Geçtiğimiz hafta (9-13 Mayıs) "Türk Dil Bayramı" kutlandı.
Karamanoğlu Mehmet Bey'in Türkçe Fermanı'nı ilan edeli 736 yıl olmuş.
Bundan yaklaşık 6 yıl önce TBMM Türkçe'deki deformasyon; bozulma ve
yabancılaşmanın araştırılması için bir komisyon oluşturup belli
kişilerden görüşler istemişti.
Türkçe'mizin gitgide bozulup elden gidiyor olmasıydı kaygı. Bu
konudaki temel nedenlerden ilki ne kadar kültür-sanat üretip bunu ne
kadar küreselleştirdiğimizle alakalı. Sadece kültür-sanatla değil elbet
bilim de çok önemli. İkincisi sürat; hız. Toplum bireyleri artık yirmi
beş yıl öncesinin temposunda değil. Her kuşağın bir öncesinden yedi kat
daha hızlı yaşadığı bilimsel olarak kanıtlanmış. Öne çıkan bu iki unsur
bekleyedursun dijital bir devrim yaşandı, yaşanmakta. İnternet kapsamı
geniş bir alan 20. yüzyılın parlayan yıldızı olarak sosyal yaşam dahil
her yere süratle girmekte. Yani bir önceki kuşakla bilip söylediklerimiz
yeni kuşakta geçerli değil. Bu nedenle de hep bir bocalama yabancılaşma
söz konusu. Milletleri millet yapan dilidir söylemi bile demode
kalabilir.
5. yy'dan itibaren İngiltere'yi işgal eden Cermen halkından oluşan
Anglosaksonlar kültürlerini tüm dünyaya yaymaları karşısında gecikilmiş
ne yazık ki... Onların sermayesini kullanıp, ama kültürleri bize göre
değil deme lüksün de yok maalesef. Parayı veren düdüğü de çalar. Sürat
dedik hız dedik zaten ne olup bittiğini anlayana kadar... Gelen sermaye
kültürünü, dil terminolojisini de beraberinde getiriyor. "w" artık
alfabenin 30. harfi durumunda internette onsuz olmuyor. 2-3 asır geriye
bakalım kültürümüzde de kendi dilimizde kaleme alınmış eser maalesef
yok. Ama bir İngiliz aynı süreçlerde yazılmış bir eseri gayet rahat
okuyup anlar. İş böyle olunca da söylenecek fazla bir şey kalmıyor...
Mektup vardı yirmi beş yıl önce öyle nostalji yapmıyorum yani
askerden ya da sevdiğine yazardın kokulu kağıtlar lükstü...Ya şimdi
e-posta, sms, twitter vb... mektubun ulaşması haftalar sürer eğer deniz
aşırıysa ay bile olurdu. Şimdi ise her şey dahil beş bilemedin on
saniyede dünyanın öbür ucunda. Konuşmuyoruz artık yazıyoruz. Hem de
konuşur gibi yazan bir kültür. Anlayacağınız balık baştan kokuyor.
Geliştik değişime uğradık, hatta dönüşüyoruz farkında mısınız?..
66 yıl sonunda elveda...
Babamla ilk maça "Mithatpaşa"da gitmiştim. Sonra "Dolmabahçe" oldu,
ardından "İnönü Stadı"... Sevgi vardı sevinç vardı vefa vardı 11
Mayıs'ta. Yenilenecek olan statta son maç Gençlerbirliği'yle idi.
Binlerce insan tribünlerde; giremeyen binler ise dışarıdaydı... herkesin
yüreği sanki son anlarını yaşayan İnönü için atıyordu. Aslında maçla da
pek ilgileri yoktu gol atsa da yese de önemli değildi. Kara kartal
sonuca değil güne, tarihe odaklıydı. Ama eski günleri hatırlarcasına
gollerde geldi. Birçok kuşağı etkilemiş bu tarihî mekân 1947'den bu yana
taraftarına son kez elveda dedi. Öldürmesin bu sevda, yoksa şiddet
oyunu bitirir...