te cereyan eden Lozan Sulh Müzakerelerinde Ankara Hükûmetinin müzakere ve diplomasi acziyeti ve İngiliz düzenbazlığı ve içerideki uzantılarını yönlendirmesiyle bu gasp, sulh akdinin 21. Maddesiyle tanınmış oldu. Hâlbuki kira akdinde bir şart vardı. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum’u tahliye ederek çekilirse kira mukavelesi fesholmuş olacak ve İngiltere adayı iade edecekti. Zavallı müstakbel ucuz kahraman, bunu dile getiremedi. Belki maddeden haberi bile yoktu. Nihâyetinde askerdi.

 

Ruslar, söz konusu bölgeden gittiler. İngiltere ise Lozan’ı kumar masasına çeviren mafya üslubuyla Ankara’ya, Harf, Hilafet, Ayasofya… diye uzayan dayatmalarını kabul ettirip inkılaplara yol vererek Kemalizm üzerinden amansız bir vesayet kurdu.

 

Türkiye, Kıbrıs’ta kiracısı olan İngiltere’nin 4 Kasım 1914’te yaptığı gasp ve emrivakiyi 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan akdinde kabul ettiyse de bu esnada Türkiye’nin hukuken müzayaka hâli vardır. Bu kabul keyfiyetinin çek-senet mafyasının, birine zorla borç senedi imzalatmasından farkı yoktur. Şu bir acı hakîkattir ki haksızlık sokakta yapılınca faillere “mafya” devletler arasında olunca zorba devlete “süper güç!” denmekte.

 

Mevzubahis bu müzayaka hâli Türkiye’nin Lozan’ın ilgili maddesinin iptali için kendisine dâvâ açma imkânı verir. Ankara, bu dâvâyı da adaların tamamıyla alakalı askerî tasarrufunu da belki bugün yapmayı uygun bulmayabilir. Fakat bize düşen bunları devlet aklına emânet etmektir.

 

Şu bir acı gerçektir:

 

20 Temmuz 1974’te yaptığımız Kıbrıs Harekâtı, 94 yıl sonra gelen bir fırsattı. Bu harekâtta adanın tamamını almak varken ancak üçte birine hükmedildi. Hâlbuki tamamı alınır ve kime neyin ne kadar verileceği Ankara’nın iradesiyle tayin edilirdi. Devrin Başbakanı Ecevit’in aşırı temkini böyle bir fırsatı kullanmamıza mâni oldu. Bu çekingenliğinden dolayı kimse Ankara’yı takdir etmedi. Washington, Türkiye’ye tam 15 sene ekonomik ambargo uygulayarak zulmetti.

 

Tarih’ten ders ve ibret almaz, tarihin ışığında çâreler üretmezsek zararlar silsilesi devâm eder.

 

Çünkü:

 

Söz, çok sâde ama çok doğru:

 

-Su uyur, düşman uyumaz!

 

Düşman kim?

 

Kim değil ki…

 

 

 

Rahim Er'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.