12 Temmuz 2001 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 4705 sayılı Kanunla, iki yeni mali yükümlülük daha oluşturularak yürürlüğe konuldu. Bunlar sırasıyla mevduat hesabı vergisi ve yurt dışına çıkış harcı adlı yükümlülükler. Üzerinde fazla tartışılmadan, hızla yürürlüğe konulan bu mali yükümlülükler, beraberinde pek çok tartışmayı da gündeme taşıdı. Bu yükümlülüklerden ilki olan, yurt dışına çıkış vergisine göre, yurt dışına çıkan Türk vatandaşları, 50 ABD Doları karşılığı Türk Lirası tutarında harç ödemek zorundadırlar. Biz bu harca, harç değil, vergi diyeceğiz. Zira, ilk yanlışlık, isimden kaynaklanıyor. Harç, kamu hizmeti karşılığında, hizmet bedelinin bir kısmının hizmetten yararlanana yansıtılmasıdır. Oysa yurt dışına çıkışta, her hangi bir kamu hizmeti verilmesi söz konusu değildir. O halde burada bir harç değil, vergi söz konusudur. Yurt dışına çıkışlarda hizmet, pasaport veilmesi sırasında verilmektedir. Pasaport verilmesinin harcı ise, zaten vardır. Yurt dışına çıkışlarda polis kontrolü ise teknik anlamda bir kamu hizmeti değil, kolluk görevidir. Kolluk görevi ise harca bağlanamaz. İtfaiye çağırmak, ambülans istemek yahut karakola müracaat etmek gibi, polisin kontrol görev ve yetkisinden de harç alınamaz. Bu nedenle, siz ismine ne derseniz deyin, bu bir vergidir. Bir vergi nasıl konur? Devletin koyacağı mali yükümlülük, adı ister harç olsun, ister vergi olsun, aynı esaslara tabidir ve bu esaslar Anayasamızın 73. maddesinde açıkça yazılıdır. Konumuza ilişkin temel Anayasal buyruk, maliyükümlülüğün kanunla konulmasıdır. Şimdi sorumuzu değiştirelim. Bir verginin veya harcın, Kanunla konulması ne demektir? Bu sorunun yanıtını Anayasa Mahkemesi, onlarca kararında vermiştir. Anayasa Mahkememize göre, vergi, harç, resim gibi mali yükümlülüklerinin kanunla konulmuş olduğunun kabul edilebilmesi için, bu yükümlülüğün konusunun, yükümlülüğü doğuran olayın, mükelleflerinin, istisna ve muafiyetlerinin, tarh ve tahsil usullerinin Kanunla düzenlenmiş olması gerekir. Eğer bu konulardan biri düzenlenmeyerek, yürütme organının takdirine ve belirlemesine bırakılmışsa, yürütme organına keyfi davranabilme olanağı da tanınmış olur ki, bu durumda vergi veya harç kanunla konulmuş kabul edilemez ve Anayasa'ya aykırı hale gelir. Anayasa Mahkemesi, kararlarında böyle söylüyor. Oysa, 4705 sayılı Kanun, muaf tutulacaklarla, tahsile ilişkin esasları belirlememiş, belirleme yetkisini Bakanlar Kuruluna bırakmıştır. O halde bu yükümlülük, adına ister harç deyin, ister vergi deyin, Anayasa Mahkemesi Kararlarına göre, açıkça Anayasa'ya aykırıdır. Kaldı ki, Türk vatandaşlarının seyahat özgürlüğünü, Anayasa'da öngörülmeyen bir sebeple sınırladığı da söylenebilir. Bu da hafife alınamayacak bir iddia olarak görülmelidir. Zira yasaya göre, cebinizde fazladan 50 dolarınız yoksa, oturun evinizde. Ancak Kanun, birisi dava açıp da Anayasa Mahkemesinde iptal edilinceye kadar, Anayasa'ya uygunluk karinesinden yararlanacak ve uygulanacaktır. Kanun, ekonomi politikası ile de çelişmektedir. Şu anda izlenen ekonomi politikası, herkesi dolardan uzaklaştırmak, bu şekilde dolar talebini kısarak, milli paranın ön plana çıkmasını sağlamaya çalışmaktadır. Devletin, vergi gelirini dolara endekslemesi, izlenen ekonomi politikası ile de çelişmektedir. Devletin vergisini dolar üzerinden aldığı noktada, vatandaşın ekonomik faaliyetlerini dolara endekslemesi veya dolar bazında yapması, her halde eleştirilemez. Kanundaki mali yükümlülük öngören ikinci düzenlemeye göre, 31.12.2002 tarihine kadar, vadeli mevduat, vadeli döviz tevdiat hesabı ile özel finans kurumlarınca açılan katılma hesabı sahiplerinden, her vade sonunda, her bir hesap için bankalar ve özel finans kurumlarınca 1 milyon TL özel işlem vergisi tahsil olunacaktır. Bu vergide, bu defa mali güç ilkesini gözetmemesi sebebiyle, açıkça, Anayasanın 73. maddesine aykırıdır. Zira, 100 milyar liralık hesap açanla, 50 milyonluk hesap açanı aynı kefeye koymaktadır. Ödenen vergiyi ister alınan faize, ister bankaya yatırılan paraya oranlayın, iki hesap sahibi arasında, uçurum niteliğinde bir fark ortaya çıkmaktadır. Burada belki, 1 milyon liranın küçük bir rakam olduğu, hiç kimsenin mali gücünü etkileyecek büyüklükte olmadığı söylenebilir. Ancak bu söylem, sadece bir göz boyama olacak ve ilkesizliği, bir anayasa buyruğunu çiğnemeyi ifade edecektir. Zira ilke, 1 lira için ne ise, 1 trilyon için de aynı olmak durumundadır. Aksi halde ilke, ilke olmaz, Anayasal buyruk olmaz. Öte yandan, bu günkü ekonomik ortamda, herkesin kısa vadeyi tercih ettiği nazara alınırsa, 1 aylık vadeyi tercih eden kişi yılda 12, haftalık vadeleri tercih eden kişi ise yılda 52 milyon lira vergi ödeyecektir. 2000 yılı sonu itibariyle, bankalarda açılan 48.845.534 adet tasarruf mevduatı açılmıştır. Bu hesapların, 9.079.398 adedi vadeli hesaptır. Bu hesapların tutarlarına bakıldığında 2.832.562 adedinin 50 milyon liradan düşük tutarlı vadeli mevduat olduğu görülmektedir. Bir başka anlatımla geçen yıl açılan vadeli mevduat hesaplarının %31,2'si 50 milyon liradan küçük tutarlı hesaplardır. Aynı oranlar 2001'de de geçerli olursa, kısaca, açılan her 100 vadeli hesaptan 31'i, 50 milyon liradan az tutarlı olacak ve hesap sahiplerine yüksek orandaki bu mali yük doğacaktır. Yeni düzenlemeler, ekonomik krizi aşma amacıyla hızla, tartışılmadan ve ilkeler nazara alınmadan yapılmaktadır. Bizim bu günkü ortama gelmemizin sebeplerinden birisi, hukuka saygılı olmayışımız, çağdaş bir hukuk sistemini yaşama geçiremememiz, güçlü bir hukuk sistemine dayanmayan ekonomik ve mali yapımız değil midir. Hukuka saygılı olmadıkça, hukuk ilkelerini içimize sindirmedikçe, hiç bir krizi aşamayız, sadece aşar gibi yaparız.