Türkçe İmparatorluğu

A -
A +

Türkçe tabii olarak bir imparatorluk dilidir. Büyük Türk milleti, Avrupa Hun İmparatorluğu'ndan Gazneliler’e, Selçuklu İmparatorluğu'ndan Memluklere, Timur İmparatorluğu'ndan Devlet-i Aliye’ye uzanan dünyanın en büyük yirmi beş devletinden on altısının sahibi olmuştur ve bu devletlerin neredeyse tamamı imparatorluktur. 

İmparatorluklarla dirilen Türk devlet ve medeniyet tarihinin dili de muhakkak ve muhakkak imparatorluk dili olmak zorundadır ki, bu tenkit edilecek bir özellik değil, bilakis "medhüsena" edilecek, gurur duyulacak bir kıvanç sebebidir. "Sefer"lerle i'lâ-yi kelimetullah -tevhid inancını yüceltip hâkim kılma anlamında bir tabirdir- aşkına gönülleri titreten ve ruhlarıyla haykıran Türkler, herhâlde bu kükreyişi "gezinti"yle dillendiremezlerdi.
Dünyadaki çoğu diller bir devlet dili bile değilken Türkçe sadece bir imparatorluk dili değil, imparatorluklar dili olmuştur. Dünyadaki bütün imparatorluklar da, hâkim oldukları medeniyetlerin ve devletlerin tıpkı siyasi, ticari, askerî ve içtimai değiş tokuşlarında olduğu gibi dil ve kelime alışverişlerinde de bulunmuşlardır ve bulunmalılar da.
Üç kıtayı bürüyen koca Türk devletleri ve bilhassa Osmanlı devleti de, tarihleri medeniyetleri ve dilleriyle bu bahsettiğimiz hâkimiyetleriyle övünç kaynağıdır.
"İlim, irfan, medeniyet yaymak için büyüdüm,
Kuru kavga için değil, hizmet için yürüdüm.
Bir küçücük beylik idim, üç kıtayı bürüdüm!.."
İmparatorlukların kudreti medeniyet telakkisi (anlayışı) ve lisan zenginliğiyle ölçülür. Nihad Sâmi Bey de Türkçenin imparatorluk dili vasfını "Türkçenin Sırları" kitabında Türk milletinin kalbine şöyle nakşetmiştir:
"Bizim dilimiz bir imparatorluk dilidir. Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz..." Türk dilinin gelişimi de, bu düsturlarla çağlar ötesine çağlayan Türk milletinin alperenleri tarafından muhafaza edilmiştir. Ahmed Yesevi'den Yunus Emre'ye, Akşemseddin'den, Seyyid Ahmed Arvasi'ye uzanan Türk İslam tasavvuru Türk lisanının iliklerine kadar zerk edilmiştir.
           Cüneyt Akçatepe
 
 
 
ŞİİR
 
 
                     Dünya
 
Filizlenip, dal verip kök salarken toprağa,
Varlığımı tırpanla bir anda biçen dünya.
Yağmur olup düşmeden çiçeklere, yaprağa,
Beni yağmadan daha, buluttan içen dünya...
 
Sen ne vefa edersin, ne herkese gülersin,
İşine gelmeyeni eleğinden elersin,
Yârdan ayırıp yârin sînesini delersin,
Dostunu kardeşini kendisi seçen dünya...
 
Çatlar kabuğun bazen, yarılacakmış gibi,
Yaklaşırsın arada, varılacakmış gibi,
Açarsın kollarını sarılacakmış gibi,
Tam hizama gelince sıyırıp geçen dünya!
 
                 Fatma Macit
 
 
 
UNUTULMAZ İSİMLER
 
KEMÂLEDDİN BEY: Mimar 1870 yılında İstanbul Acıbadem’de doğdu. Babası deniz subayı Ali Bey, annesi Sadberk Hanım’dır. Aynı semtte bulunan İbrahim Ağa Mektebi’nde ilk eğitimine başladı. Babasının görevi dolayısıyla 1880 yılında Girit’e gitti ve 1881’de Suda Tersanesi’ndeki özel okula devam etti. 1922’de Kudüs müftüsü başkanlığındaki Filistin Meclis-i Âlî-i Şer'î-i İslâmiyye’den gelen davetle Kudüs’e giden Kemâleddin Bey burada Mescid-i Aksâ ile Kubbetü’s-sahranın tamiratını üstlendi. Çok sayıda proje üreten tarihî eserleri tamir ve onarımını gerçekleştiren Mimar Kemalettin Bey 13 Temmuz 1927 tarihinde Ankara Palas’ın şantiyesinde yer alan evinde geçirdiği beyin kanaması sonucu öldü. Cenazesi 16 Temmuz 1927’de İstanbul’a getirilerek ertesi günü Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’nda Nuhkuyusu yakınlarına gömüldü.
20 liralık banknotların arka yüzünde figürü yer alan Mimar Kemâleddin’in gerçekleştirdiği önemli tamiratlar da İstanbul Yenicami, Sultan Ahmed, Ayasofya ve Fâtih Külliyeleriyle 1922-1925 yılları arasında Mescid-i Aksâ ve Kubbetü’s-sahranın tamiratıdır. [https://islamansiklopedisi.org.tr/kemaleddin-bey-mimar]
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.