Hoşça kalın!

A -
A +

Yıl 1988... Telefonda Genel Yayın Müdürümüz Kenan Akın... Türkiye Gazetesinde tefrika edilmek üzere bir roman yazmamı istiyor. "Nasıl olur? Ben öyle birdenbire yazamam. Yazsam mı yazmasam mı?" Doğrusu karar veremiyorum. Merhum Mehmed Emin Alpkan Ağabey'in de arzusu benim Türkiye'de yazmam doğrultusunda. Derken İrfan Ağabey arıyor, ardından Servet Kabaklı... Ve yine Kenan Bey... Sonunda "peki!" diyor ve başlıyorum. Evet, başlamak sözcüğü yaşadığımız zaman boyutu içerisinde sık sık karşımıza çıkar. Başlamak güzeldir; enerji vardır ardında; beklentiler vardır, sevgiler, dostluklar vardır. Ben de "Gülyüzlüm" adını verdiğim romanla başladım. Peşinden dizi yazılar geldi, haftalık ve haftada üç günlük yazılar... Bir de baktım, geride 13 yıl bırakmışım. Dile kolay! On üç yaşında bir çocuk... Gülegüle Han'da, bazen Mehmed Ağabeyin, İrfan ve Ömer Ağabeylerin bulunduğu Huzur Apartmanı'nda ya da İhlas Han'da birçok değerli kalem arkadaşım oldu. Gelip giden dostlar, öğrenciler, okuyucular... Kimileri daha sonra rahmete kavuşan büyüklerimiz, hocalarımız... İdareciler, teknik görevliler, heyecanlı, yeni yetme muhabirler, güvenlikten sorumlular, sekreterler, çay ocağı, ortalık görevlileri... Onüç yılı hep birlikte yaşadık... Onun için hepimizin birbirimize bir selam borcu olduğu kadar, bir de veda borcu var... Tabii bir de okuyucularıma olan veda borcumu yerine getirmeliyim. Çoğu zaman bana destek olan okuyucularım! Bazı geceler bilgisayarımın başında gözlerime inmiş uykuları def ederek hakkınızı, ilginizi ödemeğe çalıştım; yine de incitici olduysam bağışlayın... Hani "Limoncu Zehra" diye bir yazı yazmıştım da pek beğenilmişti. Çocukluğumda tanıdığım, kar buz demeden seyyar arabasıyla limon satan bir kadındı Zehra. Soluğu duman duman, limonları yenine sürtüp parlatırdı hani. O limonlar kimbilir hangi sofrayı süsler, hangi beyzadenin, efendinin çayına, ıhlamuruna iri bir dilim halinde tad verirdi... Bunca zaman geçtiği halde unutmadığım ve bana kılavuz olan bir kadındı o... Kor gibi yanan, yaşama telâşında gözlerini unutmadım hiç... İnsanları sevgiyle sarıp sarmalayan o derece insan olan gözlerini... Kadının, erdemlerini yitirmeden yaşama çabasının ışığıyla aydınlanmış gözlerini.. Çalışan birçok kadın tanıdım, ama Limoncu Zehra hepsini iteleyip, her zaman öne çıktı. "Beni unutma!" dedi. Ben de yazdım ve onu kadınlarımıza örnek gösterdim. Onlara yaşama gücü versin, onları yüreklendirsin diye... Gerçekten birçok kadınımız Limoncu Zehra yazısını çok sevdiler ve yaşama gücü kırılmış, umutsuz durumda olan bazıları da yeniden hayata sarılmak için benim bu yazımdan cesaret aldıklarını yazdılar. Bu da beni mutlu etti, gönendirdi. Sevgili okuyucularım! Bundan sonra Kabaklı Hocamızın değerli hatırası Türk Edebiyatı Dergisinde, romanlarımda ve hikayelerimde buluşacağız inşaallah. Başta Servet Kabaklı olmak üzere pekçok arkadaşımızın canla başla terini, azmini, sevdasını katarak devam ettirdikleri Türk Edebiyatı Dergisi pırıl pırıl, görkemli bir Ahmet Kabaklı Özel Sayısı ile yüzümüzü ağartmıştır. Gerçekleştirenleri kutluyorum. Evet, her son, bir başlangıç olsa gerek... Hoşça kalın...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.