Evin bir odası şehit odası olmuş...

A -
A +

Bu mahallede bir şehit evi varmış, biliyor musunuz? Adres sorduğumuz delikanlı, önce kim olduğumuzu öğrenmek ister gibi bizi süzdü. Ardından evin adresini tarif etti. Çok yaklaşmıştık. İki sokak ötede imiş... Zaten babayla randevulaşmıştık. Baba hemen merdivenlerden aşağı inip, bizi kapıda buyur etti... O bildik Anadolu insanı... O bildik hürmet ve ikram... -Hoşgeldiniz... -Hoş bulduk... Muhabir arkadaşla birlikte babanın ardından merdivenleri çıktık. Şehidin evine gittiğimizi biliyorduk ama bir şehit evine ziyaret etmenin verdiği esas duyguyu kapıdan içeri girerken yaşamıştık. Tüylerim diken diken olmuştu... Şehit aileleri hep bu toprağın insanıydı... Çoğu belki de geçim sıkıntısı içerisindeydi. Ama o yoksulluk sınırında bulunan ortamda bile evleri ne kadar temiz, ne kadar düzenliydi... Bizi doğruca şehidin odasına geçirdiler. Evin bir odası şehit odası olmuş, daha doğrusu şehit odası haline getirilmişti... -Burası artık onun odası... Duygulanmamak mümkün değil... Bir kenarda bembeyaz örtüyle tezyin edilmiş bir masa... Bir yanda özel olarak donatılmış bir camekanlı vitrin... Evin her iki köşesinde duvar boyunca konuşlandırılmış al bayrak... Masa üzerinde ve vitrinde şehidimizin kıyafetleri... Gönderdiği mektuplar... Hatıra kalan eşyaları... Hepsinden daha elemlisi değişik boy ve ebatta değişik fotoğrafları... Elde silah, elde gül, selam verirken, el öperken, gülümserken... O an şehidin orada bizimle olduğunu hissediyorsunuz. "Ben buradayım işte... Şehit olanlar ölmez deniliyor ya... Ben de ölmedim... Hatıralarımla hep yanınızdayım" der gibi bir his kaplıyordu... Nutkumuz tutuldu dakikalarca... Gözlerimizden süzülen damlacıklar, babanın ve gözpınarları ağlamaktan kurumuş olan annenin yeniden o acı günleri yaşamasına neden olmuştu... Baba titreyen sesiyle "Vatan sağ olsun" dedi ve eliyle "Hadi içeri geçelim" der gibi yaptı... Burada saygı vardı... Konuşulamıyordu... Hatıralar ve armağanlar duygulara düşüncelere ağır basıyordu... Biz bir anne bir babaya ne sorabilirdik ki? Nasıl oldu mu diyecektik? Nasıl öğrendiniz bu acı haberi mi? Hele bir de şehit odasında yaşadığımız metafizik duygular bilgimizi, duygumuzu düşüncemizi kendi büyülü atmosferiyle allak bullak etmişti... Geriye duygu yoğunluğu yaşayan babanın ağzından çıkan samimi cümleleri dinlemek kalmıştı: -Bakın arkadaşlar... Ben aslen Kürt kökenliyim... Ama ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım... Bu ülke hepimizin... Biz bu ülkenin vatandaşlarıyız... Benim oğlum bu ülke için can verdi... Bu ülkeyi parçalamak bölmek isteyen hainlere karşı verdiği mücadelede şehit düştü... Ayrılık gayrılık da neymiş... Bizim dinimiz bir değil mi? İnancımız bir değil mi? Bu vatanı birlikte kurtarmadık mı? Ne güzel söylüyordu beyefendi... O daha bunları konuşurken böyle herhangi bir açılım duygusu veya düşüncesi yoktu... Diyordu ki: -İki oğlum vardı... Biri şehit oldu... Bir aileden şehit verilmiş ise diğer oğlunun askerliği kanunen muaf oluyordu. Ama biz diğer oğlumuza mani olamıyoruz... O böyle söylerken, bizim geldiğimizi haber alan oğlu da eve gelmişti. Kendisine durumu anlatmak istediğimizde enteresan bir cevap verdi: -Siz deli misiniz? Benim arkadaşlarım askerliğini yapıp gelecek. Ben askerlik yapmamış olarak onların arasında gezeceğim. Bu mümkün mü? Giderim aslanlar gibi vazifemi yaparım. Dönmezsem şehit dönersem gaziyim... Var mı ötesi? Emin Ceylan-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.