O korna sesi olmasaydı!..

A -
A +
“Köprüye yaklaştığımızda arkamızdan canhıraş bir korna sesi gelmeye başladı...”
 
"Türkiye Takvimi" yeni çıktığı yıllardı. Sene 1983… Takvimlerin pazarlama dağıtımı için Anadolu Yakası’nda beni görevlendirmişlerdi. Tacettin Yılmaz Ağabeyimiz vardı. Allah rahmet eylesin, çok gayretli bir arkadaştı. Evinin altında depo gibi bir yer vardı, bu hizmetler için orayı tahsis etti. Bir de Anadol kamyoneti vardı onunla da dağıtım hizmetine bizzat iştirak ediyordu…
Bizler hazırlanan takvim kapaklarını ve takvim bloklarını Fatih’te Mehmet Ağa’daki matbaadan alıp kamyonetle Küçükyalı’ya geliyor ve siparişleri adreslerine teslim ediyorduk.
Yoruluyorduk, terliyorduk ama heyecan ve huzur dolu günler yaşıyorduk… Bu yoğun tempo içerisinde bir gün yine öğleden sonra Mehmet Ağa Matbaadan takvimlerimizin kapaklarını ve takvim bloklarını kamyonete yükleyip karşıya gitmek üzere yola çıktık…
Köprüye yaklaştığımız bir mevkide arkamızdan canhıraş bir korna sesi gelmeye başladı… Bitmek bilmeyen bu ses üzerine sağa çekelim de adam geçsin dedik ama korna sesi bizimle birlikte sağa yanaştı. Biz durduk. Arkamızdaki o şoför Allah ondan razı olsun bağırdı:
“Arabanız yanıyor!”
Telaşla inip baktık ki kamyonetin arkasında yangın çıkmış… Tacettin Ağabey çok pratikti, kamyonetten bez ile su ile filan uğraşarak yangını büyümeden söndürdü. Meğer takvim kartonlarından bir iki tanesi rüzgârdan savrulup egzoz borusuna temas etmiş. Hararetten kartonlar tutuşunca yangın çıkmış. Bu arada benzin deposu ile motora inen hortum da hasar görmüş. Allah korumuş, biraz geç kalsak infilak edecek…
Yangın sönüp telaş bitince, Tacettin Ağabey taksiye atlayıp Levent’teki sanayiden dükkânlar kapanmadan gidip o hortumu alıp geldi. Hatta son bir dükkâna yetişiyor kapanmak üzereyken… Elinde pense tornavida vb. ile uğraşarak hortumu değiştirmeyi başardı… Ama hayli vakit geçmişti.
Arabamızı yeniden çalıştırdık ama benim içime bir korku çöktü. Ya yeniden alev alırsak… İkide bir “Tacettin Abi, dur bir bakalım” diyordum. Kenara çekip inip bakıyorduk. Köprüye girmeden önce bir daha inip baktım. Çünkü köprüde yanarsak sağa çekme şansımız olmazdı… Şükür korktuğumuz başımıza gelmedi. Küçükyalı’ya geldiğimizde vakit yatsıyı bulmuştu… O zamanlar cep telefonu da yok ki arayıp haber veresin, evdekiler de meraklanmış “bunlar nerede kaldı?” diye… O gün bizi arkamızdan ikaz ederek yanmaktan kurtaran o şoförden Allah razı olsun…
         Metin Bitikçioğlu
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.