28 Şubat cuntası, sosyalistler ve Ufuk Uras’ın yanıtı

A -
A +
Önce “28 Şubat Cuntası sosyalistleri nasıl kullanıp attı?” başlıklı yazıma o süreçte Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) Genel Başkanı olan Ufuk Uras’ın gönderdiği cevabi mail’e ve ardından yine aynı dönem partinin Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Atilla Aytemur’un yazdıklarına yer vereceğim.
UFUK URAS: 28 ŞUBAT DARBESİYLE KIRAN KIRANA MÜCADELE ETTİK
“Yazınızı şaşkınlıkla okudum çünkü olgusal olarak doğru değil. Doğan Kitap'tan çıkan Velhasıl adlı kitabımın 28 Şubat bölümünde o dönemi ayrıntısıyla ele alıyorum. Baktığınızda göreceksiniz ki 28 Şubat darbesine karşı "Süngülerin ucunda demokrasi inşa edilemez" başlığıyla tutum alan ilk siyasi hareket olduğumuz gibi 28 Şubat öncesi özellikle toplumsal muhalefet hareketleri ekseninde kıran kırana bir mücadele içinde bulunduk.
15 Temmuz darbe girişimi karşısında da ilk tutum alan kişiler arasındayım. Bekir Berat Özipek ve Yasemin Abayhan editörlüğünde çıkan "15 Temmuz Darbe Girişimi Uzun Gecenin Kısa Tarihi" kitabındaki "15 Temmuz Darbesi Kâbusu" başlıklı yazıma göz atmanız yeterli olacaktır. Ama 15 Temmuz mağdurlarının hepsinin aynı çuvala konmasını ve buna itirazların bastırılmasını hiçbir vicdan kabul edemez. Bahsettiğim metinlere bakmanızın ön yargılarınızı gözden geçirmenize vesile olacağını umuyorum. Bu aradaAfrin harekâtıyla da ilgili toplumdaki farklı görüş ve hassasiyetlerin de etiketlendirilerek bastırılmasını doğru bulmuyorum. Suriye'nin bütününe ilişkin bir mutabakata dayanan bir siyasi model olmaksızın adım atılmasının risklerini, bırakın insanlar özgürce ifade etsinler. Tavlada bile bir sonraki adımı göremiyorsanız bu oyunu oynamayın derler. Ülkenin çıkarının neyi gerektirdiği konusunda bir çoğulculuğun ve çeşitliliğin olmasının ülkenin yararına olduğunu düşünüyorum. Bu ülkenin başına ne geldiyse anlam muhafızlarının tek tipleştirici faaliyetlerinden geldiğini düşünüyorum. Saygılarımla.”
 
ÖDP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ATİLLA AYTEMUR’UN AÇIKLAMASI
 
Ufuk Bey’in açıklaması yukarıdaki gibi. Ama bir de yukarıda belirttiğim gibi o dönem partinin Genel Başkan Yardımcılığını yürüten Atillla Aytemur’un daha kapsamlı bir açıklaması var. Ona da yer vereceğim:
“Sayın Fuat Uğur, 28 Şubat 1997 darbecileri ile dönemin ÖDP politikalarını ele alan yazınızı okudum. 21 Ocak 1996 yılındaki kuruluşundan 2002 yılı sonuna kadar ÖDP’nin koordinasyondan sorumlu genel başkan yardımcılığını yaptım. Benim de sorumluları arasında olduğum bu dönemde yaşananlarla tam uyuşmadığını gördüğümden, haksız bir yargıya yol açılmaması adına bazı bilgi ve değerlendirmelerimi sizinle ve uygun gördüğünüz takdirde kamuoyuyla paylaşmak isterim.
Darbeler konusunda Türkiye’de sosyalist hareketinin içinde eleştiriyi hak eden kesimler bulunduğu doğrudur. Bazen aktif destek vererek, bazen sessiz kalarak darbelerin yanında yer aldıkları olmuştur. Ancak ÖDP, kuruluşundan itibaren solda bu anlayıştan uzaklaşmaya çalışmanın en kayda değer ifadesiydi.
ÖDP, sadece vesayetçi ordudan gelen darbelere karşı olmakla yetinmiyor; müesses nizamın "ötekiler" olarak gördüğü dindarlara, Kürtlere, Alevilere, Ermeniler ve diğer azınlıklara, kadınlara, vb. bakışta da sosyalist hareketin geleneksel çizgisinden oldukça uzak bir noktada bulunuyordu.
Bunlara ilave olarak, bazı kurum ve kavramlara da yaklaşımı geleneksel olandan farklıydı. Örneğin, cumhuriyeti tanımlarken demokratik olanına, laikliği tanımlarken özgürlükçü olanına, demokrasiyi tanımlarken katılımcı olanına, 21. Yüzyılın sosyalizmini tarif ederken özgürlükçü niteliğine özel vurgu yapıyordu.
Bu yönüyle ÖDP, sosyalizmin 20.Yüzyıl deneyinin kapsamlı bir eleştirisi üzerinden her adımda halkın rızasına dayalı radikal demokratik ve meşruiyet üzerinde yükselen bir toplumsal dönüşümün Türkiye için gerekli olduğu fikrindeydi.
Bu nedenle, 28 Şubat 1997 Postmodern Darbesi’nin kesin olarak karşısında yer aldı. Ordunun iktidara müdahalesine kesinlikle destek vermedi. Gerek parti olarak, gerek etkili olduğu bütün STK’lardan yapılan açıklamalarla darbeye tavır alındı.
Dönemin siyasal partilerini 28 Şubatçıların peşine takma girişimleri karşısında hiç bocalamadı ve çok net tavır aldı. Bu yönde kendisine yapılan davetleri reddetti ve karşı duruşunu basın açıklamalarıyla kamuoyuna duyurdu. Zamanın 28 Şubat yanlısı gazetesi Sabah’ın yazarları Fatih Çekirge ve Hasan Bülent Kahraman bu durumun doğrudan tanıklarıdır.
Askerî müdahaleye elbette karşıydı. Refahyol’un politikalarına yönelik eleştirilerini de muhafaza ediyordu. Ama öne çıkarmak istediği devlet ve ordu içerisindeki yasa dışı çeteleşmenin ülkede yaptığı ağır tahribat karşısında, yani Susurlukçular karşısında Refahyol Hükûmeti'nin kayıtsızlığı ve olayı hafifletme tavrıydı. 
Yazınızda örnek olarak gösterdiğiniz “Ne Refahyol, Ne Hazırol!” sloganının ifade ettiği ise sizin değerlendirmenizden biraz farklıydı.
Parti bu ikili ifade tarzını başka bazı önemli olaylarda da ortaya konuldu:
Saddam’ın Kuveyt’i işgali karşısında “Ne Sam, Ne Saddam” denilerek işgale karşı çıkılıyor ve ABD’nin bölgeye yönelik niyetlerine de set çekiliyordu.
El-Kaide’nin 11 Eylül saldırıları karşısında “Ne Usame, ne USA” denilerek, selefi-cihadi terör ve saldırganlığa tavır alınırken, ABD’nin Müslümanları düşmanlaştırmasına ve yoksul Müslüman coğrafyasına karşı geliştireceği emperyal saldırganlıklara karşı çıkılmak isteniyordu.
Sultanahmet Meydanı’nda yapılan “Ne Refahyol, Ne Hazırol” mitingi o meydanı az çok doldurdu. Ama 28 Şubat yanlısı ana akım medyanın yeterli yer vermemesinin sebebi Ufuk Uras’ın yaptığı darbe karşıtı konuşma ve Kürt Partisi Hadep’in de mitinge katılmasıydı.  
“Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık” eylemi ise Susurluk Skandalı’nı hedefleyen, o dönem en kitlesel protesto eylemiydi. Bu fikri geliştirenlerin bir bölümü o dönemde ÖDP’nin üyesiydiler. Parti yönetimi olarak Refahyol’un iktidardan düşürülmesi için değil, Susurluk Skandalı’na bulaşan siyasilerin ve ilgili çetenin yargı önüne çıkarılması için bu eylemi bütün Türkiye’de organize ettik.
İkinci kez başlatılmasına karşı çıktıkBunu yazıda adını geçirdiğiniz arkadaşlara ilettik. Eylemin darbe yanlısı kesimlerce Refahyol’a karşı bir muhtevaya büründürülmek istendiğini gördük ve desteğimizi adım adım çektik. O nedenle de ikinci dönemi başarılı olamadı.
ÖDP’nin 28 Şubat 1997 Darbesi karşısındaki tutumunun anlaşılmasında karışıklığa yol açan, Susurluk Skandalı’nın da aynı dönemde patlak vermiş olmasıdır. İktidar bu skandal karşısında yeterli ve duyarlı bir tavrı geliştiremedi. ÖDP’nin karşı çıkışının asıl konusu budur. Eylemlerinin odağında büyük ölçüde Kürt Meselesini içinden çıkılmaz hâle getiren, bir cinayet ve menfaat şebekesi hâline gelen devlet içi çeteye karşı beklenen mücadele ve duyarlılığın Refahyol hükûmetince gösterilmemesiydi.  
Son olarak şunu belirtmek isterim: O gün ÖDP’ye yön veren anlayış hâlen darbelere karşı ilkeli duruşunu devam ettirmektedir. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi karşısında da bu tavır sürmüştür. Nitekim o gece Üsküdar Meydanı’nda yaşananları “Uzun Gecenin Kısa Tarihi” isimli kitapta etraflıca anlatma imkânı buldum.
Olgulara ve gerçeğe sadakat bakımından, bunları size iletmeyi gerekli gördüm.
Saygılarımla.”
 
BU DA BENİM CEVABİ YAZIM
 
Sayın Ufuk Uras ve Atilla Aytemur’un açıklamaları yukarıdaki gibi. Esasında bir döneme ışık tutan ve bu konudaki muğlaklığı da ortadan kaldırmaya yarayacak bir tartışma olarak görüyorum bu iletişimi. Ayrıca saygı çerçevesini aşmayan açıklamalardan dolayı her iki isme de teşekkür ediyorum.
Ama her iki ismin de yazdıklarını okuyunca anlaşılan ben ne söylemek istediğimi iyi anlatamadım diye düşündüm. Çünkü eleştirilerim, her iki ismin eleştirileriyle örtüşmüyordu. Üstelik yazdıkları çoğu tespite katıldığımı belirterek söylüyorum bunu. Dolayısıyla yazdıklarıma daha çok açıklık getirmem gerektiği ortaya çıktı.
Yazının çıkış noktasını hatırlatayım önce:
Dönemin Genel Başkanı Ufuk Uras’ın hafta içinde FETÖ tandanslı bir gazeteye demeç verip bugünü 28 Şubat süreciyle kıyaslayarak “Türkiye, bugün de post-28 Şubat’ı yaşıyor. 59 yaşındayım, böyle bir keyfîliğe hiç tanık olmadım” demesi beni dehşete düşürmüş ve dolayısıyla da 28 Şubat Cuntası ve medyasının o süreçte sosyalistlere ve ÖDP’ye verdiği desteği hatırlatmıştım. Dediğim özetle şuydu:
28 Şubat Cuntası o dönem sosyalistleri ve ÖDP’yi kullandı, daha sonra da fırlatıp bir kenara attı. ÖDP’yi Refah Partisi’nin alternatifi, onlarla “baş edecek” dinamik ve örgütlü bir güç olarak konumlandırıyorlardı besbelli zihinlerinde. Eğer Refah Partisi başka direnme yolları ararsa bu enstrümandan istifade edilebileceği tezleri konuşulmaktaydı. İşte bu yüzden de 28 Şubat medyasının tüm kaşarları fanatik birer ÖDP taraftarı olmuştu.
Ha o dönemde ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ve yöneticileri 28 Şubat darbesini övmüşler miydi? Tabii ki hayır. Yazımda bununla ilgili tek bir ifade yok. Ama sureti haktan görünmüşlerdi bana göre.
Bunu biraz daha açmam gerekecek.
1- Yazımda Ufuk Bey’in 15 Temmuz’daki duruşuyla ilgili en ufak bir eleştiri yok. Tam tersine kendisinin 15 Temmuz darbe girişimi karşısındaki net ve “Ama öte yandan” demeden kararlı duruşunu çok takdir etmiş hatta bunu biraz da sevinçle karışık şaşkınlıkla karşılayarak defalarca paylaşmıştım sosyal medyada. Nitekim kendisinin de hatırlattığı ve yazısının da yer aldığı Berat Özipek ve Yasemin Abayhan’ın hazırladıkları “Uzun Gecenin Kısa Tarihi” adlı kitabı bu köşede tanıtmıştım. Bu anlamda ben Ufuk Uras’ı ve Atilla Aytemur’u ayrı bir yere oturtuyorum.
2-Konumuz 28 Şubat süreci ve oradaki ÖDP duruşuyla, 28 Şubat Cuntası’nın partiyi ve solcuları nasıl kullandığıyla ilgiliydi.
Ben sosyalist ya da değil, siyasetçide hep net bir duruş görmek isterim ve bu duruş zaten toplumdan karşılık görür. Her iki ismin de sözünü ettiği üzere bir takım sloganları vardı ÖDP’nin o dönemde ve bakıldığında askerî cuntayla mücadele ediyor görünüyorlardı. Süngünün ucunda demokrasi istemediklerini söylüyorlar, “Ne Refahyol, Ne Hazırol!” diyorlardı. Uluslararası konularda da mesela “Ne Sam, ne Saddam” dedikleri gibi.
Lakin Sayın Aytemur’un örneklerini verdiği “Ne o ne de bu” tarzı sloganlar ve buna dayalı olarak geliştirilen politikaların her zaman asıl güçlü, vahşi, haksız olanı gölgede bıraktığını düşünürüm. Bu ikili sloganlara bakıldığında kuşkusuz Refahyol hükûmetinin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını biliyordum. Saddam da değildi keza. Ama seçimle gelmiş bir hükûmeti eşitlediğiniz taraf eğer bir darbeci cuntaysa, sonuçta bir ülkenin lideri olan Saddam ile eşitlediğiniz taraf ABD gibi dünyanın en vahşi, saldırgan, bir sürü ülkede darbe yaptırıp işine geldiği için gül gibi geçinen bir emperyalist güçse önce onlara odaklanmak gerektiğine inanırım. Diğerlerini de eşitlemeden eleştirmek gerektiğini düşünürüm.
3-ÖDP her iki ismin de altını çizdiği gibi darbecilere karşı görece mesafeli durdu ama sanki bu pasif agresif bir tutumdan öteye gitmedi. Sonuçta darbecilerin STK’ları ve medyasıyla kendisine verdiği desteği âdeta “yan cebime koy” izlenimi vererek kabul etti. Ben ÖDP’nin bu desteğin neden verildiğini görmezden, anlamazlıktan geldiğini yazdım. İşte eleştirdiğim buydu. Şimdiye dek Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir sosyalist partiye bu kadar teveccüh gösterildiği görülmüş şey miydi? Üstelik turistik bir alanı, Sultanahmet'i verecek kadar. 28 Şubatçıların destekçisi soytarı yazarlarının hepsi onları desteklerken, "Oyumuzu ÖDP'ye vereceğiz" diye deklarasyonlar yayınlarken insan "Bir dakika yahu, biz bir yerde yanlış mı yapıyoruz" demez miydi?
4-ÖDP Susurluk kazasıyla “Derin devletin bağırsaklarının ortaya döküldüğü” zehabına kapıldı bana göre. Dolayısıyla hem “Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık” eylemcileri hem de ÖDP Susurluk’ta sembolleşen çetelerle hesaplaşılmasına odaklandılar. Oysa Susurluk kazasıyla ortaya çıkan yalnızca derin devletin kirli çamaşırıydı. Derin devlet kullandığı o çeteleri artık işe yaramaz hâle geldiği, hatta ayak bağı olduğu için atmak istedi. Olay bundan ibaretti. Yani Derin Devlet olduğu yerde duruyordu ve herkes Susurluk’ta ismi geçenler ve arkalarındaki güçlerle uğraşıyordu.
5-Tabii bu bir hedef saptırmaydı ama öte yandan bunu tetikleyen faktörler iktidar kanadından gelmedi mi? Geldi. Çiller’in parlamentoda “Bu ülke için kurşun atan da kurşun yiyen de…” diye başlayan abuk güzellemesi, Refah Partisi’nden Şevket Kazan’ın eylemcileri “Mum söndü yapıyorlar” diye aşağılaması ve âdeta kışkırtması tam anlamıyla hedefi şaşırttı.
Tüm bunları görmek gerekirdi ama adil olmak gerekirse derin devletteki ESAS OĞLANI görmek, söylemek için de yürek istiyordu. Kontrgerillayı araştıran Doğan Öz’ün başına gelenlerden biliyoruz bunu.
6-Yazıda yer vermedim ama tabii Ufuk Uras ve ÖDP’nin üniversitelerdeki o başörtüsü rezaletine karşı diğer sol kesimlerin tutumundan daha farklı bir tutum aldıklarını da biliyorum.
Ama sonuç olarak bu 28 Şubat Cuntası Türkiye solundan bir hayli istifade etti ve kimi sol kesimleri “Gericilerle savaş verdiği” kanısını yayarak alenen kullandı ve bir kenara attı.
Sayın Aytemur’un “Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık” eylemiyle ilgili yazdıkları da zaten bu konudaki fikirlerimle örtüşmekte. Kendileri de eylemin hangi amaçla kullanıldığını gördüklerini ve bu konuda eylemi yürüten arkadaşlara telkinlerde bulunduklarını belirtiyorlar.
 
SON DAKİKA: YENİDEN ATİLLA AYTEMUR’DAN BİR EK
Yukarıda dillendirdiğim fikirlerimi yayınlamadan önce kendisine gönderdiğim için Sayın Atilla Aytemur’dan yeni bir açıklama daha aldım. Katkı olacağını düşündüğüm için ona da bu sayfada yer veriyorum:
“Fuat Bey, kusura bakmayın cevabi mesajınızı geç gördüm. Elbette benim yazdıklarımı da yazınızda değerlendirme konusu yapabilirsiniz. 
Eğer geç kalmadıysam, bu vesile ile birkaç konuyu daha aydınlanmak niyetiyle aşağıdaki noktaları da dikkatinize sunmak isterim.
Sizin yazınızda ve benim cevabımda örnek verilen ikiliklerde yer alan unsurların her biri elbette eşit değiller. Hatta nitelikleri itibarıyla eşitliklerini ileri sürmek saçma olur.
Eşitmiş gibi görüneni ve bu eşitleme algısını oluşturan, 1970'li yıllarda Çin'den esinlenerek kullanılan "Ne ABD Ne Rusya" sloganıydı. Onda bile ABD'nin konumu Rusya'dan hayli farklıydı. Eşit görünmelerine neden olan nükleer silah sahibi olmaları ve arkalarında Varşova Paktı ve NATO'nun bulunmasıydı.
Durum böyle olunca, sonraki yıllarda yapılan bu tür ikili karşıtlık cümleciklerinde sanki unsurlar eşitmiş gibi görme ve değerlendirme durumları görüldü. Hâlbuki, bu karşıtlık cümleleriyle aktörlerin iradi olarak sergiledikleri politikalara mesafe konulmak isteniyor ama onların eşit ve aynı ağırlıkta/nitelikte güçler oldukları ileri sürülmüyordu.
Kısaca bir siyasal olayın karşı karşıya konumlanmış, ya da taraflardan birinin rızasına hilaf böyle oluşmuş bir durumun aktörleriydi söz konusu olan. Sadece aldıkları ve bizim benimsemediğimiz politik tavırlarına mesafeli olmak amaçlanıyordu.
Bu bakımdan elinde silah tutan ordudaki darbecilerle siyasal partileri eşitlemek ne hakkaniyetli olur, ne de mantıklı. Biz de öyle bakmadık. İktidarın darbecilerin işlerini kolaylaştıracak adımlardan uzak durmasını istedik. Darbecilerin seçimle gelmiş meşru bir iktidarı devirmesine karşı çıktık; sessiz kalmadık. Bununla beraber iktidarın Susurluk gibi bir konuyu dalga geçerek ele almasına da seyirci kalmak istemedik.
"Susurluk Skandalı" karşısında Refahyol'un aldığı lakayt tavır hatalı ama askerler meşru hükûmeti yıkarken, onu darbecilerle aynı eleştiri cümlesinin içinde ifade etmek, aslında darbecilere hizmettir derseniz, biz bu anlamın çıkarılmayacağı ve meşru hükûmetin süngü zoruyla yıkılmasına karşı duruşumuzu imkânlar elverdiğince sergilemeye çalıştık.  
Eğer düşünceniz 28 Şubat döneminin sosyalistler açısından yaşanan gerçekliğe ışık tutmak ise sosyalist sol içinde vesayete ve darbelere karşı tavır geliştirenlerin esasen ve ağırlıkla o dönemin ÖDP’si içinde toplandığını kabul etmelisiniz. Elbette bu tavrın göreceli olduğunu, yeterli ve ideal ölçekte olmadığını, vb. kabul ederim.
İzninizle bazı küçük hatırlatmalarda da bulunmak isterim:
28 Şubat günlerinde kimi sol kesimler üniversiteden başörtüsü kavgası verenleri uzaklaştırmak için kampanyalar açarken onlarla açık şekilde dayanışma içerisine girenler büyük ölçüde dönemin ÖDP çatısı altında mücadele verenler oldu.
Bu kesimin tavrı daha sonraki süreçte de devam etti. 27 Nisan Muhtırası’na ve TBMM’de cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaşanan 367 Olayı’na karşı çıkışlarını,12 Eylül 2012 Anayasa Referandumu'nda kendi gerekçeleri içinde "evet" oyu kullanılmasını örnek gösterebilirim. 
Gezi Olayları'na "Kışla yapılmaması ve parkın mevcut yeşilinin korunması" sınırları içinde ve anlayışıyla yaklaşmaları; 17/25 Aralık Ses Kayıtları operasyonunu meşru görmemeleri ve nihayet 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimine karşı çıkıp iktidarın meşruiyetini savunmaları, tesadüfen ortaya konulmuş şeyler olmamıştır. 
Özetle o dönemin ÖDP'sinde yönetimin ağırlığını oluşturan bu çevre hem solun kendi tarihinden sorunları aşmak, hem de Türkiye’ye tarihten miras problemlere demokratik ve çoğulcu bir çözüm yaklaşımı önermek istediler.
Bugün de bu hatta devam etmeye çalışıyorlar. Bu tavırları ideal ölçekte mi, derseniz, onu ben de yeterli bulmuyorum.
Aslında yazınız yakın geçmişe dair çok önemli dönemeçleri yeniden hatırlamamıza neden oldu. 
Bu bakımdan teşekkür ediyor, sağlıklar diliyorum.”
 
(*) Tartışmaya konu olan yazımın linki: https://turkiyegazetesi.com/yazarlar/fuat-ugur/601046.aspx
 
FUAT UĞUR'UN DİĞER YAZILARI İÇİN TIKLAYIN

Pişman olmuş FETÖ’cüleri cezalandıran kurumlar
Enerji tekellerinin gözü doymaz vahşiliği
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.