Akupunktur cihazını beklerken...

A -
A +
"Yanımızda İslam Âlimleri Ansiklopedisi vardı. Kitap masada duruyordu. Ama o da pek ilgisini çekmedi... Ayağa kalktım. İyi günler diyerek tokalaştım ve kapıya yöneldim. Tam kapıyı kapatacakken arkamdan seslendi. Sizde akupunktur cihazı var mı?" Biricik babamın vefat haberiyle yıkıldığım gündü. Metro istasyonuna doğru gidiyorum. Kolay değil işte cenazemiz var. Hem üzüntü hem cenazeye yetişmenin telaşı... Kendimde değilim. Tam o esnada çıktı karşıma... Elini uzattı tebessüm ederek: -Ben Namık... İsmail Bey ile görüşüyorum değil mi? -Evet benim... Ama kusura bakmazsan biraz telaşlıyım. Babamı kaybettim. Cenazemiz var. -Başınız sağ olsun. Allah mekânını Cennet eylesin... Seni tutmayayım... Kimdi bu adam? Beni nereden tanıyordu? Adımı bile bildiğine göre... Ama aklım başımda değil ki... Metroya yetişmeliyim... Ah ölüm... Öleni değil de sanki arkada kalan sevenleri vuran ölüm... Bu ne hüzünlü bir andı böyle... Adam ile oturup birkaç kelam edecek hal bırakmamıştı. Biz ki her gördüğümüz insana tebessüm etmeyi, herkese hal hatır sarmayı şiar edinen bir ahlakın temsilcileriydik. Ama diyorum ya... Babamı kaybetmenin verdiği hüzünle aklım başımda değil... Fakat o bakışlar yok mu? Beynime işledi... Gözlerindeki minnet parıltısı bana kendini hatırlatmayı başardı... Tabii ya... Nasıl unuturdum Mert Emlâk'i... Bu da o Namık Beydi... Allah'ım nasıl da değişmişti... Yıllar bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden... Abone çalışması yaptığımız bir gündü... Belki on belki on beş sene önce... Bizim çalışma sistemimiz biraz farklıydı. Öyle şu dükkâna gireyim, buna girmeyeyim gibi tereddüt olmazdı bende... Kuaförmüş, düğün salonuymuş, kömürcüymüş fark etmiyordu... Sıradan... İnsan olan veya olma ihtimali bulunan her yer bizimdi... Biz teklifimizi yapalım da "hayır" diyecekse onlar desin, öyle değil mi? Yolumun üzerinde işte bu emlak ofisi vardı... Selam verip girdim içeri... Baktım karşımda masada güngörmüş bir beyefendi oturuyor. Kapı girişinde de bir sekreter kız var... Durumu anlattım rutin ve özet cümlelerle: -Beyefendi böyleyken böyle... Bu gazeteye abone çalışması yapıyoruz. Eğer arzu ederseniz evinize veya iş yerinize ya da istediğiniz adrese getirebiliyoruz... -Yok, dedi... İlgisiz bir ağızla... -Sağ ol... Bizim öyle şeylerle ilgimiz olmaz... Yanımızda da o an İslam Âlimleri Ansiklopedisi'nin ciltleri var... Galiba abone olanlara hediye vermek üzere yanımızda bulunduruyoruz. Ondan da söz etmiştim. Kitap masada duruyordu. Ama o da pek ilgisini çekmedi... Ne yapalım, teklif bizden, kabul veya reddetmek ondandı... Ayağa kalktım. İyi günler diyerek tokalaştım ve kapıya yöneldim. Tam kapıyı kapatacakken arkamdan seslendi: -Beyefendi baksana bir... Geri döndüm. Tabii yeniden sevinerek, yeniden ümitlenerek... -Ya size şey soracaktım... Hani bir zaman siz akupunktur cihazı satmıştınız... -Haa, evet... -Ya o cihazdan bizim bir akraba almış... Dizlerindeki ağrılara kullanmış... Boynundaki ağrılara kullanmış... Azizim o söylüyor hiçbir şeyi kalmamış... Ağrılarına sızılarına çok iyi gelmiş... Sizde o cihazdan var mı? -Var beyefendi... -Kaç lira o? -Kırk lira... On on, dört taksit... -Getirin bana... Büroyu arayıp istettim. O sırada bana bir çay söyledi... On lirayı da çıkartıp masaya koydu. Sekreter kıza da tembih etti: -Kızım her ay bu sumenin altına on lira bırakacağım. Taksitleri buradan ödersin... Prensipli adamdı. Hoşuma gitti. Çay içerken akupunktur cihazını bekliyorduk. Ama bir bahane düşünüyordum. Lafı nereden dolaştırır da adama abonelik konusunu tekrar açabilirim. Çünkü adam mertti... Bu adamı kazanmalıydım O an gözüm duvardaki bir çerçeveye kaydı. "Tamam" dedim, işte buldum... (Devamı yarın) > İsmail Kahraman-İzmir Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.