Adil ve bilge kral Necaşi Eshame

Ey Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapar, ölü eti yerdik. Kumar oynar, akrabamızla ilgilenmezdik. Güçlü zayıfı ezerdi, komşu hakkı nedir bilmezdik. Yüce Allah bize asaletini, iffetini, nezaketini bildiğimiz bir resul gönderdi. Ca'fer-i Tayyar, Meryem Suresini okumaya başlar. Necaşi ağlayarak dinler. Kur'an-ı kerim tilaveti bitince yerden bir çöp alır ve "Vallahi" der, "Sizin peygamberinize nazil olanlarla, Hazret-i İsa'ya inenler arasında şu kadarcık fark yok!"
- - Efendimiz'inizinde-15
M. SAİD ARVAS yazıyor
msarvas@ihlas.net.tr
Nübüvvetin beşinci yılı...Müşriklerin işkenceleri tahammül sınırlarını zorlamakta...
Aleyhüsselatu vesselam Efendimiz nurlu eshabına kıyamaz müteessir olurlar. "Şimdi yeryüzüne dağılın" buyururlar "Allahü teâlâ sizi yine bir araya toplar."
- Nereye gidelim?
Habeş ülkesini işaret ederler: "Çünkü orada adil bir kral var!"
Ve ilk kafile yola çıkar. Aralarında Hazret-i Osman ve hanımı Rukayye, Ebu Huzeyfe ile zevcesi Sehle bint-i Suheyl, Zubeyr bin Avvam, Mus'ab bin Umeyr, Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Ümmü Seleme, Osman bin Maz'un, Amir ve zevcesi Leylâ, Ebu Sabre ve zevcesi ümmü Külsum bint-i Suheyl, Hatib, Süheyl bin Beyza ve Abdullah bin Mes'ud gibi sahabeler bulunurlar.
Mekke Kızıldeniz'e uzak değildir, Müminler sahile varır varmaz kalkmakta olan bir gemiye rastlar. Beklemeden Afrika'ya geçer, selamete ulaşırlar.
Müşrikler takip ederse de yetişemez onlara.
Habeşistan'a hicret eden müminler Sudan veya Somali sahillerinde de kalabilirler ama onlar şehirlidirler. Yürüyüp başkente gelirler. Taaa Aksum'a...
Burası ülkenin şimalinde serin bir beldedir, yüksektir, iklimi mutedildir.
Sahabe-i kiram efendilerimiz Habeşistan'a çabuk intibak eder, halka karışır, alıp satar, ticaret yaparlar.
Habeşiler Müminleri aynen Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) haber verdiği gibi karşılar.
O ramazan-ı şerifi orada geçirirler.
Derken yanlış bir haber gelir.
Neymiş?
"Mekkeliler topyekûn Müslüman olmuşlar!"
İnanırlar, heyecanlanırlar, nefes nefese yurtlarına koşarlar.
Gelse görseler ki durum eskisinden bin beter, kelimenin tam mânâsıyla facia.
Bir kısmı eman alır, akrabalarının himayesine girer, bir kısmı kalır mı ortalıkta?
Elbette Allah'ın himayesi varken kullarınkine bakmam diyenler de çıkar. Başlarına geleceklere peşinen razıdırlar.
Nitekim eskisinden daha şiddetli bir zulme uğrarlar.
Baskı, hakaret, tecrit, hapis, sopa...
Aklınıza ne geliyorsa!
Dayanılacak gibi değildir, Efendimiz emredince tekrar eşyalarını toplar, Habeşistan'a müteveccihen yola çıkarlar. (Nübüvvetin 6. yılında).
Bu defa sayıları 111'dir, 19'da kadın bulunur aralarında. Ilk muhâcirlerin tamamı, ikinci hicrete de katılırlar.
Hicret, bir Müslüman'ın "dinini rahat yaşayacağı" yere taşınmasıdır. Eğer namazını kılamıyor, orucunu tutamıyorsa, tesettürü engelleniyorsa, kendine daha müsait bir belde (münasip bir iş) arar. Bunu kaçmak gibi görmemelidir asla.
Ki öyle olmadığı çıkacaktır ortaya!
Hicret, Mekke'de de hissedilir. Hiçbir aile yoktur ki bir ya da birkaç ferdi göç etmemiş olsun.
Müşrikler "ister misiniz" derler "şimdi Habeşiler Müslüman olsunlar, bizimkilerle ittifak yapsınlar?"
Ciddi ciddi endişelenirler. Onları gidip geri getirmeli, icabında zor kullanmalıdırılar.
Kureyşliler Amr bin El-Âs ile Abdullah bin Ebî Rabîa gibi iki ağır ismi Necâşî Eshame'ye yollar.
Necaşi Habeş imparatoru demektir... Sanıldığı gibi isim değildir.
Mekkeliler saray ehlini hediyeye boğar, onların yardımı ile Melik'e çıkmayı başarırlar.
Muhacirlerin isyankâr gençler olduğunu söyler, iadelerini arzularlar. "Efendim bunlar dinlerini terk edip, yeni bir dine tabi oldular, ikilik çıkardılar, huzurumuzu bozdular..."
-Ben bir kötülüklerini işitmedim. Kendileriyle görüşmeden karar vermem uygun olmaz.
-Görüşün hak vereceksiniz.
Necâşî Müslümanları çağırtır.
O günlerde hükümdarın huzuruna alınanlar secde yapar. Ancak müminler eğilmez dik dururlar.
Kureyş elçileri "işte şimdi yandılar, kesin huzurdan kovulacaklar" diye sevine dursun, Necaşi detaylarla uğraşmaz. "Gençler bu beyler iadenizi istiyor, siz ne dersiniz bu hususta?"
Efendimizin amca oğlu Hazret-i Ali'nin abisi Ca'fer bin Ebî Tâlib (radıyallahu anh) öne çıkar. "Efendim onlara sorar mısınız. Acaba biz köleleri miyiz? Yoksa onlara borcumuz mu var? Ya da cinayet işledik de kısas mı istiyorlar?"
Necaşi Kureyş elçilerine bakar?
- Hayır onlar ne köle, ne katil, ne de borçludurlar.
- O zaman üzerimizde hakları yok demektir. Bizi ne yapacaklar acaba?
Gel de cevap ver, suspus olurlar. Kureyşliler ikinci vuruşu yapar. "Ama efendim bunlar Hıristiyanlık hakkında da menfi konuşurlar!"
Necaşi muhacirlere döner "şu tabi olduğunuz yeni din" diye sorar "nasıl bir şey? Anlatır mısınız bana?"
- Ey Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapar, ölü eti yerdik. Kumar oynar, akrabamızla ilgilenmezdik. Güçlü zayıfı ezerdi, komşu hakkı nedir bilmezdik. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu, asaletini, doğruluğunu, iffetini, nezaketini, nezâhetini bildiğimiz emin bir resul gönderdi. O bizi, Allah'ın varlığına birliğine inanmaya ve yalnız O'na ibadet etmeye davet etti. Doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akrabayı gözetmeyi, komşularımızla iyi geçinmeyi, kan dökmekten vazgeçmeyi emretti. Bizi yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmaktan men etti. Bize namazı, zekâtı, orucu öğretti. Ona inandık, kendisini tasdik ettik. Fakat kavmimiz üzerimize geldi. Bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptırmaya uğraştılar, türlü eziyetler yaptılar. Zulüm ve tazyik altında ezildik. İşkenceler dayanılmaz bir hal alınca ülkenize sığındık, sizi diğerlerine tercih ettik.
Necâşî bu güzel yüzlü gencin, mantıklı cümlelerine vurulmuştur.
Sorar "Kur'an-ı kerimden bir bölüm okuyabilir misiniz bana?"
Ca'fer-i Tayyar hazretleri hicretlerinden hemen önce nazil olan Meryem Suresini okumaya başlar. Necaşi ağlayarak dinler. Şahitler o anı "gözyaşları sakallarını ıslatmıştı" diye anlatırlar.
Kur'an-ı kerim tilaveti bitince yerden bir çöp alır ve "Vallahi " der, "sizin peygamberinize nazil olanlarla, Hazret-i İsa'ya inenler arasında şu kadarcık fark yok!
Sonra elçilere dönüp kararını açıklar. "Gidebilirsiniz! Onları size iade etmeyeceğim! Asla!"
Mekke müşriklerinin yolladığı hediyeleri de geri çevirir.
Ki bu "alın başınızı çalın" demektir açıkça.
Müminler Habesiştan'da huzur ve emniyet içinde yaşar. Başta Necâşî olmak üzere birçok nasiplinin iman etmesine vesile olurlar.
Hicret'in 9. yılı...
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahiy yoluyla Necaşi'nin vefatını öğrenir ve gıyabında cenaze namazı kıldırırlar. Ne nimet ama?
SAHABE DİYARI...
Başkent Addisababa'dan hava yolu ile yaklaşık üç saat süren bir yolculuktan sonra Mekelele meydanına iniyorsunuz. Mesafe 800 km civarında, ancak tayyareler pervaneli olduğu için vakit alıyor.
Burası tarım ve hayvancılıkla geçinen bir bölge... Bilhasa kahvesi dünya çapında. Necaşi Hazretlerinin medfun bulunduğu Necaş köyü Mekelele'den yaklaşık 40-50 km daha kuzeyde...
Kendi halinde sakin bir belde. Sanki ilişivermiş dağın yamacına.
Necaşi hazretlerinin defnedildiği kabristanda Addi bin Nadri, El Muttalip bin Ezher, Süfyan bin Muammer, Urvah bin Abdülaziz, Umeyr bin Ümeyye, Abdullah bin el Haris, Hatib bin el Haris, Hattap bin el Haris, Musa bin el Haris, Zeynep binti el Haris, Fatıma binti Safvan, Birk bint-i Yasir, Ramlah binti Abdülesved, Hannana binti Abdülesved adlı sahabeler de (Radıyallahü anhüm) var.
gt; ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
Necaş köyü mukimlerinin ekseri hafız, türbenin kubbesinde gün boyu Kur'an-ı kerim sedâları çınlıyor. Caminin sevimli imamı Zeynu İsmail, hem namaz kıldırıyor, hem çocuk okutuyor. Değişik vesilelerle Habeşistan'a gelen Türkler burayı mutlaka ziyaret ediyor. Etiyopya Hükümeti bu mevkiin ehemmiyetini keşfetmiş, gereğini de yapıyor. Yolu düzgün, köyün içine kadar asfaltlamışlar. Bu arada İstanbul Büyükşehir Belediyesi kuyular açmış, çeşmeler, şadırvanlar yaptırmış... TİKA da o mekâna yakışan bir proje hazırlamış, inşaat gün sayıyor. İnsanın keşke diyesi geliyor, keşke daha fazlası yapılsa...
M. SAİD ARVAS yazıyor
msarvas@ihlas.net.tr
Nübüvvetin beşinci yılı...Müşriklerin işkenceleri tahammül sınırlarını zorlamakta...
Aleyhüsselatu vesselam Efendimiz nurlu eshabına kıyamaz müteessir olurlar. "Şimdi yeryüzüne dağılın" buyururlar "Allahü teâlâ sizi yine bir araya toplar."
- Nereye gidelim?
Habeş ülkesini işaret ederler: "Çünkü orada adil bir kral var!"
Ve ilk kafile yola çıkar. Aralarında Hazret-i Osman ve hanımı Rukayye, Ebu Huzeyfe ile zevcesi Sehle bint-i Suheyl, Zubeyr bin Avvam, Mus'ab bin Umeyr, Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Ümmü Seleme, Osman bin Maz'un, Amir ve zevcesi Leylâ, Ebu Sabre ve zevcesi ümmü Külsum bint-i Suheyl, Hatib, Süheyl bin Beyza ve Abdullah bin Mes'ud gibi sahabeler bulunurlar.
Mekke Kızıldeniz'e uzak değildir, Müminler sahile varır varmaz kalkmakta olan bir gemiye rastlar. Beklemeden Afrika'ya geçer, selamete ulaşırlar.
Müşrikler takip ederse de yetişemez onlara.
Habeşistan'a hicret eden müminler Sudan veya Somali sahillerinde de kalabilirler ama onlar şehirlidirler. Yürüyüp başkente gelirler. Taaa Aksum'a...
Burası ülkenin şimalinde serin bir beldedir, yüksektir, iklimi mutedildir.
Sahabe-i kiram efendilerimiz Habeşistan'a çabuk intibak eder, halka karışır, alıp satar, ticaret yaparlar.
Habeşiler Müminleri aynen Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) haber verdiği gibi karşılar.
O ramazan-ı şerifi orada geçirirler.
Derken yanlış bir haber gelir.
Neymiş?
"Mekkeliler topyekûn Müslüman olmuşlar!"
İnanırlar, heyecanlanırlar, nefes nefese yurtlarına koşarlar.
Gelse görseler ki durum eskisinden bin beter, kelimenin tam mânâsıyla facia.
Bir kısmı eman alır, akrabalarının himayesine girer, bir kısmı kalır mı ortalıkta?
Elbette Allah'ın himayesi varken kullarınkine bakmam diyenler de çıkar. Başlarına geleceklere peşinen razıdırlar.
Nitekim eskisinden daha şiddetli bir zulme uğrarlar.
Baskı, hakaret, tecrit, hapis, sopa...
Aklınıza ne geliyorsa!
Dayanılacak gibi değildir, Efendimiz emredince tekrar eşyalarını toplar, Habeşistan'a müteveccihen yola çıkarlar. (Nübüvvetin 6. yılında).
Bu defa sayıları 111'dir, 19'da kadın bulunur aralarında. Ilk muhâcirlerin tamamı, ikinci hicrete de katılırlar.
Hicret, bir Müslüman'ın "dinini rahat yaşayacağı" yere taşınmasıdır. Eğer namazını kılamıyor, orucunu tutamıyorsa, tesettürü engelleniyorsa, kendine daha müsait bir belde (münasip bir iş) arar. Bunu kaçmak gibi görmemelidir asla.
Ki öyle olmadığı çıkacaktır ortaya!
Hicret, Mekke'de de hissedilir. Hiçbir aile yoktur ki bir ya da birkaç ferdi göç etmemiş olsun.
Müşrikler "ister misiniz" derler "şimdi Habeşiler Müslüman olsunlar, bizimkilerle ittifak yapsınlar?"
Ciddi ciddi endişelenirler. Onları gidip geri getirmeli, icabında zor kullanmalıdırılar.
Kureyşliler Amr bin El-Âs ile Abdullah bin Ebî Rabîa gibi iki ağır ismi Necâşî Eshame'ye yollar.
Necaşi Habeş imparatoru demektir... Sanıldığı gibi isim değildir.
Mekkeliler saray ehlini hediyeye boğar, onların yardımı ile Melik'e çıkmayı başarırlar.
Muhacirlerin isyankâr gençler olduğunu söyler, iadelerini arzularlar. "Efendim bunlar dinlerini terk edip, yeni bir dine tabi oldular, ikilik çıkardılar, huzurumuzu bozdular..."
-Ben bir kötülüklerini işitmedim. Kendileriyle görüşmeden karar vermem uygun olmaz.
-Görüşün hak vereceksiniz.
Necâşî Müslümanları çağırtır.
O günlerde hükümdarın huzuruna alınanlar secde yapar. Ancak müminler eğilmez dik dururlar.
Kureyş elçileri "işte şimdi yandılar, kesin huzurdan kovulacaklar" diye sevine dursun, Necaşi detaylarla uğraşmaz. "Gençler bu beyler iadenizi istiyor, siz ne dersiniz bu hususta?"
Efendimizin amca oğlu Hazret-i Ali'nin abisi Ca'fer bin Ebî Tâlib (radıyallahu anh) öne çıkar. "Efendim onlara sorar mısınız. Acaba biz köleleri miyiz? Yoksa onlara borcumuz mu var? Ya da cinayet işledik de kısas mı istiyorlar?"
Necaşi Kureyş elçilerine bakar?
- Hayır onlar ne köle, ne katil, ne de borçludurlar.
- O zaman üzerimizde hakları yok demektir. Bizi ne yapacaklar acaba?
Gel de cevap ver, suspus olurlar. Kureyşliler ikinci vuruşu yapar. "Ama efendim bunlar Hıristiyanlık hakkında da menfi konuşurlar!"
Necaşi muhacirlere döner "şu tabi olduğunuz yeni din" diye sorar "nasıl bir şey? Anlatır mısınız bana?"
- Ey Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapar, ölü eti yerdik. Kumar oynar, akrabamızla ilgilenmezdik. Güçlü zayıfı ezerdi, komşu hakkı nedir bilmezdik. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu, asaletini, doğruluğunu, iffetini, nezaketini, nezâhetini bildiğimiz emin bir resul gönderdi. O bizi, Allah'ın varlığına birliğine inanmaya ve yalnız O'na ibadet etmeye davet etti. Doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akrabayı gözetmeyi, komşularımızla iyi geçinmeyi, kan dökmekten vazgeçmeyi emretti. Bizi yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmaktan men etti. Bize namazı, zekâtı, orucu öğretti. Ona inandık, kendisini tasdik ettik. Fakat kavmimiz üzerimize geldi. Bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptırmaya uğraştılar, türlü eziyetler yaptılar. Zulüm ve tazyik altında ezildik. İşkenceler dayanılmaz bir hal alınca ülkenize sığındık, sizi diğerlerine tercih ettik.
Necâşî bu güzel yüzlü gencin, mantıklı cümlelerine vurulmuştur.
Sorar "Kur'an-ı kerimden bir bölüm okuyabilir misiniz bana?"
Ca'fer-i Tayyar hazretleri hicretlerinden hemen önce nazil olan Meryem Suresini okumaya başlar. Necaşi ağlayarak dinler. Şahitler o anı "gözyaşları sakallarını ıslatmıştı" diye anlatırlar.
Kur'an-ı kerim tilaveti bitince yerden bir çöp alır ve "Vallahi " der, "sizin peygamberinize nazil olanlarla, Hazret-i İsa'ya inenler arasında şu kadarcık fark yok!
Sonra elçilere dönüp kararını açıklar. "Gidebilirsiniz! Onları size iade etmeyeceğim! Asla!"
Mekke müşriklerinin yolladığı hediyeleri de geri çevirir.
Ki bu "alın başınızı çalın" demektir açıkça.
Müminler Habesiştan'da huzur ve emniyet içinde yaşar. Başta Necâşî olmak üzere birçok nasiplinin iman etmesine vesile olurlar.
Hicret'in 9. yılı...
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahiy yoluyla Necaşi'nin vefatını öğrenir ve gıyabında cenaze namazı kıldırırlar. Ne nimet ama?
SAHABE DİYARI...
Başkent Addisababa'dan hava yolu ile yaklaşık üç saat süren bir yolculuktan sonra Mekelele meydanına iniyorsunuz. Mesafe 800 km civarında, ancak tayyareler pervaneli olduğu için vakit alıyor.
Burası tarım ve hayvancılıkla geçinen bir bölge... Bilhasa kahvesi dünya çapında. Necaşi Hazretlerinin medfun bulunduğu Necaş köyü Mekelele'den yaklaşık 40-50 km daha kuzeyde...
Kendi halinde sakin bir belde. Sanki ilişivermiş dağın yamacına.
Necaşi hazretlerinin defnedildiği kabristanda Addi bin Nadri, El Muttalip bin Ezher, Süfyan bin Muammer, Urvah bin Abdülaziz, Umeyr bin Ümeyye, Abdullah bin el Haris, Hatib bin el Haris, Hattap bin el Haris, Musa bin el Haris, Zeynep binti el Haris, Fatıma binti Safvan, Birk bint-i Yasir, Ramlah binti Abdülesved, Hannana binti Abdülesved adlı sahabeler de (Radıyallahü anhüm) var.
gt; ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
Necaş köyü mukimlerinin ekseri hafız, türbenin kubbesinde gün boyu Kur'an-ı kerim sedâları çınlıyor. Caminin sevimli imamı Zeynu İsmail, hem namaz kıldırıyor, hem çocuk okutuyor. Değişik vesilelerle Habeşistan'a gelen Türkler burayı mutlaka ziyaret ediyor. Etiyopya Hükümeti bu mevkiin ehemmiyetini keşfetmiş, gereğini de yapıyor. Yolu düzgün, köyün içine kadar asfaltlamışlar. Bu arada İstanbul Büyükşehir Belediyesi kuyular açmış, çeşmeler, şadırvanlar yaptırmış... TİKA da o mekâna yakışan bir proje hazırlamış, inşaat gün sayıyor. İnsanın keşke diyesi geliyor, keşke daha fazlası yapılsa...