Başkası olma kendin ol!

A -
A +
Kafamın içinde gürültüyle dolaşan bir sürü soru var uzun zamandır. Ama en çok gürültüyü çıkaran soru galiba şu; “Kendimden geriye ne kaldı?”
 
Bu soruyu parçalarsanız başka sorular da çıkıyor ortaya.
Kendi kendime mutlu olabiliyor muyum?
Başkalarının onayı veya beğenisi olmadan hayattan zevk alabiliyor muyum?
Tek başıma bir deniz kıyısında huzur içinde kitap okuyup, tek bir fotoğraf çekmeden ve paylaşım yapmadan evime dönebiliyor muyum?
 
Eğer cevaplar evetse çok iyi. Ama hayırsa, ortaya çok da hayırlı bir durum çıkmıyor. Çünkü paylaştıkça azalıyoruz. Ve kendimize ait hiçbir şey kalmayana kadar bu yarışı sürdürmekte oldukça kararlı gözüküyoruz.
Marketten alışveriş yaparken acayip bilinçli tüketicileriz. Son kullanma tarihine bakmadan yoğurt almıyor, koruyucu içeren gıdalardan uzak duruyoruz. Ama kendimizi tüketirken bilinç milinç kalmıyor ortada. Har vurup, harman savuruyoruz.
Bilinç kaybı da genelde şu şekilde oluşuyor; Sahip olduğu şeylerin ancak gösterdiği zaman değer bulacağını düşünen kişi, özel hayatının perdelerini ardına kadar sıyırıyor. İçeri dolan ışıkla gözler kamaşırken bilinç de buğulanıyor. Ve bu sırada özel hayat piksel piksel dağılıyor.
 
Sonrası tam bir trajedi! Çünkü insan bir noktadan sonra başkalarının güdümünde yaşamaya başlıyor. Ve hiç farkında olmadan hızla bölünerek, günden güne azalıyor.
Siz de içinde bulunduğunuz durumun farkında değilseniz, aşağıdaki işlemi yapabilirsiniz;
“Konu komşu ne der?” kaygısını takipçi sayınızla çarpın. Çıkan sonucu, kimse görmese bile mutlu olabildiğiniz anlara bölün.
Böylece kendinizden geriye ne kaldığını görebilirsiniz.
 
Güldüren aynalar
 
Sahip olmakla göstermek arasındaki ilişkiyi en iyi şöyle açıklayabiliriz:
Sahip olunan şey insanın içine ne kadar sinerse, gösterme ihtiyacı o kadar azalıyor. Ama sindirim güçlüğü varsa hazımsızlık başlıyor. Hazımsızlığın en iyi ilacı olarak da reçeteye popüler kültürün iletişim araçları yazılıyor. Yani popüler kültür, teşhircilik gibi illegal dürtüleri modern zamanların normalleriyle aklıyor.
Sosyal medya hayatımıza ayna tutuyor belki ama lunaparktaki güldüren aynalar gibi görüntüyü büküyor. Bazen iç bükey, bazen dış…
 
Yansıyanla gerçek arasındaki fark açıldıkça ruhlar yoruluyor. Sonuç olarak sahip olamadıklarımızın dile vurduğu gibi, insanın içine sinmeyen hayat da bir şekilde dışa vuruyor. Ama vitrine konan hayatlar eninde sonunda teşhir ürünü kapsamında indirime girmek zorunda. Ve teşhir, en nihayetinde hayat kalitesinde tenzilatla sonuçlanıyor.
Bu durumda “kendi hâlinde birisi” olmak çok kıymetli. Herkesin kendini ortaya attığı bir dönemde, kenarda köşede kalmak gibisi yok.
 
Fazla göze batmadan, dikkat çekmeye çalışmadan ve kimseyi rahatsız etmeden, sessiz sedasız yaşayanların kıymetini bilmemiz lazım. Yoksa inanın bu gürültülü dünyanın hiç çekilir bir tarafı yok.
 
Işık tasarrufu
 
Birisi bir şeyleri gözünüze sokmaya çalışıyorsa, anlayın ki o şey o kişide eksiktir. Çünkü güneş tepedeyken lamba yakılmaz. Kimse mücevheri parlatmaya çalışmaz.
 
Gençlikte çok parlatılan hayatlar, yaşlılıkta karanlığa mahkûm olur. Ama hayatını bir kandil ışığı dinginliğinde, kimsenin gözünü rahatsız etmeden yaşayanların yaşlılığı huzur içinde geçer.
Anadolu’daki yaşlı amca ve teyzelerin yüzlerine bakın mesela. Gençlikte ışığı tasarruflu kullandıkları için insanın içini ferahlatan bir aydınlık görürsünüz. Ama hep gösteriş peşinde olanlar, yaşlandıklarında mutlu olamazlar. Çünkü zamanla gösterilecek şeyler azalır. Malzeme azaldıkça bunalım artar. Ve bir rüya gibi geçen hayatlar, gün gelir uykunun önüne set çeker.
 
İleride rahat etmek için birikim yapmak elbette önemli. Ama şunu da unutmamak lazım: Rahat ve huzurlu bir uyku için yatağın değil, insanın içinin rahat olması gerekir.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.