AB mi, ABD mi?...

A -
A +

Hepimiz biliyoruz ki, Türk dış politikası, (özellikle) son altmış yıldan bu yana dışa bağımlıdır. Ya ABD, ya da Avrupa tarafından yönlendirilmektedir. Zaman zaman bağımsız davranırsak, hemen bir cezai müeyyide uygulanır. Meselâ, Kıbrıs çıkarmasının faturası, epey ağır olmuştur. Olmaya da devam etmektedir. Son yılların ekonomik krizlerinde de, aynı uygulamanın izlerini görürüz. Türkiye'nin uyarıldığına şahit oluruz. Elbette, devamlı olarak kamplaşan dünyada yalnız kalamayız. Mutlaka, belirli ittifakların içinde yer almamız gerekir. (Bu arada, Türk ve İslâm Dünyası'nı da ihmâl etmememiz şarttır. Gerçek gücümüzü ve lider olabileceğimiz ortamları idrak etmeliyiz.) Ancak, bir ittifakın içinde yer almak, diğer alternatifleri ihmal etmeyi gerektirmemelidir. Son yıllarda, AB üyeliği konusunda fazla tavizkâr davrandığımız inancındayım. Devamlı olarak, bağımsızlığımızdan, milli gururumuzdan taviz vermekteyiz. Her denilene boyun eğmekteyiz. İç işlerimiz dahil, her konuya müdahale edilmesine ses çıkarmamaktayız. (Bu arada, teröre destek vermelerine; silâh dahil her türlü yardımı yapmalarına, bölücülüğü teşvik etmelerine, her türlü yarayı kaşımalarına; göz yummaktayız.) Şanssızlığımız, Rahmetli Özal'dan sonra, Türkiye yönetiminde cesur, kararlı, geniş ufuklu yöneticilerin gelmemesidir. İç politikanın ve ekonomik krizlerin, dış politikanın önüne geçmesidir. Özal, AB'ye yeniden başvururken, güçlü durumda idi. En önemlisi, "her şeye rağmen üyelik", tavizleri içinde değildi. Konuyu, bir "çıta yükselmesi", "Dış Dünya ile rekabet edebilir hale gelinmesi" olarak düşünüyordu. (Özellikle, son iki üç yıldır, yönetimler tam bir teslimiyet ve acz içine düşmüşlerdir.) (Bunları yazarken, dış politikada tamamen bağımsız olduğumuzu ifade etmeyi düşünmedim. Zira, o dönemde de, ABD ağırlığı vardı. Özellikle, Irak ambargosuna hemen atlamamız -bana göre- çok büyük hata olmuştur. Türkiye'ye 110 milyar doları aşan bir zarar vermiştir.) Bu arada, Türk ve İslam Dünyası ile ilişkiler de güçlenmekteydi. Rahmetli Özal'dan sonra, yine Rusya korkusu ve kompleksi depreşti. Türk Dünyası ile ilişkiler zayıfladı. Oradaki avantajlı pozisyonu, başka ülkeler kaptı. Şüphesiz, bunda, Türk ve İslâm Dünyasının, komplekslerinin de büyük etkisi vardır. Ne yazık ki, biz, bir türlü kimseye yaranamayız. Her türlü kardeşliği gösterir, imkanlarımızı zorlarız. Ama, bir Batı ülkesi, (yaptığı düşmanlıklar, verdiği zararlar hemen unutulur) derhal, bizden avantajlı hale gelir. Daha fazla itibar görür. Verdiklerimiz unutulur, vaad edip de veremediklerimiz dile getirilir. Azerbaycan dahil, herkes Türkiye'ye kapris yapar. En büyük eksikliğimiz, uzun vadeli dış politika stratejimizin olmayışı; istişare/think tank ekiplerimizin bulunmayışı; uygulamalara ürkek davranışların hakim oluşudur. (Dış Dünya'da, niçin, bize "Yes Man" denilmektedir?) Bağımsızlığımızdan hiç taviz vermez; uzun vadeli plânlara göre hareket eder; mevcut dengeleri ve avantajlarımızı ihmâl etmez isek, çok daha başarılı olabiliriz. Bu arada, Rusya korkusundan da sıyrılmalı, Afganistan ve Çeçenistan'da uğradığı hezimetleri, aleyhimize yürütülen senaryoları, "kâğıttan kaplan" durumu da unutulmamalıdır. Rusya-ABD gerilimi bizim işimize yarar. Aynı şekilde, Rusya-İran yakınlaşması da, bize ciddi manevra alanları ve avantajlar sağlayabilir. (Bu arada, Irak ve Suriye ile ekonomik ve politik ilişkiler güçlendirilmelidir. İran'ın "Şii çevirmesi" senaryosuna izin verilmemelidir. Aynı tavır Balkanlarda sergilenmeli, Yunanistan'ın "Ortodoks zinciri" kırılmalıdır. Kuzey hududumuz olan Çeçenistan'a her türlü destek verilmelidir. Bu arada, -daha önce olduğu gibi- Bosna/Kosova/Makedonya/ bölgelerindeki etkinliğimiz, artan bir tempoda, sürdürülmelidir.) Dış politikada, (komplekse kapılmadan, fazla tavizkâr davranmadan) ABD'nin, AB'ye göre, daha iyi bir partner olduğunu düşünmekteyim. ABD'nin, Türk ve İslâm Dünyasındaki politikaları; İsrail'i koruma görevi; Ortadoğu politikası vb. çıkarları Türkiye ile müşterek hareket etmesini daha tercihe şayan hale getirmektedir. (Elbette, Kuzey Irak'ta düşünülen "Bağımsız Kürt Devleti" senaryosuna karşı dikkatli olmamız gerekir.) Yine, demokrasiye çok daha önem veren konumu; özellikle halka dayanılarak (referandum ile) alınacak kararlara verdiği desteği nazara alırsak, ABD daha uygun bir seçim olmaktadır. Tam bağımsız olmanın yolu, zengin olmaktan, (fert başına milli gelir, en az 10 bin dolar olmalıdır), güçlü olmaktan geçer. Bu noktaya ulaşana kadar, belirli ölçüleri aşmamak kaydıyla, işbirlikleri zaruret arzetmektedir. Önemli olan, akıllı davranabilmek, iyi pazarlık yapabilmek, teslimiyetçi olmamaktır. Türkiye, mevcut avantajlarını iyi değerlendirebilirse; eşite yakın ortaklıklara taraf olabilir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.