"Hepsi karımın yüzünden, hepsi..."

A -
A +

Altmış yaşlarında olmalıydı... Ak düşmüş saçları sabah bir kez taranmış da öylece kalmış gibiydi. Dışarıdan bakımlı gözüken yeni taksinin acaba şoförü mü, sahibi miydi? Ama bilinen bir şey vardı ki, bu taksici halinden bezmiş bir haldeydi. Taksisini kenara çekmiş güya müşteri bekliyordu. Oysa kimse gelmese de hep burada kalsam der gibiydi sanki. Hiç İstanbul'da onu boş bırakırlar mıydı? Ben bile kapıyı açıp arabaya binerken kibarlık olsun diye sormuştum: -Müsaitsiniz değil mi? Yoksa zaten arabaya geçip oturmuştum bile... Başıyla "evet" der gibi bir işaret yaptı. Gideceğim mesafe oldukça kısaydı... Ama işim acildi. Dedim ki adamcağıza: -Biraz acele edersek iyi olacak beyefendi... Ses çıkartmadı. Ama suratı öyle bir hal aldı ki içinden geçenleri kitap gibi okudum. Milletin ağız kokusunu çekmekten bıkmışlığı vardı. Direksiyonu sola kırıp yola çıkacakken, önümüze kocaman bir halk otobüsü gelip abanıverdi. Meğer az ileride otobüs durağı varmış. Bizimki biraz geri çıkıp öyle denemek istedi. Ama ne mümkün, peş peşe otobüsler, kale duvarı gibi kestiler taksinin yolunu. Eh biz acele dedik ya... Sanki inadına böyle olur... Bir de eli ağır ki sormayın... Ben olsam şimdi iki hareketle otobüslerin arasına dalar, işaret eder korna çalar geçerdim... Gayri ihtiyari ufladım: -İnsanlık ölmüş... Herkes bir an önce kendini düşünüyor... Bu ne biçim trafik? Ben böyle der demez, hiç beklemediğim bir söz çıktı adamın ağzından... -Hepsi karımın yüzünden... Bu söz ne alakaydı şimdi? Şaşırdım ama anlamazlıktan geldim. Çünkü kendi karısından bahsettiğine göre, özel bir durumuyla ilgili belki de kendi kendine konuşuyordu. O devam etti: -Bu şehir çoktan bitti beyefendi... Çoktan bitti... Amma... Sonra tekrar etti aynı sözü: -Hepsi karımın yüzünden... Artık bana susmak kalmıştı. Çünkü rahmetli babamın anlattığı hikâyenin bir yerinde "üstüne düşmedik vazifeye karışmayacaksın" diyordu. Adamın karısıyla ne derdi varsa bilemem, üstüme vazife değildi. Ama o belli ki sıkıntısını söyleyip rahatlayacak bir ortam arıyordu. Nasıl olsa birbirimizi tanımıyorduk. İçini döküp rahatlayacaktı. Dinlemeye koyuldum: "Çanakkaleliyim ben" diyordu. İlçesini de söylüyordu... "Bundan on sene öncesinden söz ediyorum" dedi... Miras kaldı babamızdan... İki yüz dönüm arazi... Ev, bağ bahçe... Dedim ki hanıma: "Artık emekli de olduk. Haydi, kalk gidiyoruz. Şöyle köy yerinde sessiz, sakin toprakla haşır neşir oluruz. Birkaç tavuk alır besleriz. Ne çekeceğiz bu köhne şehrin stresini..." Gittik... Memleketimde bir ay bile duramadı karım. Baktım valizi topluyor. Dedim: -Nereye? -Ben İstanbul'a gidiyorum. Yapamadım köyde... -Eee? -Sen gelmek istersen gelirsin. Gelmezsen de sen köyde yaşa ben İstanbul'da yaşarım. Arkadaş çekti geri geldi İstanbul'a... Şimdi ben tek başıma köyde nasıl kalırım? Köylü sonra bana ne der? Köylünün diline düşmem mi? "Acaba karısının bir kusuru mu var?" demezler mi? Mecburen ben de geldim geri... Ben sağlık memuruydum. Hanım da aynı meslekten. O başka kentli, ben başka kentli... Tanışmış evlenmiştik. Hoş, yıllar geçti aradan... Çocuklardan biri doktor oldu, biri muhasebeci... Derken zaman içinde, ona lazım oldu, buna acil gerekti diye diye, ne var ne yok sattılar bitirdiler güzelim arazimi... Şimdi bu yaşta beni İstanbul'a yeniden köle ettiler. Şu kahrolası trafik çilesini, şu insanların ter kokusunu, bu kirli paslı dumanlı havayı hep karımın yüzünden çekiyorum... Hep karımın yüzünden... Rüştü Kepenci-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.